Çöldeyiz. Üç tane devenin üzerinde üç kız, zifiri karanlığın içinde ilerliyoruz. Rehberimiz Hasan Abi, bizi ne yöne götürürse o tarafa doğru…
Bu yolculuğumuzun ne kadar sürdüğü hakkında hiç bir fikrimiz yok.
Çünkü çölde, kum dışında hiç bir şey yok. Ağaç yok, ses yok, bitki yok, yıldızlar dışında ışık yok. Bu hiçlik, zaman kavramını da yok ediyor.
Develerin her bir adımıyla, bugüne kadar bildiğimiz her şeyden uzaklaşıyoruz.
Para ve kredi kartı orada hiç bir anlam taşımıyor. Bütün varlığımız, sırt çantamızın içindeki su şişeleri, gece çöl soğuk olacak diye aldığımız ceketler ve çekmeyen, dolayısıyla şarjları bitene kadar yalnızca fotoğraf ve video çekmek için kullanacağımız telefonlarımızdan ibaret.
Rehberimiz Hasan Abi’ye canı gönülden güvenmekten başka bir çaremiz yok. Çünkü o bizi bıraksa, ne geri dönüş yolunu bulabiliriz, ne nereye gittiğimizi biliyoruz ne de telefonlarımız çekiyor.
Bir süre sonra, bacaklarımızın arası gerçekten acımaya başlıyor; ama o an büyük hayalimizin gerçekleştiği an. O yüzden o acıya razıyız. “Bu gerçek olduysa her şey olur.” diyoruz birbirimize. Yüzümüzde devasa gülümsemelerle…
“Çölün ortasındayız.” diyoruz birbirimize sürekli. O kadar gerçek dışı ki her şey, bu cümle ile gerçekliği için birbirimizden teyit almaya çalışıyoruz.
İnsan seslerinin gelmeye başladığı bir noktada, develerimiz duruyor. Hasan Abi, bizi develerimizin üzerinden indirip, çadırların olduğu bir alana götürüyor. Çadırlar C şeklinde yanyana dizilmiş, ortalarında da kumun üzerine minderler yerleştirilmiş.
Mavi beyaz kıyafetler giymiş erkekler bizi karşılıyor. “Marhaba” diyoruz. “O Arapça, bir Berberiyiz. Bizim dilimizde “Azul” deniliyor.” diye düzeltiyorlar. Elimize birer bardak Berberi Viskisi tutuşturuyorlar.
“Ayakkabılarınızı çıkarın. Burada onlara hiç ihtiyacınız olmayacak.” diyorlar. Böylelikle, sahil kumundan çok daha farklı, pamuk gibi yumuşacık kum ile tanışıyor ayaklarımız.
Kumun üzerindeki minderlerde, dünyanın değişik noktalarından gelmiş on kişi var. Ülkelerinin Arjantin, Portekiz, Hindistan, Kanada ve Japonya olduğunu öğreniyoruz. Herkes Berberi Viskilerini içerken, ve minderlerin üzerinde uzanmış yıldızları izlerken, birbirimizle tanışıyoruz.
Çöle gelmeden önce Fas’ta nereleri gezdiğimizden, normal hayatlarımızın nasıl olduğundan bahsediyoruz. Türkiye’den geldiğimizi öğrendiklerinde, bize bir sürü soru sormaya başlıyorlar. Bunların çoğu Müslümanlık ve Ramazan ile ilgili.
Bu sırada, “Hadi.” diyor Berberiler, “Yemek hazır, çadıra geçin.” Bir çadırın içinde, upuzun bir yer sofrasına yan yana oturuyoruz. Güneşin altında pişmiş sebzeli tavuk tajinler önümüze geliyor. O kadar lezzetli ki, hayatımda yediğim en lezzetli tavuk olabilir. Yemekten sonra, tekrar çadırdan dışarı çıkıyoruz.
Kumun üzerinde yanyana uzanıyoruz. Berberiler, davula ve zile benzeyen geleneksel çalgılarıyla geleneksel müziklerini çalmaya başlıyorlar. Gittikçe güzelleşen kafalarımızın etkisiyle, “Biz de size Türkçe bir şarkı çalalım.” diye ortaya atlıyoruz.
Fas’a geldiğimizden beri Tarkan’ı herkese tanıtmaya ant içmiş gibi davrandığımızdan, tabii ki Tarkan’dan Şımarık söylemeye başlıyoruz. Biz kocaman Berberi davullarını bacaklarımızın arasına sıkıştırmış, ritim tuta tuta, “Yakalarsammmm muah muuah” diye şarkı söylerken, herkes ayağa kalkıp dans etmeye başlıyor. Şarkımız bittiğinde, alkış kıyamet, “One moooore one mooore!” diye bağırıyorlar.
