Sabahın köründeki Guatemala uçağımıza doğru yine Uber ile yol alırken, “İyi ki Panama’da daha uzun gün kalacak şekilde plan yapmamışız.” ve “Selina muazzam bir konsept, Guatemala’da da gittiğimiz şehirlerde Selina varsa mutlaka uğrayalım.” hemfikir olduğumuz iki konuydu.
Ülkeye girişin zorluğunun aksine çıkış oldukça pratik ve hızlı gerçekleşti. Bize katılacak bir diğer arkadaşımız da Hollanda’dan Meksika aktarmalı olarak yaklaşık aynı saatlerde Guatemala’ya iniş yapıyordu. Herkes uçağını yakaladığına göre, artık seyahatimizin planlamamız ve düşünmemiz gereken hiç bir şeyin olmadığı bölüme geçiyorduk.
Birkaç kere “Bugün ne yaparız?” gibi sorular sorduğumda hep benzer cevaplar aldım. Yanına gittiğimiz Jorge bizi yaşatırdı, o her şeyin her zaman en iyisini yapardı. O ve kuzenleri dünyanın bu tarafında her şeyi halledebilirdi. Çok tanımadığım biri hakkında bu kadar iddialı sözler söylendiğinde elbette ki abartıldığını düşünmekte haklıydım. Ancak bütün vücut ritmimi kaybetmiş olduğumdan herhangi bir şeye itiraz edebilecek durumda da değildim. Uykum var mı yok mu, aç mıyım yoksa tok muyum, sarhoş muyum yoksa ayık mıyım hiç bir fikrim yoktu. 18 saat uçuş üzerine, aşırı zor bir gümrük aşaması devirmiş, sonra saatlerce Selina partilerinde dans etmiş, sabah da erkenden uyanıp uçağa binmiştim.

Hatta Türkiye’de teslim ettiğim valizlerin Bogota’da 1,5 saatlik bekleme, sonra Panama’da bir gece kalış sonrası Guatemala’da bana kaybolmadan gelip gelemeyeceğini bile bilmiyordum.
Bu sefer Guatemala’ya girişte doldurmamız gereken formlar bize uçakta teslim edildi. Seyahate başladığımızdan beri sürekli duyduğumuz, “Evli misiniz?” / “Sevgili misiniz?” sorularına bir kere daha “Hayır” cevabı verdiğimiz için iki ayrı form doldurmak zorunda kaldık. Bir dahaki sefere uçuşlarda bu cevabı değiştirmeye karar vererek…
Helal olsun THY, dedirtecek şekilde valizlerimizin tamamı eksiksiz olarak Guatemala’daydı. Havalimanının kapısından çıktığımız anda Guatemala’yı çok seveceğimizden emindik. Oldukça etnik kıyafetler giymiş kişiler, ellerinde balonlar ve çiçeklerle sabırsızlıkla akrabalarını bekliyordu. Hayatımda hiç bu kadar kıyafetine özenmiş, balon ve çiçek almış yolcu bekleyen bir havalimanı kalabalığı görmemiştim.

Şoförümüz bizi karşıladı ve kalacağımız devasa ve telefonla kapı kilidi filan açılan oldukça lüks residance’a götürdü. Hızlıca valizlerimizi bırakıp, saçımıza başımıza şekil verip evden çıktık. “Camı açabilir miyiz biraz?” sorusuna, “Hayır camlarda kurşun geçirmez koruma var, o yüzden yalnızca klima açabilirim.” cevabı alınca inanılmaz şaşırdık. “O kadar tehlikeli mi?” diye sorduk. Endişelenmemiz gereken bir şey olmadığını, ancak buralarda bunun olağan bir tedbir olduğunu öğrendik.
Kaldığımız evin ne kadar devasa büyük olduğu konusunda bir sohbette ev sahibi olan arkadaşımız, “Evlenirsem yaşayabileceğim kadar büyük değil, o zaman farklı bir ev satın almam gerekir. Çünkü o zaman çocuklar için hemşire, ayrıca bakıcı, ayrıca şoför için ayrı ayrı alanlar gerekir.” şeklinde kendisi için çok olağan bir açıklama yaptığı anda, okeeeey sanırım abartılmıyor, biz burada gerçekten yaşayacağız, diyerek kendimi tamamen planların akışına bıraktım.
O andan itibaren seyahatin geri kalanında nereye gideceğimizi bile sormadım, sorguladığım tek şey şuydu: “Topuklu mu yoksa spor ayakkabı mı giymem daha uygun olur?”

Guatemala mutfağını tatmak istediğimiz için öğle yemeği için ilk durağımız Arein Cuan oldu. Gerçekten hiç bir turistin olmadığı, ailelerin yemek yemeğe geldiği oldukça lokal bir restorandı. Arka fonda canlı marimba çalan bir grup vardı. Güneş tepemizde parlıyordu ve her şeyden sipariş verdik. Chojin, guacamol, camarones, cuatra camino, kak’in, pepian, jacon, subanik.

Yemeklerden benim açımdan en favori mısır yaprağının içine sarılmış, acı sos eklenerek yenilen mısır püresi oldu.
Bir de Michelada ile burada tanıştık. Bloody Mary’e benzeyen, bira ile hazırlanan bir kokteyl. Bardağın yarısı domates suyu ve acılı baharatlı bir karışımla doldurulmuş olarak geliyor, yanında da bir şişe bira veriliyor. İçtikçe ekliyorsunuz. Gerçekten bayıldık.

