İlişkiler, sınırlar, son kullanma tarihleri

Yeni insanlarla tanışmanın gerçekten çok kolaylaştığı bir dönemde, bu kadar çok kişinin “yalnızlıktan” veya “ilişkisinde mutsuz olduğundan” yakınmasında çok garip bir ironi yok mu?

19c12aed737330f9fb3c20fd79730408

Uzun zamandır kalabalık bir kız grubu toplandığımızda şaşkınlıkla şunu farkediyorum. Herkes harika görünüyor, herkesin iyi kariyerleri var, herkes öyle ya da böyle bir para kazanıyor, geziyor, tozuyor, spor yapıyor, hobilerinin peşinden koşuyor. Hayatta olduramadığımız tek konu var: Erkekler!

Sohbet bir noktada, oldukça çaresiz bir havaya bürünüyor. Herkes görüştüğü adamların, ya bir noktada ortadan kaybolduğundan veya kaba hareketler sergilemeye başladığından, bu yüzden bir türlü sağlıklı bir ilişkiye geçilemediğinden yakınıyor. Bu sohbetlerin kapanış cümlesi genellikle, “Ortalıkta erkek kalmadı. Etraftaki bütün hoş ve tatlı adamlar da gay zaten!” oluyor.

Bir ilişki içinde olanlar da, “ilişkinin heyecanını kaybettiğinden”, “karşısındakinin çok değiştiğinden”, “kendisine vakit ayırmadığından”, özetle “ilişkisinde mutsuz olduğundan” yakınıyor.

İşin daha garip tarafı, yakın erkek arkadaşlarımla buluştuğumda da, erkeklerin de mutlu olacakları bir ilişki peşinde koştuğunu görüyorum. Diğer yandan da ilişkiyi “ağır bir sorumluluk” ile özdeşleştirdiklerini, bu yüzden de bir ilişki yaşamaktan korkar hale geldiklerini görüyorum.

1518640449_1d34cd1afcabddaab3dad89c57eb191c

Geçtiğimiz haftalarda, Black Mirror’ın “Hang the DJ” bölümünü izledim.

Bir uygulama var; sizi çeşitli görüşmelere çıkartıyor. Amacı sizi ideal eşinize hazırlamak. Birisiyle buluştuğunuz anda o ilişkinin ne kadar süreceğini biliyorsunuz. Bu süre 12 saat de olabiliyor; bir sene de… Ayrılık tarihinizi bilerek o insanla bir ilişki yaşamaya başlıyorsunuz. Bütün bu ilişki silsilesinin sonunda da ideal partnerinize hazır olup onunla tanışacağınız vaad ediliyor.

dd9601f8244bc3c3b3239b6797f84ee2.jpg

Bir yazılım sizin için ideal eşi bulabilsin ister miydiniz? Peki ya, yeni görüşmeye başladığınız biriyle, aranızdaki ilişkinin ne zaman biteceğini bilmeyi?

Bu soruyu etrafımdaki herkese sorup durdum birkaç gün boyunca. Herkesten aldığım cevap “Tabii ki evet!” oldu.

a597100252db8ed26c3fbd9729ed5170.jpg

Belki de sorun tam olarak da bu: Mutlu olmak için ilişki yaşamak istiyoruz. Ama ilişkinin içini sevgi ve heyecanla değil; egolar, sorumluluklar, sınırlar ve “şöyle olmalı”larla doldurup duruyoruz.

Her seferinde “bize benzer olan”ın veya “aklımızdaki kalıplara en uygun olanın” ideal kişi olduğunu düşünme yanılgısına kapılıyoruz. Bizim düşündüğümüzden farklı bir şey düşündüğünde veya yaptığında, direk eleştirmeye ve değiştirmeye çalışıyoruz.

