Yarım gün içinde pembe göllerden tuz toplamış, vahada yüzmüş, terk edilmiş Berberi Köyleri’nde evlerin içinde gezmiş, güneşin altında büyüyen ve çöl gülü olarak adlandırılan taşlarla tanışmış ve palmiye suyu içmiş durumdayız.
Dürüst olayım, internetten bir tur ayarlayıp, herkesi de peşimden sürüklerken bunun bir fiyasko olma ihtimaline ilişkin bir tedirginlik vardı içimde. Değil tedirginlik duyulabilecek herhangi bir şey yaşanması, “Hayatınızdaki en sıra dışı muhteşem günü geçireceksiniz.” deselerdi bile bunu bekleyemezdik.
Günün ilk yarısı bittikten sonra, rehberimizin çok sevdiği doğanın içindeki restorana oturduğumuzda dördümüz de mestiz. Gelen her yemeğin yumurtalı olması ve ben yumurta yemediğim için, herkesin tabağındaki patates kızartmalarını toplayıp meşhur acı sos harissa’ya batırıp batırıp yerken, restoranda alkol servisi olmadığı için bir soğuk bira içememeye bile takılmıyorum o an.


Yemekten sonra Tamerza Kanyonu’na gidiyoruz. Avazımız çıktığı kadar bağırıyoruz Kanyon’un boşluklarına.

Sonra çöle giriyoruz. Rüzgarla birlikte uçuşan kumlar gerçekten suyun üzerindeymişiz gibi bir yanılsama yaratıyor. Yere doğru baktığımda, gördüğüm şeyin su olduğundan o kadar eminim ki, çölde serap ile ne kastedildiğini gerçekten anlıyorum.

Star Wars’un çekildiği sete de gidiyoruz. Star Wars’un fanatikleri, sırf Star Wars kostümleri giyerek bu sette gezmek için geliyor Tozeur’a. O yüzden hemen lokaller, her köşeye tezgahlarını kurmuş, bir şeyler satıyorlar. Oldukça enteresan bir görüntü: Star Wars setinin yanından develer geçiyor, ortasında tezgahlarda el işleri satılıyor, Star Wars kostümlü insanlar oralıkta yürüyor.
Bize Star Wars setinden daha enteresan gelen bir şey daha var orada: çöl tilkileri. Hayatımızda daha önce görmediğimiz, müthiş tatlı ve minik hayvanlar. Ancak elbette bütün doğu topraklarında olduğu gibi, bunları sevmek için uzandığınızda peşinize de bahşiş isteyen bütün çocukları takmış oluyorsunuz, çünkü o da bir turistten para toplama aktivitesi oradaki.





Star Wars setinde gezdikten sonra yeniden arabaya biniyoruz, Tunus müzikleri eşliğinde dans ederken, çıtır yakışıklı şoförümüz ani bir hareketle yanımızdaki minik kum tepeciğinin üzerine doğru direksiyonu kırarak jeep’imizi biraz yana yatırıyor. Beklemediğimiz anda gelen bu aksiyona bayılıyoruz, çığlıklar atarak “Bir daha bir daha.” diye alkışlamaya başlıyoruz. Ki zaten bu nabız yoklama kısmıymış, biz sevecek miyiz, korkacak mıyız bu ölçülüyormuş. Ondan sonra saatlerce jeep safari yapıyoruz. Biz hep daha fazlasını istedikçe, çıtır şoförümüzün de yüzü gülmeye başlıyor. Aracın tam olarak dikey pozisyonda olacağı kadar dik tepelere çıkıp, aynen öyle tepelerden aşağı iniyoruz. Her hamleden sonra bize gururla lastiklerimizin izini göstermek için duruyor, biz alkışlıyoruz ve daha aksiyonlu bir sonraki hamlemize geçiyoruz. Muazzam bir adrenalin, muazzam bir görüntü, muazzam bir keyif.