Sohbet inanılmaz keyifli akıyordu, arka planda çalan marimba çok güzeldi, hava şahaneydi. Oturduğumuz yerden kesinlikle kalkasımız gelmedi, İspanyolca ilk cümlemi orada öğrendim, çok mutluyum anlamına gelen Estoy muy feliz!

Böylece bir şişe de rom siparişi verdik. Orada geçirdiğimiz her günde vazgeçilmez eşlikçimiz olacak Zacapa ile de böyle tanıştık. Pirinç sütü ile karıştırarak Horchata denilen kokteyllerden yaptık. Kahkahalarla sohbet edip kadehlerimizi tokuştururken, kara kalem karikatürümüzü çizdirdik. Ve oradan kalktığımızda hepimiz birlikte çok eğleneceğimizden emindik. Yine de eminim çıtanın ne kadar yükselebileceğini kimse tam olarak kestiremezdi.

Yemekten sonra “Eve gidip dinlenmek ister misiniz?” sorusuna şiddetle karşı çıktım. Çünkü eve gidip uyursak fena bir jet-lag vurgunu yerdik. Oranın gece saatine kadar uyumazsak, gece uyuyup sabah kalkarsak o dalgayı atlatacağımız geçmiş deneyimlerimle sabitti. O yüzde “Hadi bara gidelim.” dedik, sonra evde yeterince sayıda yastık olmaması sebebiyle kendimizi bir AVM’de yastık alışverişinde bulduk. “30’lu yaşlarla yüzleşme zamanı. Daha önce kimse yastığı umursar mıydı?”, “Bara gitmek için yola çıkıp da yastık alışverişine gelmek nedir?” esprileri havalarda uçuştu.

Sonra Hyatt Otel’in terasındaki bara gittik. Gerçekten muhteşemdi. Kadehlerimizin tokuşma sesleri kahkahalarımızla yarışıyordu. Sanki oradaki hepimizin bir araya geldiği ilk gün değil de, orada yaşıyormuş ve spontane aşırı keyifli bir gün geçiriyormuş hissindeydik.
Guatemala City bana İstanbul’a benzer bir his verdi yaşam tarzı açısından. Fakir semtler var, zengin semtler var. Zengin semtlerde bar, restoran ve alışveriş merkezlerine gittiğinizde pekala dünyanın diğer metropol şehirlerinden birindeymişsiniz gibi hissediyorsunuz. Oldukça iyi bir hizmet kalitesi, şık dekorasyonlar ve gayet modern giyimli görünüşlü insanlar… Hatta evlerin ve alışveriş merkezlerinin mimari ve zevk açısından İstanbul’dakinden daha üst segment bir kalitede olduğunu söyleyebilirim.
Ki zaten bu Orta Amerika ülkelerinde görüntüsü ve yaşamı iyi biri gördüğünüzde Guatemala’dan olduğunu söylüyorsa bu onun gerçekten çok varlıklı olduğu anlamına geliyormuş. “Güzel yaşayan varlıklı olduğu hissi veren biri, Guatemala’dansa gerçekten çok zengindir.” demekmiş. Guatemala’da da bu konuda birkaç aile diğer herkese dev fark atar biçimde varlığı elinde tutuyor. Süpermarketler zincirinin sahibi aile, rom ve diğer bazı içkilerin sahibi aile, kızarmış tavuk zincirinin sahibi olan ve aynı zamanda enerji yatırımları yapan aile. Ki sonraki günlerde bu ailelerin isimleri ile sıkça karşılaştık, çünkü ülkedeki bazı kültürel ve arkeolojik alanların en büyük destekçisi oldukları gibi, aynı zamanda da aşırı güzel evlerin de sahipleri.

Akşam yemeği için şehirdeki en iyi et restoranına gittik; Don Emiliano. Ki uzun zamandır gittiğim en iyi restoran olduğunu söyleyebilirim. Servis, dekorasyon, yediğimiz tatlılar dahil olmak üzere masaya gelen her şeyin hem sunumu hem de lezzeti aklımızı başımızdan aldı.


Gecenin bir noktasında, Berk inatla Guatemala City yerine Guacamole City demeye başlamıştı. Ona gülerken, bir noktada da ben kendimi Jorge’nin kuzeninin İngilizce olarak yarın gideceğimiz dağ hakkında “Aşağı kısım sıcak, yukarı kısımlara gittikçe oldukça soğuyacak hava.” şeklindeki bilgilerini, diğer yanımda duran Anisa’ya yine İngilizce olarak “Yani katlı giyinmemiz lazım, t-shirt üzeri sweatshirt iyi bir fikir olabilir.” şeklinde tercüme ediyordum. Buna da “iklimin modaya tercümesi” ismini taktık.
Daha ilk günden aramızda bir sürü ortak dil ve espri oluşmuştu. 30’lu yaşlarda bara gitmeden önce yastık alışverişi yapmak, Guacamole City, fashion translation…
Her günü o ekiple o şehirde geçirmek bile gayet güzel ve eğlenceli bir plan olurdu; ama çıta daha da yüksekti. Ertesi sabah erkenden uyanıp, yanardağa tırmanmak şeklinde aklımı başımdan alan bir plan vardı.
“Guatemala City – 1: Arein Cuan, Michelada, Zacapa, Hyatt Roof Bar, Don Emiliano” üzerine 2 yorum