Başkent olan Tunus’ta gündüz şehir turları üzerine festivalde geçirip saatlerce dans ettiğimiz geceler, onun üzerine yaptığımız oldukça zorlayıcı otobüs yolculuğu, üzerine çölde geçen dolu dolu bir günden sonra Tozeur’dan bizi Djerba Island’a götürmesi için ayarladığımız transfere bindiğimizde aklımızda ve planlarımızda sadece biraz dinlenmek var. “Yolda uyuruz şimdi güzelce, yarın da bütün gün sahilde keyif çatarız.”

Gelgelelim ülkeyi soldan sağa katedeceğimiz bu uzun araba yolculuğuna başladığımız anda şoförümüz şahane şarkılar çalmaya ve dans etmeye başlıyor. Annesini, sevgilisini, arkadaşlarını görüntülü arıyor, bol kahkahalı sohbetler ediyor. Merakla ve ilgiyle gözlemliyoruz onu.
Türkiye’de o kadar büyük bir mutsuz güruhun içinde yaşıyoruz ki, durup durduk yerde bu kadar çok eğlenen insanları görmeye o kadar hasretiz ki… Ona sorular sormak sohbet etmek istiyoruz, bu işin sırrını anlamak; ama İngilizcesi o kadar iyi değil, biz bir şey sorduğumuzda anlamak ve anlatmak için panikliyor. Boş veriyoruz konuşmayı, onunla birlikte dans etmeye başlıyoruz. Gecenin bir yarısı Touzer’dan Djerba’ya giderken alkışlar, ıslıklar, omuz sallamalar eşliğinde dans ederken bir anda fark ediyorum: “Arabada toplam altı tane el var, ama hiçbiri direksiyonun üzerinde değil.”
Sabaha doğru Djerba’ya otelimize ulaşıyoruz. İşin daha da fenası benim o gün yollamaya söz verdiğim bir sözleşme var. O nedenle yatağa gitmek yerine önce uzun bir duş alıyorum, sonra kahvemi sigaramı alıp balkona geçiyorum. Sabahın ilk ışıklarına doğru onu bitirdiğimde uyku niyetine göz altlarıma patchleri yapıştırıp, bikinimi giyiyorum.

Deniz kenarındaki kahvaltı alanına gidiyoruz. Üzerinden develer geçen bembeyaz kumların dibinde, püfür püfür esen bir rüzgar eşliğinde kahvaltımızı ediyoruz. O kadar sıcakta geçen günlerden sonra, rüzgar o kadar hoşumuza gidiyor ki; hayatımda içtiğim en kötü kahvelerden birini bile keyifle içiyorum o anda.
Sonra kumların üzerindeki localardan birine yerleşiyoruz. Burada, adada çok iyi bir deniz olurmuş gibi geliyordu bana, ancak bizim Türkiye’de yüzdüğümüz denizlerin yanında oldukça vasat kalacak dalgalı, bulanıkça ve sıcak bir deniz. Diğer yandan kumu o kadar güzel ki, bizde yalnızca Sea Me Beach‘te filan taşıma kumla gördüğümüz beyazlıkta bir kum, burada upuzun sahil şeridi boyunca boydan boya…

Bir bira söyleyip keyif çatarken, garson bir bira daha getiriyor: “Size yolladılar.” Ardından bir tane daha, bir tane daha derken, bir anda önümde bir bira dizisi oluşuyor. Aslıpan denizden geliyor, ona da bir kokteyl geliyor, ardından meyve tabağı filan derken, sonunda bunları yollayan abimiz de yanımıza geliyor. Cümle kurmak yerine ardı ardına serpiştirilmiş İngilizce kelimelerden anlayabildiğimiz kadarıyla, Tunusluymuş ama Dubai’de yaşıyor ve çalışıyormuş. Kendisinin İngilizce öğretmeninin çok suratsız olduğunu, bizim kendisine İngilizce pratik yaptırmamız karşılığında bize çok para ödeyeceğini söylüyor. Bu sırada ardı ardına içki ısmarlamaya da devam ediyor. Gülüyoruz, “Bizi sarhoş edeceğini sanıyorsa bu, biz bunu bayıltıp kalkarız.”

Ben adamın ne iş yaptığını çözmeye çalışıyorum. Dolar işi diyor, Dubai’den Türkiye’ye, Türkiye’den Tunus’a… Saf saf “Ticaret yapıyor herhalde.” diyip geçiyoruz. Ta ki ben yan taraftaki mekana gideceğim diye tutturana kadar, bu abimiz de bizimle gelmeye kalkana kadar… Bir anda polisler, ellerinde tüfeklerle bize eşlik etmeye başlıyorlar, mekanın kapısına geldiğimizde bize dönüp “Hangi masa?” diye soruyorlar, beğendiğimiz masada hali hazırda oturanları kaldırıp bize yer açıyorlar.
Bu arada o hattaki en popüler ve şık mekan da burası: Sunset Beach

O beach club’ta masamızın yanında tüfeklerle bize korumalık yapan polisler dikilirken kokteyllerimizi içiyor, abimizin diğer gelen arkadaşlarıyla tanışıyoruz. Hepsi bize çok nazik ve cömert davranıyor; ancak içimizi açan keyifli bir muhabbet dönmüyor. Akşam için aramaya söz vererek ve aramayacağımızı bal gibi bilerek oradan tüyüyoruz. Yine polisler eşliğinde. Çok komik bir görüntü, biz bikinilerle yalınayak sahildeki kumların üzerinde yürüyoruz, yanımızda onlar üniformaları ve tüfekleriyle.


Deniz bize umduğumuzu vermediğinden, adadaki diğer gecemizi şehir merkezinde konaklayarak geçirmeye karar veriyoruz. Şahane bir geleneksel Tunus evi tutuyoruz. Akşam da oranın en ünlü restoranı El Fondouk’a gidiyoruz. Günler sonra artık güzel bir mekanda oturmayı özlediğim için ben çok keyifli saatler geçiriyorum orada.

Tunus’ta turistler hep bu ülkenin sağ hattındaki deniz kıyılarına tatile geliyorlar ve lokallere sorduğunuzda da şiddetle buralara gitmenizi tavsiye ediyorlar. Bu nedenle buralara gelip görmeseydim, bir şey kaçırmış gibi hissedebilirdim kendimi. Gezip gördükten sonra ise tam aksini söyleyeceğim; bu deniz kıyıları Türkiye’den gelen biri için oldukça vasat ve sıradan sayılabilir. Ayrıca bu bölgede sokaklarda yürürken Tunus’un başka hiç bir yerinde görmediğimiz kadar çok asılan adam ve dilenci görüyoruz. Bir çok Avrupalı turistin buraya gelmesinin sebebinin de ucuzluğu olduğunu düşünüyorum. O yüzden Tunus’a gelirseniz rotanızı başkent Tunus ve Toezur öncelikli olacak şekilde planlamanızı şiddetle tavsiye ederim.
Maceralara açık ve hep keşfederek kalın!

“Tunus – 7/ Djerba Island : Bembeyaz Kumlarda huzurlu bir gün planlarken maceralar” üzerine 2 yorum