Kişisel Aşk Tarihim

Evde dans edip ağlarken, gözümün önüne nice sahne geliyor. Çeşme’den, Napa’dan, Oslo’dan, Londra’dan, İstanbul’dan, Tel Aviv’den; havalimanlarından, restoranlardan, partilerden… Dans ederken, kahkahalar atarken, kadehler tokuşurken, el ele yürürken, kendimi tamamlanmış hissederken, mutluyken, ışıldarken… Karşımda bambaşka adamlar bana ışıldayan gözlerle bakarken…

Gülümsüyorum. Daha çok dans ediyorum. “Teşekkür ederim hayat!” diyorum. Kendime bir bardağa biraz buz, üzerine de sek cin koyuyorum, müziğin sesini biraz daha açıyorum.

Yaşadığım hayat bir sürü yönden sorgulanabilir, ama net olan bir şey varsa o da hayat bana erkekler konusunda hep cömert davrandı.

Bana hep aşk verdi, macera verdi, güzel erkekler verdi.

IMG_1828 2.JPG

Hemcinslerim arasında “Ortalıkta düzgün erkek kalmadı.” isyanları yükselirken, “Bu şanslı karı bu adamları nereden buluyor?” diye sorulan kadınlardan oldum ben.

Fırlamaydım, kaprisliydim, büyük beklentilerim vardı, keyfim kaçtığında pire için yorgan yakıyordum. Şimdi geriye dönüp baktığımda çekilmez olduğum zamanlar olduğunu görüyorum.

Yine de hayatıma giren her erkeği andığımda yüzümde kocaman bir gülümseme oluşuyor. Birbirimizi hırpaladığımız zamanlar olduysa da, hepsiyle çok güzel hikayelerimiz oldu, çok eğlendik, kendimizi yeniden keşfettik!

Hiç birinin sonunda da pek üzülmeye fırsatım olmadı. İnanılmaz bir hızla bambaşka bir adam, gelip beni hayatına alıverdi.

Blogumu uzun süredir okuyanlara bu hikayelerin hepsi tanıdık gelecektir:

İlk uzun süreli sevgilimden (Mr. Prozac) ayrıldığımda, o dönemin çok meşhur bir müzik veritabanını kuran adamla yolum kesişti. Tam bir deliydi! Reina’da valeye vermek için artık üretilmeyen bir mobilet alıyor; normalde Anjelique – Reina arası gidip gelen teknelerle beni evime bırakıyor, dileklerimi kız kulesine kokteyl bardağı attırarak diletiyordu.

Onunla mantıklı hiç bir şey konuşamamak beni germeye başladığında, çok yakın bir kız arkadaşımla kafa dağıtmak için Müslüm Gürses konserine gittiğimizde, sonrasındaki üç yılımı birlikte geçireceğim adamla (Aşk) tanıştım. Hayatımdaki bir sürü dönüm noktasına o eşlik etti. Onunla birlikteyken avukat oldum, onunla birlikteyken şimdi yaşadığım eve taşındım. O benim hayatıma ilişki kavramını soktu, ben onun hayatına bitmek bilmeyen bir seyahat arzusu…

Onunla ayrıldığımızda, o rakı sofralarında “Ben bunu hak etmiyorum.” konuşmaları yaparken, ben bambaşka bir adamla (Paşam) partilerde fink atıyordum. Onunla didişmeye başladığımızda, Babylon’da çok kötü bir konserde kapı önünde takılırken, bir sonraki üç yılımın eşlikçisi olacak Mr. Feelgood ile tanıştım. Hayatıma girmiş bütün fırlama ve çok sosyal adamların aksine, o bir güven durağı gibiydi benim için. Ancak bir süre sonra pasifliği huzur vermekten çok, rahatsız edici olmaya başladı.

half moon bay_ritz  carlton_mushaboom8(5).JPG

Onunla ayrılık konuşması yaptığım günün akşamında Back Bar’da tanıştığım adamın peşinden Amerika’ya gittim. Hayat planlarım arasında evlenmek yok; ama bir gün balayı yaparsam bile onunla geçirdiğim tatil kadar romantik olamaz muhtemelen.

