Alışkınız ya iki üç günde ortalığı talan edip oradan oraya koşup İstanbul’a dönüp iş başı yapmaya; Dalyan’da geçirdiğimiz haftasonundan sonra, sabah valizlerimizi toplarken sanki tatil bitmiş de İstanbul’a dönüyormuşuz gibi bir his kaplıyor içimizi. Dolu dolu üç gün geçirdiğimiz ve Dalyan’a bayıldığımız için öyle bile olsa içimize sinecek; ama aslında tatilimiz yeni başlıyor. Bu kısım sadece festivalin önüne eklediğimiz bonus bir keşif gezisiydi. Bunu kendimize hatırlatınca şenleniyoruz.
Otelimizin bahçesinde uzun bir sabah kahvaltısı yaparken, mutluluktan zıplayıp duran (?!) kefaller ve müthiş kaya mezarları manzaramızla vedalaşıyoruz. Sonra bütün valizlerimizi arabaya yükleyip yola koyuluyoruz.

Festival alanına gitmek için hiçbir acelemiz yok, bu yüzden yolda karşımıza çıkan bütün kahverengi tabelaların davetkarlığına kapılarak ana yoldan çıkma özgürlüğüne sahibiz.
- Sarıgerme Plajı
Karşımıza çıkan ilk kahverengi tabela bizi Sarıgerme’ye çağırıyor, gidiyoruz. Yedi kilometrelik sahil şeridi ile her yıl mavi bayrak ödülüne layık görülen bir plajmış burası. Otoparkının önünde inanılmaz uzun bir sıra olmasına şaşırarak, otoparktan önceki bir noktaya arabayı park edip yürüyerek giriyoruz alana. Gerçekten upuzun bir sahil şeridi var ve onun gerisinde herkese ve her keseye hitap edilecek bölümler yaratılmış. Piknikçiler için ayrı alanlar var, makul fiyatlı büfeler var, sahilde şezlonglu kısımlar var, bir de en sonda oldukça havalı görünen bir bar var: Fam Beach.

Biz o bara gidiyoruz, kendimize güzel birer kokteyl söylüyoruz. Kokteyllerimiz hazırlanırken, gidip denize göz atıyoruz. Bir önceki gün tekne turunda yüzdüğümüz muhteşem denizden sonra çok matah gelmiyor, arka taraftaki uçuşan perdelerle çevrelenmiş konforlu koltuklarda oturmak daha cazip görünüyor gözümüze. Tam o tarafa hamle yaptığımız anda, bir görevli gelerek o gözümüze kestirdiğimiz kısmın VIP olduğunu söylüyor. Etrafımıza bir göz atıyoruz, genel kitleye bakınca orada VIP’ye en çok yakışacak iki insan biziz. Fakat böyle anlarda ukalalık işe yarayan bir yaklaşım olmadığından, en cilveli sesimiz ve en tatlı gülümsememizle çok kalmayacağımızı, yalnızca bir kokteyl içip gideceğimizi söylüyor ve VIP kısımda oturmaya hak kazanıyoruz.

Kokteyllerimizi içerken, o barın da daha iki gün önce açıldığını öğreniyoruz. “Şansımıza” diyoruz, sonra yeniden yola çıkmak üzere mekandan ayrılırken gördüğümüz tabelaya ise çok gülüyoruz. Mekan sadece Trabzonspor Turizm misafirlerine hizmet veriyormuş.

- Amyntas Kaya Mezarları
Bir sonraki kahverengi tabela bizi Amyntas Kaya Mezarları’na götürüyor. (Ben böyle yazıyorum ama aslında bu kadar da tesadüfi olmuyor, arka planında Aslıpan’ın bir planlaması var. Ama o kadar bana hissettirmiyor ki, benim deneyimim daha çok tesadüfen karşımıza çıkmışlar da gidiyormuşuz gibi oluyor. ❤ )
Likyalılar, ölen kişilerin bir çeşit kanatlı varlık tarafından mezarlardan öbür dünyaya taşınacaklarına inandıkları için, mezarlarını düz zeminlere değil kıyı boyunca tepelere yerleştirmişler. Elbette ölen kişinin statüsüne göre mezarların heybet ve süslemesi de artmış.

