Gel gidelim güneylere yenilenip dinlenmeye: Aşkın ve Gladyatörlerin Şehri Stratonikeia Antik Kenti, Toparlar Şelalesi ve Yuvarlakçay

Perşembe gecesi Dalyan’a doğru yola çıkma kararı aldığımızdan o hafta boyunca iş bilgisayarımın başında yaşıyorum. Yataktan kalkıyor, elime kahvemi ve sigaramı alıp çalışma köşeme geçiyorum, gözlerim yanmaya başlayana kadar oralarda takılıyor, evden dışarı yalnız toplantılar için çıkıyor, 4 güne 45 saatten çok iş sığdırıyorum.

Bu sırada Aslıpan’dan harika reels videoları ve şöyle mesajlar alıyorum: “Sabah kahvemizi şurada içeceğiz.”, “Bu şelalede yüzerek güne başlayacağız.”, “Sonra tam burada bira içeriz.“…

Elimde telefon “Yaaaaaaaa, yaşasınnnn, hihihii” gibi sesler çıkarıyorum sürekli. Ben kendimi bildim bileli hep beni heyecanlandıran planlar yapabilen insanlara ve merak ettiğim istikametlere bayılırım. Aslında karakter olarak çok uyumlu olmadığımız apaçık ortadayken, sürekli karşıma müthiş planlarla gelen adamlar için “Bu sefer çok başka!” dediğim de çok olmuştur.

Bu planların çok sevdiğim bir kız arkadaşımdan gelmesi ise bambaşka bir güzellik: Dramasız olacağı garantili harika planlar!

“Seni gece 3:00 gibi evinden alırım.” dediğinde “Benimle evlenir misin?” diye cevap veriyorum. Sonra o haftanın son işlerini toparlayıp akşam yemeğine gidiyorum, eve gece yarısına doğru geri geliyorum. Yatıp uyursam asla uyanamayacağımı bilecek kadar kendimi tanıyorum.

Sonra o üç saat içinde sürekli çanta toplamaya devam ediyorum. Her zaman çok minimal seyahat eden ve bununla çok övünen, bir aylık Tayland seyahatini bile kabin boy bagaj ile deviren ben, “Nasıl olsa arabayla gidiyoruz.” diye diye eşya toplamaya devam ediyorum. Son durumda Dalyan için yazlık kıyafetlerden oluşan bir el çantam, festival için kabin boy bagajım, kozmetikler için başka bir el çantam ve şarap ile kuruyemişler için başka bir el çantam oluyor. Selülit masaj aleti, ananas sirkesi ve hatta Superbox modemimi de söküp çantalara koyduğumda neyse ki Aslıpan beni almaya geliyor ve kahkahalar atmaya başlıyor. Çünkü bu sefer o da kendini bir türlü durduramayıp bir sürü çanta hazırlamış.

“Herhalde biz taşınıyoruz; ama henüz haberimiz yok.” diyoruz. Öylesine bir gitme arzusu var içimizde, öylesine bir uzaklaşma şevki.

Laf lafı açıyor, sohbetler, analizler, havadisler, avaz avaz söylenen Teoman şarkılar derken biz nasıl olduğunu anlamadan ilk istikametimize varıyoruz: Stratonikeia Antik Kenti.

Muğla’da yer alan bu antik kentin M.Ö. kral Selevkos tarafından, eşinin ismiyle kurulduğu söyleniyor. Kral, eşiyle oğlu arasındaki yasak aşkı öğrendiğinde ikisini de ülkeden sürüyor ama onun aşkına bu şehri kuruyor. Sonrasında emekli gladyatörlerin yerleştiği bir şehre dönüşüyor burası. Sonra sürekli el değiştirdiği için, Klasik dönem, Helenistik dönem, Bizans dönemi ve hatta Selçuklu mimarisinin izleri aynı alanda karşınıza çıkıyor. Bir tarafta tipik bir antik dönem tiyatrosu varken, diğer tarafta bir Selçuklu dönemi camii var örneğin.

Ben özellikle MS 301 yılında İmparator Diocletianus’un enflasyonun önlenmesi için her şeyin fiyatının üst sınırlarının belirlendiği Latince levhaya bayıldım. Kent içindeki bütün malların ve hizmetlerin azami ücretleri belirlenerek, kent içinde satışlar kontrol altında tutulmuş ve enflasyon önlenmiş.

