Hellooo yeni yaşım, sence de biraz hızlı gitmiyor muyuz?

Bana yıllardır insanların hiç bıkıp usanmadan sordukları bazı sorular var: “Ne zaman evleneceksin?”, “Kendi hukuk büronu kurmayı hiç düşünmedin mi?”, “Beyaz yakalı olarak çalışmayı bırakmayacak mısın?”, “Türkiye’ye biraz aykırısın, yurtdışına taşınmayı düşünmüyor musun?”

Bu sorulara cevap vermekte de hep biraz zorlanırım, çünkü bugüne kadar neyi “Asla yapmam.” dediysem kendimi hep onun içinde buldum. Yine de dürüst olmam gerekirse, bunların hiç biri benim ısrarla hayalini kurup arzuladığım şeyler arasında yer almadı.

Ben kendimi bildim bileli hep listeler yapan, hayaller kuran, geleceğe dönük vizyonlama yapan biri oldum. Ve otuzlu yaşlarda kendimi konumladığım, içinde görmek istediğim sahne hep aynı unsurları içeriyordu: Aldığım ağır ve iyi eğitimleri (hukuk fakültesi, iki yüksek lisans ve onlarca sertifika programı) kullanabileceğim pratiğe dökebileceğim bir işte çalışmayı ve bunun patronundan, maaşına, günlük rutinimden, işin niteliğine kadar hiç söylenmeden şevkle çalışacak kadar içime sinen bir iş olmasını arzuluyordum. Diğer yandan bütün hayatımın işten ibaret olması, bütün hayat motivasyonumu terfi ve zam üzerine kurguladığım bir senaryo da değildi arzuladığım. Birlikte harika vakit geçirdiğim arkadaşlarım olmalıydı, birlikte çılgınlarca partilemeli, kahkahalarla keyifli sohbetler etmeliydik. Bütün bunların yanı sıra bol bol seyahat etmeliydim, yazı yazmalıydım ve dönem dönem ilgimi çeken yeni hobilerim olmalıydı. Aşk, kalp çarpıntıları, flört hayatımdan hiç eksik olmamalıydı. İstediğim herhangi bir şeyi almak veya yapmak için ekonomik kaygılar gütmemeliydim. Ayrıca da aynaya baktığımda saçımı, cildimi, vücudumu beğenmeliydim. Çizgili, sınırlı, toplumun belirlediği kurallarla değil, kendi doğrularımla yaşayabilecek kadar özgür olmalıydım. Kendimi, sınırlarımı tanımalı, ne istediğimi olmasa bile ne istemediğimi çok iyi bilmeliydim.

Çok basit bir kurgu gibi görünse de, bütün bunları bir arada yapabilmek o kadar kolay değil gerçekten. Yıllarca bir yerini kotardıysam, başka yeri elimde kaldı. Ya çok yoğun çalıştım, ancak bu sırada kendime bakmaz oldum – aynaya baktığımda özensiz giyinmiş, saçları biçimsiz bir kadın buldum karşımda. Ya gerçekten bol bol seyahat ettim, ancak bu sırada kredi kartı borçlarına battım. Arkadaşlarımla çok eğlendiğim zamanlarda ise, çalıştığım işler bana külfet geldi, söylenerek kalktım yataktan. Güzel bir ilişki yaşadığımda, kendimi ve kendi zevklerimi ihmal ettim. Bu kombinasyonlar uzar gider.

Diğer yandan bütün bu uçlarda savrulduğum süre boyunca, hep tek bir şeyi çok iyi yaptığımı düşünüyorum: Her şeyi denedim, hep dolu dolu yaşadım. Birbirinden çok farklı insanlarla arkadaşlık yaptım, çok aşk yaşadım. Apayrı konseptlerde seyahatlere çıktım. Her türden müziğin dibine vurdum. Kavgalar ettim, göz yaşları döktüm, kahkahalar attım, valizler topladım, yollara düştüm, gerçek olamayacak kadar güzel mutlu anlar da, altından nasıl kalkacağımı bilmediğim hüsranlar da yaşadım, ömrümün sonuna kadar yanımda olacağını düşündüğüm bir çok insanla yollarımı ayırdım, bir çok yeni insan tanıdım, defalarca kurdum, yaktım, yeniden kurdum, bozdum, çekip gittim, geri döndüm, restler çektim, ateşkesler ilan ettim, ilişkilerden ve iş yerlerinden olaylı ayrılışlarım oldu. Bazen aşırıya kaçtım, bazen abarttım, bir çok hata da yaptım ama hepsini sonuna kadar hissederek ve tamamen kendi seçimlerim doğrultusunda yaşadım.

Geçen seneki doğum günü yazımda şöyle yazmıştım: “Neyi daha farklı yapmak isterdin?” sorusuna “Hiç bir şeyi. Hiç ama hiç bir şeyi. Yaptıklarımın hiç birini kasıtlı yapmadım, ama daha iyisi gerçekten olamazdı.” diyorum. Hala aynı fikirdeyim. Bütün yanlışlıklarım, bütün aşırılıklarım, bütün kalp kırıklıklarım ve hüsranlarım da dahil olmak üzere yaşadığım her şey bana aitti, benim seçimimdi.

Ve hayatımda ilk defa bu sene, hala bazı uçlar arasında savrulsam da, kendimi o hayalini kurduğum hayatı yaşarken görüyorum.