Hava kararırken tekrardan Tozeur merkeze dönüyoruz. Aslıpan ile benim o gece için kalacak bir yerimiz yok, bizi Djerba Island’a götürecek bir araç ayarlamamız lazım. Kızları otellerine bırakıyoruz, “Ayarlayamazsanız bu gece bizim odamızda kalırsınız.” tekliflerinin ne kadar içten olduğunu bilmenin güzel hissiyle, rehberimiz Sami ile birlikte bir araç kiralama ofisine gidiyoruz. Bizi 21:00’de kızların otelinden almaları konusunda anlaşıp, biz kızların kaldığı otele geri dönüyoruz.
Tunus’taki harika otelimizin havuzunda tanıştığımız andan sonra birlikte oldukça tuhaf ve zorlayıcı otobüs yolculuğunu yaptık ve üzerine de hayatımızın kesinlikle en iyi günleri arasında sayacağımız Tozeur gününü birlikte geçirdik. Bütün bunlar sırasında yaptığımız sohbetlerde aslında kendimize, aşk hayatımıza, ailemize, hayatımıza bakışımıza dair bir sürü şeyi de çok büyük açıklıkla paylaşmış olduğumuz için çok yakın hissediyoruz birbirimize.

Tozeur’da yeşilliklerle dolu bir bahçeye bakan kocaman harika bir terastaki yuvarlak masada oturmuş bira bardaklarımızı birbirine tokuşturuyoruz. Hepimiz neye bu kadar duygulandığımızı bilmeden çok duyguluyuz. Tamamen farklı tercihlere, farklı tarzlara, farklı alışlanlıklara sahip dört kadın olarak, herkesin tamamen kendi olabildiği birlikte zamanlar geçirmek bizde hayata dair bir şeylerin umudunu yeniden yeşertmiş durumda: Hem özgür, hem kendimiz olup, hem de birlikte paylaşımların pekala mümkün olduğu; ve bunun için illa çok eskiden tanışık olmak gerekmediği umudunu…
Türkiye’de ve bütün Avrupa’da çöl sıcakları uyarıları yapılırken, çöl sıcaklarında klimayı açıp evde oturacağımıza, gerçekten çöle gidip yakışıklı bir çıtırın direksiyonunda olduğu jeeple çöl safarisi yapan dört kadındık; diğer yandan aslında biz içimizde de tuhaf bir yolculuk yaptık orada.
Tek bir kare fotoğraf çekilmediğimiz ancak her detayıyla aklımda bir kare olarak kalan o teras saatlerinde aklıma Ece Temelkuran’ın Tunus’ta geçen harika romanından bir cümle geliyor:“İlginç adamlarla tanışmak Paris birazdan bombalanacakmış gibi korkutsa da beni, ilginç kadınlarla tanışmak La Strada Operası’nda perde açılıyor gibi bir şükür duygusuyla dolduruyor içimi.”
O seyahat içimizde kesinlikle bir şeyleri değiştiriyor her birimizin. Ne olduğunun adını tam olarak koyamadığımız bir şeyleri… Hepimiz birbirimize bir şekilde dokunuyoruz, bunun için özel bir çaba sarf etmeden. Orada ayrıldıktan günler sonra kızlardan biri bana rengarenk giyindiği bir fotoğrafı yollayarak, “Ben içimdeki renkleri çok bastırmışım, bana bunu gösterdiğin ve yeniden yaşama sevincini sonuna kadar aşıladığın için çok teşekkür ederim.” diye bir mesaj atıyor. Gerçekten gözlerim doluyor.
Hayat nefesiniz kadar. Kadınlar, bu alem içinde başka bir alemde yaşarlar. İçine aşklarını, büyülerini üfledikleri bir alemdir bu. Erkekler biteviye o alemi hırpalar, yıkar. Kadınlar ise yeniden üfleyerek nefesleriyle kurarlar o alemi. Kadınlar erkekleri de üfleyerek var ederler. Bir erkek, bir kadının nefesi kadardır; başka hiçbir şey değildir.
Keşfederek kalın, kendinizi ve dünyayı!

“Tunus – 6 / Tozeur Kanyon, Çöl Safarisi, Star Wars Seti ve Yol Arkadaşlarımıza Veda” üzerine 2 yorum