Biz gereksiz bir şekilde gaza gelip, bir şarkı daha söylemeyi kabul ediyoruz. Ritim tutabileceğimiz bir şarkı ararken, nedense aklımıza İbrahim Tatlıses’ten Allah Allah geliyor. Biz davulların başına geçip, bu şarkıyı söylemeye başladığımız anda, şarkının içinde ne kadar çok “Allah” kelimesi geçtiğinin farkına varıyoruz; ama artık çok geç. “Allah Allah Allah Allah bu nasıl sevmek. Allah Allah Allah Allah bu nasıl gülmek.” Bize zaten panik halde Ramazan hakkında sorular sormuş, turistlere çalınabilecek en yanlış şarkı olduğunun farkına vardığımızda, davullara vura vura, en az on kere Allah diye bağırmış haldeyiz. Cihat çağrısı yapar gibi görünüyoruz. Turistlerin büyük bir kısmı, paniğe kapılıp uzaklaşıyor. Biz yaptığımız rezalet yüzünden kahkahalar atarak davulların başından kalkıyoruz.
Geriye beş Berberi erkek, biz üç Türk kız ve biri Hintli biri Kanadalı olan çift kalıyoruz. Bir daire şeklinde, kuma oturuyoruz. Bize Berberi alfabesini gösteriyorlar. Kumların üzerine, kendi alfabelerinde bizim isimlerimizi yazıyorlar. Daha doğrusu yazmaya çalışıyorlar; çünkü mesela F harfi Berberi dilinde yok.
Aşağıdaki Berberi alfabesi ile benim adımın (Emine) yazılışı:
İnternet yok, elektrik yok, televizyon yok, bilgisayar yok. O kumun üzerine bir şeyler çizerek ve sohbetler ederek saatler geçiriyoruz.
Sonra Berberiler “Hadi gidiyoruz.” diyorlar. “Nereye gidiyoruz? Ayakkabılarımızı giyelim mi?” diye sorduğumuzda sadece gülüyorlar. Önümüzde Berberiler arkalarında biz, çadırların olduğu alandan çıkıp, çölün içinde yürümeye başlıyoruz.
Bunu hiç yaşamamış birine ne kadar anlatabileceğimden emin değilim. Zifiri bir karanlık düşünün, ayaklarınızın altında pamuk gibi bir kum. Her şey bundan ibaret. Herhangi bir kayaya, ağaca, duvara toslama ihtimaliniz kesinlikle yok. Ayağınınıza bir şey batma ihtimali de. Çünkü hiç bir şey yok. Bu insana inanılmaz bir özgürlük veriyor. Hiç bir şey için endişelenmeden, karanlığın içinde güvenle yürüyebiliyorsunuz. Diğer yandan da çok korkutucu, çünkü biz ikimiz dışındaki herkesle yarım saat önce tanışmışız ve nereye gittiğimiz hakkında hiç bir fikrimiz yok.
Sonra o zifiri karanlığın içinde oturuyoruz, Berberiler yine davullarıyla şarkı söylemeye başlıyorlar. Çölün ortasındayım, etrafta kum dışında hiç bir şey yok, kafam çok güzel ve beş Berberi bize müzik yapıyor. Kafamı kaldırıyorum, samanyolunu görüyorum. Yıldızların birbirine bu kadar net çizgilerle birleştiğini görmek büyüleyici. O kadar gerçek dışı ki her şey, birisinden teyit almaya ihtiyaç duyuyorum. Tam o sırada, yanımda oturan Hintli bana dönüyor, “Bu şu anda gerçekten yaşanıyor değil mi? Hayatımda daha önce böyle bir an deneyimlemedim de ben. Tanımlayamıyorum.” diyor. Gülmeye başlıyorum. “Tam olarak aynı şeyi düşünüyordum.”
Elif’e dönüyorum. “Hayatımda bana bu çölün hissettirdiklerini hissettirecek bir adam istiyorum. Hem güvenli, hem heyecanlı. Gerçek dışı ama gerçek.” diyorum. Elif gülümsüyor, “Çöl senin için hiçbir şey yapmıyor, sana bir şey hissettirmek için çabalamıyor. Burada olduğu gibi duruyor Sezen. Hisseden sensin. Bunu unutma.”
O sırada, Berberi’ler bizi instagram’dan takip etmek istediklerini söylüyorlar, kullanıcı adlarımızı not etmemiz için telefonlarını uzatıyorlar. Elime telefonu alıyorum, tamamen farklı bir alfabe. Hiç bir fikrim yok, kullanıcı adımı nasıl yazabileceğim hakkında. Yanımdaki Hintli’ye dönüyorum. “Hassiktir, şu an burada adımı bile bilmiyorum.” diyorum. Gülmeye başlıyoruz.