Belki de bunu yaparak, harika olabilecek ilişkileri biz bozuyoruz. Karşımızdaki kişiyi “bizim aklımızdaki kişi”ye dönüştürmeye çalışıp, onu “sorumluluklara boğarken”…

IMG_9017-001.JPG

Geçtiğimiz sene çölde geçirdiğim saatlerde yaşadığım metaforlar, bana çok etkileyici hayat dersleri vermişti:

Bir gece, çölün ortasında, etrafta hiç bir şeyin olmadığı bir noktada, hiç tanımadığımız Berberi’lerin yaptığı müziği dinleyerek, samanyolunu izleyerek saatler geçirdik. O an ve o mekan daha önce bildiğimiz hiç bir şeye benzemiyordu. Yalınayak, sonsuz bir kum yığının ortasındaydık. Telefonlarımız çalışmıyordu, haritada nerede olduğumuz hakkında hiç bir fikrimiz yoktu. Bilinmezliğin ortasındaydık. Korkutucuydu. Heyecanlıydı. Büyüleyiciydi. Farklıydı. Sürprizlerle doluydu. Sınırsızdı. Hem ürkmüştük, başımız dönmüştü, kalbimiz hızla çarpmıştı, hem de mutluluktan ölebilecek gibi hissetmiştik.

Sonra turistlerin geceleri konakladığı çadır ile çevrelenmiş alanın ortasına dönmüştük. Aslında birkaç saat önce dışarıda olduğumuzdan daha güvenli değildi. Yine de o etrafımızdaki çadırlar -sınırlar- bize garip bir güven hissi veriyordu. Etrafımız çevrili, yerimiz belliydi. Artık korkmuyorduk. Diğer yandan altımızdaki kum aynı çölün kumu, üstümüzdeki yıldızlar aynı gökyüzünün yıldızları olmasına rağmen, aynı büyüleyicilik yoktu. O kadar heyecan vermiyordu. O kadar sonsuz gelmiyordu. O kadar sıra dışı değildi.

Bunu bir hayat dersi olarak almıştık. İşlerimizdeki tercihlerimizde, hayatımıza aldığımız insanlarda, hep o çadırların verdiği güven hissini arıyorduk. Sözlere, taahhütlere, vaadlere ihtiyaç duyuyorduk. Ancak bunun aynı zamanda bilinmezliğin sonsuz seçeneklerini, belirsizliğin heyecanını, beklentisizliğin harika hissini yok ettiğini fark etmiyorduk.

Ertesi gün o çölden çıkarken, kendimize bir söz vermiştik; sahte sınırlar ve sahte güven sınırları çizip hayatın keyfini yok etmeyecektik.

7c7073ded3cb2b473fce3255d656245f

O gün Black Mirror’un o bölümünü izlerken, arkamdan bana güzel kolları ile dolanmış adam bana çölde geçirdiğim o geceyi anımsattı. Tanışmamız bile benim açımdan “güven sınırlarından uzakta” bir biçimde gerçekleşmişti. Aramızda zorunluluktan verilen sözler, sahte güven sınırları, taahhütler yoktu. Birbirimizi bir daha ne zaman göreceğimize ilişkin hiç bir cümle kurmamamıza rağmen, oldukça sık görüşüyorduk. Söz verdiğimiz için değil, ayıp olmasın diye değil, aman şimdi trip atmasın diye hiç değil. Yalnızca istediğimiz için. Yalnızca istediğimiz kadar. Görüştüğümüzde ne yapacağımız hakkında hiç bir fikrimiz veya planımız olmuyordu. Pijamalarımızla oturup çay da içebiliyorduk, clubta insanlara “Pes artık!” dedirten danslar da yapabiliyorduk, algoritma belgeseli de izleyebiliyorduk, kahvaltıda hamburger yiyip bira da içebiliyorduk.

“Bunu söylersem hakkımda ne düşünür?” tasamız olmadan her şeyi konuşabiliyorduk. Muhtemelen bir algoritma çalışsa, “uygunluk”, “benzerlik” kriterleri kullanılsa asla yan yana gelmeyecek iki insandık. Birimiz ev sıcak diye soyunurken, diğerimiz battaniyeye dolanıp yatıyordu. Karakter farklılıklarımız şakalaşma ve kahkaha konusu oluyordu, çünkü birbirimize dayattığımız “şöyle olmalısın”lar yoktu. Rahatça, “Sanırım senin bayıldığın şeylerin %80’inden benim hoşlanmadığımı peşinen kabul edebilirsin.” diye takılabiliyordum.