O, San Francisco’dan İstanbul’a taşındığında, Big Sur’da night spa yerine akşam sinemaya gitmek gibi planlara düştüğümüzde ve aramıza gerçek hayat girdiğinde, “Türk erkeklerinde iş yok ya!” diye bir ukalalık yapma haddini kendimde buldum. Kimse de çıkıp “Sen kimsin be?” diyerek silkelemedi beni.

Ondan sonra casus olduğunu (Böyle diyince film ve abartı gibi geliyor, ama gerçekten!) çok sonradan çok fantastik maceralar yaşarak öğrendiğim bir İngiliz, kız kıza Çeşme’ye tatile gittiğimizde tanıştığım bir Fransız gibi çok da uzun süreli olmayan ama hepsi şahane anlar içeren hikayelerim oldu.

Tam bu dönemlerde bir de, part-time seyahat aşkım vardı: Prag’ta, Budapeşte’de, Norveç’te buluşuyorduk, muhteşem keyifli seyahatler yapıyor ve çok eğleniyorduk.

Belki de ben aşka aşık kadınlardandım, yakın arkadaşlarımın beni anlatıyor dedikleri şu kare gerçekten de beni anlatıyordu:

IMG_1285.JPG

Derken tantra ile ilgilenmeye başladım. Durdum, kendimi sorguladım. Beklentilerimle, çekilmez yanlarımla, karşımdaki adamları boğduğum taraflarımla yüzleştim. Duruldum. Aynı dönemde MBA yüksek lisansına da başlayınca, zaten günümün uyku dışındaki bütün zamanlarını İkitelli’de geçirir oldum.

Hepsinin üzerine bir de Fas macerasını yaşadım. Çöl beni dönüştürdü. Çöl, beni beklentiler ve sınırlar konusunda bir gecede eğitti.

Ben sınırsız bir arzu istiyordum hayatımda. Karşılıklı sözler, taahhütler ve “Biz neyiz?” konuşmaları içermeyen, kimsenin çaba harcayıp fedakarlık yapmak zorunda olmayacağı, iki insanın arasındaki arzunun diğer her şeyi gereksiz kılacağı büyülü bir şey.

Ve karşımdaki adamı beklentilere boğmayacaktım, sınırlar çizmeyecektim, trip atmayacak, olay çıkarmayacak, kırıldığımda başkalarına koşmak yerine, oturup onunla duygularımı ifade ederek iletişim kuracaktım.

Hayat bu ya, tam bu dönemlerde, raporum bitip İstanbul’a ayak bastığım ilk gecede Mr. Papyon ile yollarımız kesişti. Büyülü gibiydi her şey. Daha tanıştığımız ilk hafta gecenin bir vakti, “Hadi Tayland bileti alıyoruz. İyi gezmişsin, ama Asya eksik! Ben bugüne kadar hiç bir sevgilimle bile birkaç ay sonraya plan yapmadım, ama seninle bunu yapmak istiyorum.” diye kapıma dayanmıştı.

Geceleri ikimiz de kendi arkadaşlarımızla dışarıda dans ederken, bir şekilde mutlaka kesişiyorduk. Bir daha ne zaman görüşeceğimizi asla planlamadan, haftanın dört- beş gününü birlikte geçirir olmuştuk. Çok dans ediyorduk, çok eğleniyorduk, birlikte çok vakit geçiriyorduk. Yavaş yavaş her şey kendiliğinden evrildi, biz hiç konuşmadan, kendiliğinden, öyle istediğimiz için. Bir noktada bütün planlarımızı birlikte yapar olduk. Aradan aylar geçiyordu, bizim kahkahamız, eğlencemiz, arzumuz ve birlikte vakit geçirme isteğimiz azalmıyordu! (Ya da daha doğrusu ben bütün bunların böyle olduğunu sanıyordum!)

IMG_3550.JPG

Aradan bir yıldan uzun zaman geçmişken, onunla buluşmaya giderken, kırmızı ışıklarda durmaya tahammül edememe ben bile şaşıyordum.