Sabahın köründe, antik kentin içinde yalnızca biz varız ve kazı yapan arkeologlar var, bizim dışımızda tek bir ziyaretçi bile yok. “Helal olsun, bunlar iyi bir bütçe bulmuşlar.” diyeceğimiz kadar hummalı bir çalışma ve düzenleme var. Antik kentin içinde şahane bir cafe’de oturuyoruz, dev zeytin ağaçlarının gölgesinde püfür püfür çok lezzetli birer Türk kahvesi içiyoruz. Günaydın cuma!

Oradan sonra istikametimiz Toparlar Şelalesi. Bilirsiniz bazen instagram’da harika görünen yerler, gittiğinizde yalnızca hayal kırıklığı yaratır. Arabamızı otoparka park edip, arabanın içinde üzerimizden yol kıyafetlerimizi çıkartıp bikinilerimizi giyerken de, burada hiç öyle çok uzun süre kalacağımızı düşünmüyoruz. Gördüğümüz kadar güzel olmayabilir, çok fazla piknikçi olabilir etrafta gibi riskleri göz önünde bulunduruyoruz.

Girişte taze karadut suyu satan abladan birer buz gibi karadut suyu alıp yürümeye başlıyoruz. Daha yukarıya doğru tırmanırken bayılıyoruz oraya. Kahverengi ve yeşil arasındaki sert renk geçişleri, çok tropik bir hava veren sazlıklar, çizgi filmden fırlamış gibi görünen parlak yeşil kurbağalar… Girişte Karadut suyu aldığımız teyze bize inatla: “Yavaş yavaş dikkatli için.”, “Kendinize dikkat edin.” gibi uyarılar yapıp durmuştu. “Halüsinojen bir karadut suyu mu içiyoruz yoksa? Bu renkler gerçekten de bu kadar güzel mi?” diye espriler yapıp kahkahalar atıyoruz.

Toparlar Şelalesi’ne vardığımızda ise vuruluyoruz. Düşündüğümüzden bile çok daha güzel bir yer burası. Üstelik de hiç öyle korktuğumuz gibi kalabalık değil. Saatlerce mest halde, halatlara tutunup suya atlıyor, buz gibi suyla ayılıyor, şelalenin itme gücünün inadına ona yüzmeye çalışıyor, kayalıkların üzerinde güneşleniyoruz. Düşündüğümüzden çok daha uzun süre kalıyoruz ve çok keyifli vakit geçiriyoruz orada. Arabadaki rose şarabı yanımda alıp oraya getirmediğime, o buz gibi suyun içinde soğutup, o kayaların üzerinde içmediğime pişman oluyorum.

Karnımız acıkmaya başlayınca, Yuvarlakçay‘a gidiyoruz. Yol boyu Defne Restarant’ın reklam afişleri karşımıza çıkıyor, “Instagram’da gördüğünüz yer burası.” ile başlıyor tabelalar. Çok abartılı vaadler içeren, çok güldüğümüz reklam afişlerini takip ede ede oraya varıyoruz. Çayın en başındaki, en iyi, ayaklarımızı suya sokabileceğimiz en muhteşem nokta burası mı gerçekten bilmiyorum; ama çayın buz mavisi rengine de, ayaklarım çayın içinde buz gibi bir bira içmeye de bayılıyoruz.

O gün son isitikametimiz Dalyan’da konaklayacağımız otelimiz oluyor. Antik kral mezarlarına tam karşıdan bakan, muhteşem bir bahçesi olan müthiş bir otele giriyoruz, ancak ben hiç uyumadan otuz saatten uzun zaman devirmiş durumdayım. Aklımızda ve planımızda Kargıcak Bay’e canlı müzik dinlemeye gitmek var o gece, ama benim görmek istediğim tek şey yatak o anda.

Hiç üzerimi bile değiştirmeden kendimi yatağa atıyor, anında derin bir uykuya dalıyor, sabaha karşı 4:00 civarında, “Neredeyim ben?” diye düşünerek gözlerimi açıyorum.

Upuzun tatilimizin daha ilk gününü bu kadar dolu dolu ve güzel geçirmiş olmaktan mest, devamı için heyecanlı olarak kendimi tekrar uykunun kollarına bırakıyorum.

Her köşesi doğa harikaları ve tarihi kalıntılarla dolu güzel ülkemizi keşfederek kalın!

Gel gidelim güneylere yenilenip dinlenmeye: Aşkın ve Gladyatörlerin Şehri Stratonikeia Antik Kenti, Toparlar Şelalesi ve Yuvarlakçay” üzerine 2 yorum

Yorum bırakın