Derken…

Bugün koskoca bir hafta boyunca görüşmediğimizi fark ettim. Kimsenin suçu değildi, ikimizin de bambaşka planlarında kesişememiştik o kadar. Yine de paniğe kapıldım.“Bir hafta görüşmeden durabiliyorsak, aramızda sandığım kadar büyük bir tutku yok.” sonucuna vardım. Büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Çünkü ben her zaman mantık sınırlarını aşan tutkulu şeylerin peşinde olmuşumdur.

“Büyüsü bozuldu, zorlamanın alemi yok. Bu macera bitmiştir.” dedim. Sonra fark ettim ki, bu yaptığım da bir sınır koymaydı. Tutkuyu neyle ölçecektik? Bir hafta süreyi neye göre belirlemiştim?

Belki içgüdüsel biçimde haklı bir sezgiydi bu. Belki gerçekten de bu maceranın sonu gelmişti. Ama bunu ölçmeye, biçmeye, noktalamaya, açıklama yapmaya, yönetmeye çalışmama gerek yoktu ki..

IMG_9009.JPG

Çöldeki bir diyalog geldi aklıma: “Bana bu çölün hissettirdiklerini hissettirecek bir adam istiyorum hayatımda.” demiştim. Yol arkadaşım cevap vermişti: “Sezen çöl sana hiç bir şey yapmıyor şu anda. O olduğu gibi, olduğu şekilde duruyor. Farkında mısın? O harika hisleri kendine yaşatan sensin.” Haklıydı.

Kendi kendime yaşadığım bir farkındalığı bütün hemcinslerimle paylaşmak istedim: O çöl hissini hep korumamız lazım. Belli bir kişiye bağlamadan hep o hissiyat içinde kalmamız… İş hayatından kalma alışkanlıklarımızı, planlamaları, proje gibi bütün hayatımızı yönetme çabalarımızı, herkesten en çok verimi alma kaygımızı bir kenara bırakmamız…

Ancak o zaman harika şeyler yaşayan, mutlu kadınlar olabileceğiz. Yaşatacak adamlar belirli aralıklarla değişse de… Sonsuzluk, belirsizlik, güvenle akışa teslimiyet kendimize yapabileceğimiz en güzel şey!

Flörtle, kalp atışlarıyla, tutkuyla kalın!

 

İlişkiler, sınırlar, son kullanma tarihleri” üzerine 5 yorum

  1. Ilgun dedi ki:

    hem hayatindaki insanlari kendi hissettiklerin icin orda tuttugunu ve bunun aslinda onlarin davranislariyla, olus halleriyle zerre alakali olmadigini fark ettiginde hicbir sinirin kalmadigi gibi, kizginlarin da bitiyor. ask, tutku bunlar hep bizim icimizde. (:

    Beğen

  2. Anat dedi ki:

    Harika bir yazi Sezen, duygularini ve dusuncelerini yaziya dokus seklin cok guzel. Ve ufkumu actin, kesinlikle iliskilerde biraz daha akisa birakmak lazim olaylari. Merak ettim, hislerinde hakli miymissin acaba gorustugun adamla ilgili? Bir sonraki postta bizimle paylas 🙂 Umarim olaylar senin mutlu olacagin sekilde gelisir, sevgiler.

    Beğen

  3. enne dedi ki:

    Peki bunu nasıl yapacağız? Ne bileyim bir “an” mı bekleyeceğiz? Bugün bu farkındalığa ulaşmak için harika bir yazı okudum ama bunu başarabileceğimden emin değilim. Ben herkesi olduğu gibi kabul edebiliyorum da beni bu şekilde kabul etmeyen (ve hayatımda kalması gereken) kişileri ne yapacağım? Kafam karışıktı zaten, daha da karıştı:) Ama kafa karışıklığı iyidir, düşünmeye zorluyor beni, çok teşekkürler bu güzel yazı için, şiir gibi geldi.

    Beğen

  4. eda dedi ki:

    Bu yazi tam da bu yazida gecen cumlelerin benzerlerini kafamda evirip cevirirken ama net bir yere yerlestiremezken karsima cikti. Daha dogrusu birden seni hatirladim bayadir girmiyorum bloga birseyler yazmis midir ki dedim ve bingo.. Sezen, uzaktan ve hic tanimadigim “his” daşım (uydurdum smdi bunu:) ) , cok tesekkurler..

    Beğen

Yorum bırakın