Tunus -4: Tozeur’a 52 derecede otobüs yolculuğu macerası ve tasarım bir eco-retreat Dar Hi

Başkent Tunus’ta geçirdiğimiz günlerde hava, rekorları kıracak kadar sıcak seyretse de, hayatımızda ilk 53 -54 küsur dereceleri görsek de oldukça dolce vita bir hayat yaşamaya devam ediyoruz.

Bolt app canavar gibi çalışıyor, her yere taksiyle oldukça kolay ve ucuz ulaşım sağlıyoruz. Gündüz saatlerini turistik geziler yaparak geçiriyoruz. Sokakta gezmekten veya sıcaktan yorulunca, şahane otelimize geri dönüyoruz. Günün en sıcak saatlerini avlumuzdaki havuzun içinde, leziz kokteyller içerek, fırından yeni çıkan tatlıları tadarak ve orada kalan diğer kişilerle tanışarak geçiriyoruz. Akşamüstü de kocaman teraslı odamıza çıkıyor, müzikler dinleyerek duşumuzu alıyor, giyiniyor, festivale gidip çılgınlar gibi eğleniyoruz.

Tunus gibi bir ülkeye giderken düşünebileceğimizden çok daha konforlu ve keyifli bir hayat sürüyoruz. Tunus’a geliş amacımız festival olsa da, gelmişken tabii ki bütün ülkeyi boydan boya katetmeden dönmek bize yakışmaz. Diğer yandan Tunus için gerçekten iyi içerikli, gezginlere yönelik hazırlanmış hiçbir rehber, blog veya herhangi başka bir kaynak bulamıyoruz.

Herkesin mutlaka görülmesi gereken dev bir tarihi alan olarak nitelendirdiği, her tur programının dahilinde yer alan Kartaca‘da yaşadığımız hayal kırıklığından sonra (Taş üstünde taş kalmamıştı. Yerlerde bir iki tarihi taş parçasının olduğu bomboş bir alanda gezinip durduk.) ve herkesin mutlaka orada kalmalısınız diye bahsettiği Sidi Bou Said’in bizim açımızdan yarım günde gezilip bitirilebilecek olduğunu deneyimledikten sonra, tur programlarının ve internetteki az sayıda kaynağın da bize pek doğru bilgi vermediğine karar veriyoruz.

Bu durum haliyle planlama yapmamızı inanılmaz zorlaştırıyor. Neresi gitmeye değer, neresi değmez asla kestiremiyoruz. O yüzden şöyle bir karar veriyoruz: “Son zamanlarda bir sürü deniz tatili yaptık, bir sürü tarihi yer gezdik. Çöl farklı bir deneyim olur. Önce çöle gidelim. Ondan sonra zaman kalırsa denize ve tarihi yerlere gideriz.”

En azından rotamızı netleştirmiş oluyoruz. Ama bitmiyor. Çünkü Tunus’tan Tozeur’a nasıl gidebileceğimizi bir türlü çözemiyoruz. Uçak yalnızca cuma günleri var – biz salı günü gitmek istiyoruz. Tunus’u gezdik bitirdik, üç gün daha yeni bir şey olmadan orada zaman geçirmek istemiyoruz. Transfer şirketlerinden fiyat aldığımızda bize verdikleri fiyat, İstanbul-Tunus gidiş dönüş uçak biletimiz + Festival biletimizden daha yüksek bir tutar. Değmez diyoruz. “Otobüs veya tren yok mu?” diye sorduğumuzda herkes yüzümüze şaşkınlıkla bakıyor. “Otobüs veya trenle yolculuk yapmak istediğinize emin misiniz?”

Dar Souad’da kalan, havuzda tanıştığımız iki yeni arkadaşımız var, biri Nijeryalı, diğeri Bulgar – Amsterdam’da yaşıyorlar. Onlar da bizim gibi iki kız gelmişler. Havuzun içinde kokteyl içerken yaptığımız sohbetlerden onların da Tozeur’a gitmek istediğini biliyoruz. Dördümüz birlikte maceraya atılıyor ve Tunus’tan Tozeur’a otobüsle gitmeye karar veriyoruz.

Otogar sıradan bir otogar, İstanbul’daki Esenler otogarından çok farklı değil. Ancak otobüste koltuk numarası yok – ayakta gitme riski de var. Dolayısıyla otobüs maceramız, otobüse binme aşamasında başlıyor. Hemen stratejik bir görev paylaşımı yapıyoruz, iki kişiyi hiç çantasız eşyasız tamamen otobüse atlayıp yer tutma görevine atıyoruz. Ben valizleri alıyorum, diğerimiz de el çantalarımızı ve biletlerimizi. Operasyon işe yarıyor, büyük bir kargaşanın içinde biz yan yana ikili koltuktaki yerlerimize yerleşiyoruz.