Benim yıllardır inatla “aşk peşinde koşmamı” izleyen bütün arkadaşlarım ve bu blogu okuyan herkes, “Evet, galiba o adam, bu adam.” dedi. Onun benim hayatıma girişi, hiç tanımadığım bir sürü kişinin bile “güzel, boğucu olmayan ve çok şey paylaşılan bir ilişki”nin mümkün olduğuna inanmasını sağladı.

Gelgelelim bende geçmek bilmeyen bir “ama” vardı. Kız kıza sohbetlerimizde “Nasıl gidiyor?” diye sorulduğunda “Her şey çok güzel ama…” diye başlıyordum. Nasıl ifade edeceğimi kesinlikle bilmediğim bir “ama”ydı bu. Kimseye de anlatamıyordum.

O, asla bana iltifat etmiyor, hiç bir zaman “İyi ki hayatımdasın” benzeri cümleler kurmuyordu. Hani biz kadınlar, beğenildiğimizi her hücremizle hissettiğimizde ayaklarımız yere basmaz, üzerimize garip bir ışıltı gelir ya! O, benden bu ışıldamayı esirgiyordu. Bazen inanılmaz şekilde beni kırıp döküyordu.

Güzel giyindiğimde, herkes bu gün ne kadar güzel olmuşsun, iltifatlarına boğduğunda, o mutlaka bir kusuruma takılıyor, ayakkabımla dalga geçiyordu örneğin. Etrafımızdaki bütün kadın arkadaşlarımıza bile benden daha çok iltifat ediyordu. Bir gün olsun, kafamı çevirdiğinde, dalmış beğeniyle beni izlerken görmedim mesela onu.

Garip geliyordu bu bana (O kadar büyük bir tutku varken, bu nasıl olabilirdi ki?), ama ortada bir sorun olmadığı için “Olay çıkartma Sezen!” diyordum kendime.

Derken teknede, şahane bir tatil yaparken, bir akşam yemeğine gitmek için süslenirken, şeytan dürttü derler ya, bu güne kadar hiç yapmadığım bir şeyi yapıp, telefonunu elime aldım. Nokta atışı ile aradığımı da buldum. Bir yıl kadar önce, benim bizim çok olağanüstü, çok tutkulu, çok sıra dışı bir şey yaşadığımızı düşündüğüm dönemlerde, bambaşka bir kadını eve filan çağırdığını gördüm!! Özür açıklaması olarak da “Evli olmasına yükselmiştim.” dedi. Olup bitenler mi, bu açıklama mı beni daha çok dağıttı emin değilim.

Bazı şeyler hiç senin başına gelmez sanırsın ve öyle de bir güzel gelir ya! Yer ayağımın altından çekilirken, benim açımdan her şey tuzla buz oldu. Çok kırıldım, çok hayal kırıklığına uğradım.

Her şeyi üzerine kurduğumuzu sandığım o arzu ve tutku aslında yokmuş! Aslında benimle tanıştığımda hiç de “İşte bu!” dememiş.

Benim hayatında ne kadar önemli olduğumu, birlikte çok eğlenerek, gezerek, keyifle geçirdiğimiz aylarda değil, ancak ilk krizimizde, beni ilk kaybetmek üzere olduğu anda anlamış. Ancak o zaman oturup, düşünerek ve mantıkla hayatındaki bazı şeyleri değiştirmeye karar vermiş!

Ve en kötüsü, biz, benim yaşadığımızı sandığım şeyi yaşamıyormuşuz!

Bir anda benim açımdan her şey yerli yerine oturdu. “Ama”larımın kaynağını da bulmuş oldum. Ben onun olağandışı bir şekilde arzuladığı kadın değil, mantıkla düşünüp hayatında tutmak istediği kadındım. Ve o hayatındaki kadının değerini ancak kaybettiğinde anlayan adamlardandı. Ve sahip olmadığı her şeyi daha güzel gören! Muhtemelen benimle ne kadar mutlu olduğunu da, ancak ben onun hayatından tamamen çıktığımda anlayacaktı.