Sonra oradan kalkıp, bir kum tepeceğinin üzerine tırmanıp, orada oturuyoruz. Güneşin doğuşu en güzel oradan izleniyormuş. İşte o sırada, orada bir anda çöl bize hayatımıza dair bir sürü mesaj vermeye başlıyor. Elif ile bu güne kadar yaptığımız uzun ve bitmeyen sohbetlerde kesin yargılarla vardığımız sonuçların hepsini çürütüyor.
Çölün bende yarattığı en büyük farkındalık şu oluyor: Güven sınırlarının saçmalığı.
Çadırların olduğu alanda, aynı çölün üzerinde, aynı gök yüzüne bakıp, aynı kuma ayak basıyorduk. Ama etrafı çadırlarla çevrili olduğu için kendimizi güvende hissediyorduk. Aslında yine aynı tanımadığımız insanlarla, aynı şekilde haritada nerede olduğumuzu bilmeden, telefonumuz çekmeyerek orada oturuyorduk ve çölden gelecek bir kişi veya hayvanın girmesini engelleyecek bir kapısı yoktu. Fakat sırf etrafında çadırlar olduğu için bize güven veriyordu.
O kum tepeciğinin üzerinde otururken ise, bu çadırlar olmadığında, sonsuz uzayan çöle karşı bakarken, aslında çadır alanı ile eşit güven veya güvensizlik koşullarına sahip olmamıza rağmen, kendimizi daha güvensiz hissediyorduk. Yine aynı sebeplerle olağanüstü bir macera hissiyatı veriyordu.
Bu olağan hayatlarımız için inanılmaz bir metafor. Kendimize güven sınırları çiziyorduk, kendimizi güvende hissetmeye karşılık, o olağandışı sonsuzluk ve macera hissinden kendimizi mahrum bırakıyoruz. İlişkilerde verilen sözler, iş hayatındaki güven sınırları vs vs. hepsi bunun bir örneği. Sahte bir güven hissi ile maceradan mahrum kalmak…
Sabah güneşin doğuşuyla, zifiri karanlık yerini uçsuz bucaksız pembe bir kuma bırakmaya başlıyor. O anda biliyoruz ki, hepimizin hayatında bir şeyler değişiyor. Hiç birimiz o geceyi yaşamadan önceki biz değiliz artık. Bunu da oradaki Berberilere eşlik eden dördümüz dışındaki hiç kimseye tam olarak anlatamayacağımızı biliyoruz.
Öğle sıcağı basmadan önce develerimize binip, çölden çıkmak için tekrar yola düşüyoruz.
Bu sefer develerin üzerinde olmak da, çöl de, bilinmezlik de bizim için korkutucu değil. Aksine tarifsiz bir keyif içindeyiz.
Çöl, bizim bildiğimiz hiç bir şeye benzemiyor. Bizim bildiğimiz kuralların hiç biri çölde geçerli değil. Diğer yandan, çok ironik biçimde hayatı anlamak için, anı yaşamayı öğrenebilmek için, günlük yaşam kaygılarımızın ne kadar boş olduğunu anlamak için çöle gitmek gerekiyormuş. Hiçlik, insana ve hayatına tarifsiz bir ayna tutuyor.
Dip Not: Coğrafya derslerinde hep kandırılmışız. Çölün gece çok soğuk olacağından emin olarak, boşu boşuna ceketler taşıdık. Askılı elbiselerimiz ve yalınayaklarımızla çölün ortasında bir gece geçirdik. Gündüzün yakıcı sıcağının yerini, hafif bir rüzgar almıştı; ama hava hala hiç cekete ihtiyaç duymayacak kadar sıcaktı.
Keyifle ve keşifle kalın!
samanyolunun fotoğrafı var mı çekebildin mi 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
Malesef o kadar profesyonel bir kamera yoktu çölde yanımızda. Cep telefonu da gece kısmında oldukça yetersiz kaldı.
BeğenBeğen
bütün yazılarını resmen yaşayarak okuyorumn çok iyi yazıyorsun
şimdilk fas bana uzak senden bir tavsiye istiyeceğim 🙂
izmir’e gitmek istiyorum çevresini dolaşmak ama çeşme alaçatı çok yoğun daha sakin daha keşfedilmemiş ama denize gireceğim gezeceğim dinleneceğim yerler olsun istiyorum bence sen beni anladın lütfennnnn :))))
BeğenBeğen
Sevda çok çok teşekkür ederim.
Urla tarafı olabilir. Şarap evlerini gezmek çok keyifli o taraflarda. Teos tarafı var benim sürekli gittiğim ve fotoğraflarını paylaştığım yer. Teos Village konaklamak için güzel bir seçenek. O civarlarda köylerde nefis pazarlar kuruluyor. Ayrıca bu nefis bir yazı fikri, çok teşekkür ederim. Ama yazıdan önce özellikle tavsiye istediğin bir konu olursa, elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışırım. Sevgiler
BeğenBeğen