O sırada bir arkadaşımın beni linklediği Tunuslu çocuk ile yazışıyoruz, planımızın ne olduğunu soruyor. “Otobüsteyiz, Tozeur’a gideceğiz.” diyorum. “Bu hiç iyi bir fikir değil, hemen değiştirin rotayı.” diyor. Ben şakaya vuruyorum, o “Çok ciddiyim, inin o otobüsten.” diyor. Planımızı değiştirmemiz için ısrar ediyor: “Ben hayatımda otobüse binmedim ve inan bana Tozeur’a gitmek için çok yanlış bir zaman.” Tabii ki söz dinlemiyoruz.

Yolculuğun ilk başı ortalama konforda sıradan bir otobüs yolculuğu olarak başlıyor, şehirden çıkana kadar. Şehirden çıkıp, çöl vari kurak bir ortamdaki asfaltın üzerinden gitmeye başladığımızda ise işin rengi değişiyor. Klima asla yetmiyor, sonra da zaten bozuluyor. Camı açıp rüzgar alsak bari biraz dediğimizde, turbo fırın kadar sıcak üfleyen bir rüzgarla karşılaşıyoruz, o yüzden camları da kapatıyoruz. Ve asfalttan yansıyan sıcak otobüsün altına o kadar vuruyor ki, bacaklarımızı aşağı doğru sarkıtıp normal şekilde oturamıyoruz, bacaklarımızı altımıza topluyoruz.

Sonraki altı saati kısaca şöyle özetleyebilirim: Her molada tuvalete koşuyorduk. Çeşmeden akan suyu bütün vücudumuza çarpıyorduk. Kıyafetlerimizin, saçımızın sırılsıklam olması hiç sorun değildi, çünkü gerçekten 10 dakikada hepsi yeniden kupkuru oluyordu. Ben denizden çıkınca güneşin altında bile yarım saatten kısa sürede saçımın kuruduğunu bilmem, bu kadar hızlı kuruyabilmenin mümkün olduğunu orada öğrendim. Mola yerlerinden de ikişer şişe soğuk su alıyorduk. Birini içiyor, diğerini kurudukça otobüste otururken kafamızdan aşağı döküyorduk.

Sonunda Tozeur’a ulaştığımızda, kızlarla farklı otellerde kaldığımız için ertesi gün haberleşmek üzere ayrılıyoruz.

O sırada hepimizin tek bir hayali var: Otele ulaşıp buz gibi suyla upuzun bir duş almak. Mimar Matali Crasset tarafından tasarlanmış eco- retreat otelimiz Dar Hi‘a ulaştığımızda ise şöyle bir şokla karşılaşıyoruz: Duştan sadece çok sıcak su akıyor! Bir arıza mı var diye resepsiyona sorduğumuzda, suyun yer altı kaynağından geldiğini, bu nedenle yalnızca sıcak su olduğunu öğreniyoruz.

Dar Hi, gerçekten çok güzel mimariye sahip bir otel. Size ait bağımsız villalar gibi konumlanmış odalardan oluşuyor, odaların içi tamamen ahşap ile dekore edilmiş, odanın ucunda da çöl ve palmiye manzarasını izleyebileceğiniz minderli alanlar var. Üst kat terasa çıktığınızda burada size özel ikinci bir çift kişilik yatak var – dışarıda romantik anlar geçirmek için ideal olabilir. Vilaların ortak alanında ise, bir havuz, bar ve restoran kısmı var.

Kışın gidilse gerçekten keyifli olabilecek bir yer burası. Ancak yaza hiç uygun değil, kahvaltı servis edilen alanda bile klima yok. Terastaki yatağa yatmak zaten mümkün değil, sıcaktan pişerken sıcak bir havuza girme fikrine de katlanamıyorsunuz. Dolayısıyla aşırı sıcak bir havada, otelin sıcaktan kurtulma noktası olması gerekirken, biz burada muhteşem güzel dekore edilmiş bir alanda sıcakla mücadelemize devam ediyoruz.

Hayatımda ilk defa bu kadar tasarım ve şık bir yerde sıcakla mücadele verdim. Orada içtiğim soğuk biraları bu yüzden hayatımda içtiğim en iyi biralar arasına yazıyorum – çünkü bu mücadele saatlerimde gerçekten serinlik hissi veren tek şey onlardı.

“Beni yak, kendini yak, her şeyi yak.”ın yalnızca tutkudan söylendiği anlarla kalın!

Tunus -4: Tozeur’a 52 derecede otobüs yolculuğu macerası ve tasarım bir eco-retreat Dar Hi” üzerine 4 yorum

Yorum bırakın