Bazılarına göre, oturup düşünülüp taşınılarak, mantıkla verilen kararlar, çabayla hayatta yapılan değişiklikler daha kıymetli. “Ben yaptım, ben değiştirdim.” gibisinden bir egoyu besliyor sanırım. Oysa ki ben bu sefer çok egosuz, çok inanarak gelmiştim! Ve peşinde olduğum şey kesinlikle bu değildi.

“Belki de bu kadar beklentisiz, egosuz, uyumlu olmak yanlıştı?” ile “Hayır, yanlış olan senin yaklaşımın değil, adamdı.” arasında gidip gelirken, kadehimi hayata kaldırıyorum.

“Anasını satayım, ben hayatımda ilk defa bu kadar usluydum, farklı bir şey olabileceğine bu kadar inanmıştım!”

O sırada, eski bir aşkım arıyor. “Neler oluyor?” diye soruyor. Anlatıyorum. “Çocuğu kurtarmayı deneyebilirim ama zor yani.” diyor. Gülüyoruz. “Sen adamlara kendilerini bir anda çok erkek, çok iyi hissettiriyorsun, bunu kaldıracak olgunlukta olmayabilir mi?” diyor. Yine kurtaramıyoruz, konuyu değiştiriyoruz. Birlikte yaptığımız şahane tatillerden bahsediyoruz.

Telefonu kapattığımda keyfim de kendime güvenim de yerine gelmiş durumda, kızlarla birlikte kadını inceliyoruz. “Bari güzel bir kadın olsaydı ya, yaptığı hareket bu kadar basit ve ergen olmazdı. Bir hak verebilirdik!”, “Senin ne kadar güzel olduğunu da sen ancak başka bir adamla olduğunla anlayacak sanırım.”  ile başlayıp, “Kirpiğini ve dudağını düşürmüş kadın galiba bir yerde.” “Ama evli! Sen bekarsın, o yüzden daha az cazipsin kabul et!”e varacak kadar çirkinleşiyoruz. Ama iyi gülüyoruz. Her zaman gülebilmemizi seviyorum.

IMG_5038.JPG

Telefonu kapatırken, gözlerimi de kapatıyorum: “Güzel erkek kotamı doldurmamışımdır değil mi?”

 

Kişisel Aşk Tarihim” üzerine 11 yorum

  1. Pannocchia dedi ki:

    Bu kısacık anlatımdan sanki narsisistik bir adama denk gelmişsin izlenimini edindim Sezen, sorun kesinlikle onda yani. Sen bu yaklaşımını sürdürmeye devam et:)

    Beğen

    • Aydan dedi ki:

      Neden bu kadar etkilendim bilemiyorum. Ben de çok inanmıştım bu ilişkiye. Enerjin ile her şeyin üstesinden gelirsin en iyi yollar açılsın önüne👣👣

      Beğen

  2. Pannocchia dedi ki:

    Skins adlı dizideki Tony ve Michelle karakterlerinin ilişkisini anımsattı, ilk 2 sezonu izlemeni tavsiye ederim:)

    Beğen

  3. Gizli takipci dedi ki:

    Tanismiyoruz, kesfette kesfettim aylardir stalkliyorum. Ya adam sizin yaninizda guzel degildi zaten oh ititaf ettim, iyisiyle kotusuyle hayati dolu dolu yasayan bir insansiniz belli, aradiginizi bulacaksiniz merak etmeyin 😉

    Beğen

  4. Handan dedi ki:

    Tekne tatilleri zordur, dar alanda bütün gün tan yana… İkiniz de kendiniz gibi davranmadiginiz şehirde bunu saklayabilnişken teknede yapamamış atmışsıniz maskeleri;sen “beklentisinin” derken dahi bir beklentiye giriyorsun, ki adam daha doğru bir noktada sana hiç süpersin, teksin vs vb dememiş. Daha önce bir fotoğraftan seni yorumlamıştım, yine geçerli bu.asik olmadan ilişki böyle oluyor, sakin