Ara Not: Kaya mezarının tamamını almak için fotoğraf 0,5 ile çekilince bakacaklarım da 3 kat uzamış. Anoreksik manken olsaydım nasıl görünürdüm ön gösterimi olarak kabul edelim.
Dağlara simetrik dev ötesi heykellerin oyulduğunuz gördüğümüz Abu Simbel deneyimizden sonra, kaya mezarlarını muazzam büyüleyici bulduğumu söyleyemem; ancak yine de görmek, havasını solumak, onların hizasından şehre bakmak hoşuma gidiyor.
Bu tip yerlerin farklı bir enerjisi olduğuna içtenlikle inanıyorum, ne kadar çok ayak basar, ne kadar çok havasını solursan sanki hayatımda bir şeyler o kadar çok yolunda gidiyor. Benim için bir nevi bir ibadet biçimi olduğunu söyleyebilirim. Gittiğim bu tip yerlerde gerçekten sesli biçimde o dönemin koşullarında bunları yaratmalarına hayranlığımı dile getiriyorum, sahip oldukları güç ile hayatıma destek olmalarını rica ediyorum, benim göremediklerimi bana göstermelerini, arkamdaki bir el olmalarını diliyorum.

Burada bizden on yaş kadar küçük erkeklerden oluşan bir grup var, korkunç kötü pozlar veriyor, korkunç kötü açılardan fotoğraflar çekiyorlar. Hani bir dating app’te karşına gelse saniye düşünmeden sola atacağın cinsten. Aslında dünya tatlısı veletler hepsi. Kral bir ablalık hareket yapıyoruz, çocukların havalı pozlar vermelerini sağlayıp şahane fotoğraflarını çekiyoruz. Umarız ekmeğini yemişlerdir. 🙂
- Kayaköy
Fethiye’nin bu hayalet köyü çok uzun zamandır görmek istediğim yerlerden biriydi o güne kısmet oluyor. Osmanlı döneminde Rumlar tarafından yapılan yapılardan oluşan bu köy, mübadele döneminde boşalıyor. Bu açıdan evini geride bırakanların ve oldukça hüzünlü bir hikayenin kalıntıları olsa da, bu gün orada gezmek insana hüzünlü hissettirmiyor. Asice büyümüş binaları sarmış yeşillikler, yıkıntılar arasında gezinen keçiler ile oldukça fotojenik bir ortam sunuyor.



Kayaköy’ü gezdikten sonra giriş kısmında bulunan bir gözlemeciye oturuyoruz. Leziz gözlemelerimizi yerken birbiri ile arkadaşlık yapan iki küçük çocuğa takılıyor gözümüz. Bir tanesi bize gözlemeleri hazırlayan teyzenin oğlu, diğeri hemen yan taraftaki o bölgeye kıyasla çok havalı olan bir villanın sahiplerinin oğlu. İki çocuk yaşıt gibi olsalar da, annelerinin görüntüleri çok farklı. Biri bizim akranımız olabilecek tarz ve yaş görüntüsünde; diğeri büyükanne olabilecek kadar yıpranmış. “Bu durum çocuğa kendini kötü hissettiriyor mudur acaba?” diye düşünüyoruz önce. Sonra gözlemeci teyze o sıcağın altında hiç durmaksızın gözlemeler hazırlarken, orada hiç bir şey yapmadan oturan eşinin bütün hesapları toplayıp cebine indirmesine tutuluyoruz. Hesabımızı ona ödemeyi reddediyoruz, yılışık bir şekilde bizimle sohbet etmeye çalışması karşısında olay çıkartmaya hazırlandığımız anda abimden mesaj geliyor.


O sırada hatırlıyoruz köylerin sosyolojik tespitlerini yamak ve sorunları çözmek için orada değiliz. Yeniden arabamıza biniyor, son ses Buray açıyor ve Babakamp’a doğru yola çıkıyoruz. Muhteşem bir manzarada yukarı doğru tırmanıp avaz avaz “Aşk mı lazım dert mi lazım söyle sevgilim bize ne lazım?” diye bağırırken, bunların internet erişimimiz olan son saaatler olduğunu henüz bilmiyoruz.
Bir noktada asfalt yol bitiyor; direksiyondaki Aslıpan olmasa ödüm kopar – o direksiyondayken hep güvendeyim. “Hadi bakalım başlıyoruz.” diyoruz.
Otoparkta abim ve gelinimle buluşuyoruz, viski dolu bardakları kafamıza dikip, “Biz geldik.” diyerek bir haftamızı geçireceğimiz festival alanına giriş yapıyoruz. Çalacak hiç bir Dj’i tanımadığımız, daha önce festival alanında hiç bulunmadığımız tamamen belirsizliklerle dolu festival maceramıza başlıyoruz.
Keşfederek ve merak ederek kalın!

Aa, ben cok begendim kaya mezarlarindaki cekimi. Yillardir buralari turizm tanitma brosurlerinde goruruz.Hic bu acidan cekim yapilmamisti ve muhtesem olmus. Teknik ayrintilar duzeltilebilir.
BeğenBeğen
çok teşekkürler ❤
BeğenBeğen