Tunus’un başkenti Tunus’taki günlerimizi otelimizin avlusundaki havuzda ve modern Tunus mekanlarında yiyip içerek, geceleri de festivalde çılgınlar gibi dans ederek geçirseydik bile dolu dolu günler geçirmiş olurduk.
Ancak Aslıpan ile ikimiz de gittiğimiz yerlerin tarihine de meraklı olduğumuzdan ve oralardaki lokal yaşamı da deneyimlemeyi sevdiğimizden gece festivalden oldukça geç saatlerde ve dans etmekten bitik halde otele dönmemize rağmen, sabah oldukça erken saatlere alarmlarımızı kurup, kahvaltımızı ederken Tunus tarihini anlatan podcastler dinliyor, ardından da turistik keşifler için yollara düşüyorduk.

Kartaca:
İlk gün ilk istikametimiz Antik Kartaca oluyor. Tarihin bir döneminde bütün Akdeniz ticaretinin merkezi haline gelen, dev Roma İmparorluğu’nun tehdit olarak gördüğü Kartaca’dan kalan kalıntıları görmek için yollara düştüğümüzde heyecanlıyız. Boydan boya Mısır‘ı gezerken deneyimlediğimiz gibi, muazzam enerjiler alacağımızı umduğumuz yerler gezeceğimizi umuyoruz. Üstelik de Antik Kartaca’nın harabeleri oldukça geniş bir alana yayıldığından buraya oldukça uzun bir zaman dilimi ayırıyoruz.

Aslında gitmeden dinlediğimiz podcast’lerden öğrendiğimiz bilgilerle bu şehrin Romalılar ile yapılan pön savaşları sırasında epeyce yıkıldığını biliyoruz; ama yine de bu kadar “hiçbir şey yok” alanlarla karşılaşmayı beklemiyoruz. Gerçekten yalnızca bir iki taş parçası kalmış geriye, ne öyle bir zamanlar ticaretin merkezini kurmuş bir antik şehir heybeti veriyor, ne de tarihi bir yerdeymiş gibi hissettiriyor.

Yine de inat ediyoruz biz, burada yok, belki diğer yerde bir şeyler vardır diye diye geziyoruz. Hissettiğimiz tek şey sıcak oluyor. Avrupa epeyce büyük bir fon ayırmış buraya, hummalı bir çalışma var ancak 2025 yılında gezilebilecek bir müze yaratılması planlanıyor. Dolayısıyla 2025’ten önce giderseniz, Kartaca’yı gezmeyi gönül rahatlığıyla pas geçebilirsiniz.
“Kartaca yok, sıcak çok.” şeklinde isyan ederek noktalıyoruz Kartaca gezimizi. Ayrılırken “İyi ki Mısır pek savaşa girmemiş, ya o gördüğümüz muazzam tapınaklar da böyle yerle bir edilmiş olsaydı…” diye seviniyoruz.
Sidi Bou Said:
Bir zamanlar burada yaşayan Fransız ressam Rodolphe d’Erlanger, kendisine Ennejma Ezzahra Sarayı’nı yaptırıyor. Onun yaptırdığı bu mavi – beyaz saray bütün kasabaya ilham oluyor ve bütün evler mavi beyaza dönüyor. Sidi Bou Said, bugün yürürken gördüğünüz bütün kapılara aşık olacağınız bir kasaba.

Tur rehberlerinde mutlaka bir gün Sidi Bou Said’de kalmalısınız, şeklindeki tavsiyelere pek kulak asmayın bence, modern Tunus’ta kalmayı tercih edin. Yine de Sidi Bou Said’in sokaklarında acelesizce, keyfinize göre kaybolarak gezmek için geniş bir zaman dilimi yaratmayı ihmal etmeyin.



Burada ayrıca oldukça ünlü bir cafe var; Cafe des delices. Tepeden deniz manzarası ve taze meyve suları ile gezinize mola vermek için çok iyi ve popüler bir adres.
Dar Zarrouk ise, oldukça şık ve manzaralı bir yemek yemek için o bölgedeki en güzel restoran. ,

Medina:
Camiler, türbeler, medreseler ve bizim Kapalıçarşı’ya benzeyen çarşısıyla Tunus’un eski şehir merkezi. Gammarth bölgesinde oldukça modern minicik şortlarıyla gezen Tunuslu kızlardan oldukça farklı bir lokal kitleyi burada gözlemleme şansı bulduk. Başörtüsünün üzerine geçirdikleri dev hasır şapkalarla çok ilginç bir tarza sahipler.
Bu bölgede gezilebilecek en meşhur müze Bardo Müzesi. Genel olarak Avrupalı turistler, çarşıya da bayılıyor, ancak bence Kapalıçarşı kadar gösterişli değil ve satılan ürünlerin çoğu Çin malı ürünler.

Burada benim en sevdiğim şeyler sokaktaki yiyecek satıcıları oldu. O sıcakta buzların arasında saklanan Hint incirlerini soyup veren tezgahlara bayıldım. Daha da komiği, bir Adanalı olarak hayatımda hint incirini ilk defa Tunus Medina’da yemiş oldum.

Bir de aslında hiç davetkar görünmeyen tatlıcı dükkanlarından oluşan bir sokak var. Herkes o kadar hevesle alışveriş yapıyordu ki, eksik kalmayalım diye birer tane bir şey aldık. Karamelli irmikli toplar o kadar az şekerli, o kadar lezzetliydi ki; şık bir kutuya konulup oldukça lüks bir pastane ürünü diye getirseler saniye tereddüt etmezsiniz. Koşa koşa geri dönüp, aynı dükkanı bulup bir sürü aldık, otelimize götürdük, çay kahve saatlerimize eşlikçi olarak yedik, her seferinde “Nasıl bu kadar lezzetli olabilir ya?” diyerek, iştahla… Uzun zamandır İstanbul’un en havalı pastanelerinde bile bu kadar güzel bir şey yemedim. O yüzden buraya yolunuz düşerse, oldukça salaş dizi dizi tatlı dükkanlarına bir şans vermenizi şiddetle tavsiye ederim.
Önceden 180 derece ısıtılmış taksiler:
Bütün bunlar arasında gezerken bindiğimiz bazı taksilerin kliması yoktu. İlk önce insan dayanabilirmiş gibi geliyor, camı açarız eser diye bir yanılgıya kapılıyor, ancak camı açtığınızda gerçekten sıcak bir rüzgar esiyor. Rüzgardan ziyade fırının turbosu gibi. Bu yolculuklarımızda kendimizi keke benzetiyorduk, önceden 180 derece ısıtılmış takside, turbo ayarında pişiyormuş gibi.
Ayrıca ben hayatımda ilk defa sokaktaki bir şelalenin altına kıyafetlerimle girdim Medina’da ve ıslandıktan sonra tamamen kurumam 15 dakika bile sürmedi.
O yüzden sıcağa gerçekten çok dayanıklı değilseniz, yaz aylarında Tunus’a kesinlikle gitmeyin.
Yine de hep merak ederek ve keşfederek kalın!

“Tunus -3: Turistik Geziler / Sidi Bou Said & Kartaca & Medina” üzerine 4 yorum