    Beğen

  5. handan dedi ki:

    sabah sabah yakın gözlüğü yokken yatakta yazınca yorumu dünya kadar hata yapmışım.
    ”beklentisizim” derken bile bir beklenti aslında bu; oysa herkes her ilişkiden bir şeyler bekler; sevgi, heyecan, aranmak, sarıp sarmalanmak, güven vs. vb. ve hepsi de insana dair duygular ve isteklerdir. sen kendini geriyorsun sürekli beklentisiz bir kadın olayım derken, bekle, bunda yanlış yok. bir de evet, tekne tatilleri hakikaten zordur hele senin gibi benim gibi çocukluğu karada geçmiş insanlar için. yaz tatilleri başka bir olgu denizde günler geçirmek başka bir duygu. telefon kurcalamaya kadar sıkılmışsın belli ki, bir de tabii sürekli ”ışıldadığından” dem vururken aslında bunu karşı tarafa inandırmak ve ona da söyletmek isteğin ama söyletememen krizi tetiklemiş. olan olmuş. neyse, deme o ki bir başka seyahat ile onarırsın kendini. sevgiler.

    Beğen

  6. Hülya Gül Diktaş dedi ki:

    5 sene sonra kel olacak sevgilisine güzel demeye eriniyor. Bir de evli bir kadın ile takılıyor. Evlenince eve gelmeyecek erkek tanımı gibi adammış geçmiş olsun iyi atlattınız bence… Bence beklentisizlik karşısındaki kişiyi tanımakla ve kabul etmekle ilgili olmalı. Yani karakterini imkanlarını kabul etmek… İlişkiye dair tümüyle bir beklentisizlik kırıcı bir şey bence.

    Beğen

  7. madamcoco dedi ki:

    İnanmıyorum sana ben senin zekandan çok umutluydum , daha ben resimden anladım sana birşey hissetmediğini…Otur sıfır zilloş 🙂

    Beğen

  8. pinar dedi ki:

    seni çok takdir ettim.. mevcut konfor alanını bırakıp kendine bahaneler üretmeden onla olduğun ortamı terk etmişsin, hem de süper giden bir tatilin ortasında..çoğu kişinin cesaret edemeyeceği ve ‘nasıl olsa ilişkinin çok başlarında olmuş bir olay, benimle daha bu kadar yakın değilmiş’ gibi kandırmacalara üretebileceği durumlara hiç girmemişsin.. (biz kadınlar kendimizi avutmayı severiz çünkü) itiraf edeyim bay papyonda hep oturmamış bir şeyler görüyordum, yanında sakil kalıyordu. sana daha enerjisi yüksek, daha sarıp sarmalayacak ve hak ettiğin iltifatları, ışıltılı bakışları verecek biri olmalı.. eminim o insan da buralarda bir yerde, kotan daha dolmadı bence 🙂

    Beğen

  9. Yonca dedi ki:

    Canım Sezen,
    Hayat çok acayip bir şey.Okuduğun birçok yerde kendimi gördüm.Senin dediğin gibi benim de yaşadığımızı sandığım şey, aslında benim kafamda yaşadığım ve yaşattığımmış:)
    Bu durumda aramızdaki fark ne biliyor musun?
    Benim çok sevgili eşim bekar bir kız bulmuş:)
    Ve ortaya koyduğu bahanelerle sadece kendi vicdanını rahatlatmaya çalışıp bana kendimi suçlu hissettirmiş.
    Ben onun sağlığı hakkında endişelenirken, fazlasıyla kendimi suçlarken o başka bir kadınla berabermiş.
    Hani hissedersin ama konduramazsın ya aynen öyle.Ama” hislerin delile ihtiyacı yoktur.”
    Telefonu bile kurcalamadan olaylar karşına çıkabiliyormuş.
    Şimdi sırada, kırılan kalbimizi toparlamak ve ne kadar muhteşem olduğumuzu kendimize hatırlatmak var.
    Sevgimle

    Beğen

Yorum bırakın