Yeni yaşıma başlamadan önceki son günlerimi, Teos’ta ailemle keyifli birkaç gün geçirerek ve deniz kıyısında uzatmalı yaz günleri yaşayarak geçiriyorum. Sonra İzmir’den Antalya’ya uçuyorum, hayatımdaki varlığı bana heyecan veren yakışıklı ile Antalya’nın Elmalı Bölgesi’nde Likya Şarap Bağları’nda buluşuyoruz. Bütün gün elimizde şarap kadehleri, kikirdeşerek ve fingirdeşerek şarap bağlarını geziyoruz. Akşam Nicole’den tanıdığımız şef Aylin Yazıcıoğlu’nun elinden, yöresel ürünlerle hazırlanmış güzel bir yemek yiyoruz. Özellikle son tabak – bir sütlaç yorumu- benim en favorim oluyor.

Şarap bağlarının ortasında, sobalarla ısıtılmış bir açık alandayız, tepemizde minik ampuller var. Şahane bir ambiyans, farklı lezzetler ve kadehlerce leziz şarap.

Yemekten sonra Demre’de demirlenmiş tekneye gitmek için yola koyuluyoruz. Yeni yaşımın ilk saati böyle başlıyor: Arka koltukta oturuyoruz, elimizde şarap bağından yolluk aldığım şişe var, arka fonda çalan nefis şarkılar çalıyor, arkamdan bana güzel kolları ile sımsıkı sarılıp, beni rahatça geniş omuzlarının arasına yerleştirmiş, başını boynuma gömmüş yakışıklı bir erkek… Gözlerimi kapatıp, ne kadar güzel bir yeni yaş başlangıcı diye düşünüyorum. Tekneye ulaşır ulaşmaz kendimi denize bırakıyorum, ekimin ortasında olmamıza rağmen, yüzülebilir bir ısıda harika bir denizdeyim. Tepemdeki yıldızlar, üst üste binmiş kadar çok ve hatta kayan bir yıldız bile görüyorum.

Tabii ki sadece filmlerde ve romanlarda son sahne böyle oluyor. Gerçek hayatta ise her zaman, her şey planladığımız gibi akmaya devam etmiyor. Bir seçim yapmak zorunda kalıyorum. İşin duygusal manipülasyon kısmını ve her kadında iç güdüsel olan “Belki ben ona iyi gelirim.” ümidini hesaba katınca kolay bir seçim değil. Yine de artık bu kadar yıllık deneyimimle, seçimimi kendimden yana yapıyorum. Artık kendi sınırlarımı, neyin bana iyi gelip gelmeyeceğini daha iyi seçebiliyorum. Gerektiği zaman yürüyüp gidebilmek, benim güçlü yanım, bunu biliyorum.

Demre’deki Antik Kent Myra’yı ziyaret ediyorum. Bazen doğa, bazen tarih iyi geliyor insanın ruhuna. Çok güzel ve oldukça iyi korunmuş bir antik kent Myra.

Myra’da geçirdiğim günü, deniz kıyısında kapatıyorum. En sevdiğim öğün olan buz gibi bira ve ev yapımı patates kızartmasıyla. Sonra Antalya’ya yola çıkıyorum, üniversiteden yakın bir arkadaşımla buluşuyoruz, tesadüfen plansızca ikimiz de Antalya’dayız. Bana sürpriz olarak getirdiği waffle pastayı yerken gülüyoruz, “En son ne zaman waffle yemiştik acaba?”

Ardından – böyle dediğimde kulağa absürd gelse de bir gerçek – geç bulduğum ve tanıştığım amcalarımla güzel bir sofraya oturuyoruz. Arka fonda canlı müzik çalarken, rakı kadehlerimiz tokuşurken, İstanbul uçağımı yakalayamayacağım aşikar. En son uçağa erteletiyorum biletimi.

Hayatında planladığın gibi gitmeyen şeylerle kendi kendine başına başa çıkabileceğini bilsen de ve çıkabilsen de, yine de her zaman sığınabileceğini bildiğin güzel insanlar olduğunu bilmek her zaman harika.

Tam gaz işe dönüyorum, şevkle ve keyifle. Patronum benimle o kadar ince, o kadar güzel yerlere dokunan bir konuşma yapıyor ki – “Çok şanslıyız.” diyerek gülümsüyoruz birbirimize. Az kelimeyle birbirimizi çok iyi anlayarak, açık ve net söylenmeyenlerde bile anlaştığımızı bilerek…

“Nasıl başlarsa öyle gider.” cümlesi doğruysa, bu yaşım gerçekten fiziksel anlamda da, duygusal anlamda da hareketli geçeceğe benziyor. Bol seyahatli, maceralı, keşifli, duygusal iniş çıkışlı…

İyi ki doğmuşum, hayatta olmak çok güzel!

Hellooo yeni yaşım, sence de biraz hızlı gitmiyor muyuz?” üzerine 4 yorum

    • Sezen dedi ki:

      Yorumlar otomatik yayınlanıyor, ben önden bir filtreleme yapmıyorum. Yayınlanmasını istenmeyen yorumlar için mail her zaman iyi bir seçenek 🙂

      Beğen

  1. handan dedi ki:

    çok mühim bişey değil ya, ”aykırı” yaşama dair, bir çok kadın senin gibi yaşıyor; yiyip içip sevişiyor da herkes bloguna instagramına bunu yazmıyor. yoksa bu kadar bekar erkek kiminle sevişiyor:)? ha belki senin kadar çok harcamıyorlardır, o da herkesin geliri ile alakalı.

    Beğen

Yorum bırakın