Ardı ardına seyahatlerimden sonra, bir süre İstanbul’da kalmaya ve nispeten daha sakin günler geçirmeye karar veriyorum. Niyetim bol bol çalışmak, özlediğim ve bir türlü görüşemediğim arkadaşlarımla vakit geçirmek, sağlıklı beslenmek, spor yapmak ve bol bol uyumak.

Gerçekten de İstanbul’daki günlerime her sabah erkenden uyanıp sporumu yaparak, evde kendime sağlıklı yemekler hazırlayarak ve evden toplantılar dışında hiç çıkmadan uzun saatler çalışıp bir sürü işi temizleyerek başlıyorum.
Ancak gümbür gümbür retrolardan çok uzun süre habersiz kalamıyorum; çünkü çok sevdiğim tasarım bir kolyeyi kaybediyorum, uzun zamandır sesi soluğu çıkmayan bütün eski aşklarımdan gece yarısı gelen sürpriz aramalarla birlikte festivale gitmekten evlenmeye kadar geniş bir yelpazede iddialı teklifler alıyorum, iş bilgisayarım bozuluyor…

Evde oturmayı planladığım bir gece kendimi Klein Garten’da Headwaters dinlerken ve dans ederken buluyorum. Bir ara dansa ara verip, tuvalete gitmek için merdivenlerden çıktığım bir anda biri bana ismim ve soy ismimle sesleniyor – ki sosyal medyada rumuzla takıldığım için herkes bilmez.
Seslenen kişiye doğru döndüğümde oldukça yakışıklı bir adam, “İlk aşkımla Klein Garten’da karşılaşmak!” diyerek gülüyor. Çok eskilerden çok tanıdık bir erkek çocuğunun adam olmuş suratı bu. Şaşkınlıkla sarılıyoruz birbirimize. En son on yaşlarındayken gördüğüm bir çocukluk arkadaşımı da böylece Klein Garten’da çok absürd biçimde tesadüfen bulmuş oluyorum. Tam retrolara yakışır bir açılım ve bir daha roman yazarsam müthiş bir ilham olabilecek bir açılış sahnesi.
Onun Türkiye’de olduğu zaman diliminde, birlikte çok hızlı, çok matrak, ikimizin de yüzüne kocaman gülümseler yerleştiren iki gün geçiriyor ve muhtemelen uzun bir süre “pide, hastane acil tabelası ve kalamar” gördüğünde birbirini anacak iki kişi olarak kendi curcunamıza dönüyoruz.

Sonra babamla birbirimizi çok özlediğimize karar veriyoruz. En son ikimiz de aynı anda İzmir havalimanında olmuştuk, ancak birimiz gelen, diğerimiz giden hatlar terminalinde olduğu için kesişememiştik. “Hadi diyoruz, Adana’da buluşup ciğerli bir kahvaltı yapalım.” Böylelikle sabahın köründe o İzmir’den, ben İstanbul’dan Adana’ya uçuyoruz, havalimanında buluşup Birbiçer’de ciğerli ve ayı paylı kahvaltı yapıyoruz. Adana’ya gitmişken, canım doktorum Gül’e de uğrayıp uykusuz geçen gecelerin izlerini yüzümden sildiriyorum ve tek bir günlük Adana maceramdan İstanbul’da bir toplantıya bağlanıyorum.

İşte, benim sakin geçirmeyi planladığım günler kesinlikle sakin geçmiyor. Amaçladığım şeyler arasından sadece çok çalışmayı pas geçmiyorum, bir de özlediğim arkadaşlarımla kavuşmayı… Bu buluşmalar elbette dışarıda yemek yiyerek, upuzun sohbetler şeklinde gerçekleştiğinden bu dönemde İstanbul’da gittiğim ve keşfettiğim mekanlar karşınızda:
Fahri Konsolosluk / Moda:
Gerçekten oldukça sıra dışı ve leziz kokteyller yapan bir yer Fahri Konsolosluk. Sırf adının güzelliği için bile gidilirdi; ama kesinlikle bundan çok daha fazlasını vaad ediyor. Her bir kokteylin hem adı, hem sunumu oldukça enteresan.
Kurbağa Kaçtı, Sarap Rengi Deniz gibi kokteyl isimleri var. Zeytinyağlı yaprak sarma sevenler için onun tad ve konseptinde kokteyl bile var örneğin; adı İşret Sarması. İçinde zeytinyağı ile yıkanmış cin, kuş üzümü, dolma baharı var.
Biz bir iki kokteyl içmek için gitmiştik, merakımızdan bütün menüyü içip kalktık. Kokteyl sevenlerin mutlaka ama mutlaka yolunu düşürmesi gereken adreslerden biri Fahri Konsolosluk.

Alaf / Kuruçeşme
Şef Murat Deniz Temel’in restoranı Alaf, yörük mutfağından esinlenen, geleneksel lezzetleri çok şık sunumlar ve minik uyarlamalarla sunan bir mekan. Yalnız midenizi değil, gözünüzü de şenlendirmek için oldukça iyi bir seçenek.



Bazen hemen alt katındaki sokak lezzetleri konseptli Alaf 2Tek ile karıştırılıyor, ben yukarıdaki terastaki Alaf’ın ortamını ve menüsünü sevenlerdenim.
Zaaf / Levazım
Lokasyonu çok daha pratik bir yer olsaydı kesinlikle müdavimi olacağım bir mekandı – ki daha önce Beyoğlu’ndaymış buraya yeni taşınmış. Zaaf’ın kekikli mezcal margaritası uzun zamandır içtiğimiz en iyi margaritaydı.

Şakşukalı burrata ve ballı peynirli börek de müthiş lezzetliydi. Üstelik de porsiyonlar alıştığımızdan çok büyük çok doyurucuydu. Biz iki başlangıç söyledik, ana yemeğe geçemeyecek kadar doyduk. Şiddetle tavsiye ederim.

Secular / Burgazada
Burgazada’nın bir klasiği olan Kalpazankaya’da gün batımı rakısı yapmak için en idea mevsimde olduğumuzu da hatırlatmak isterim. İstanbul’dan çok uzaklaşmadan, çok uzaklaşmış hissi için, vapurla Burgazada’ya gitmek, kıvrılan ormanın içinden geçen yoldan Kalpazankaya’ya yürümek, gün batımını izlerken rakı kadehlerini tokuşturmak hep şahanedir.
Burgazada’da yelken klübünün içine bir de gece klübü açılmış; Secular. Kokteylleri lezzetli, ortamı havadar. Bizim gittiğimiz gece çok sevdiğimiz bir DJ olan Görkem Çay çalıyordu. Instagram hesaplarından programlarını takip edebilirsiniz.
Bu hafta sonu cumartesi de kapanış partisi var – en sonundan yakalamak isterseniz aklınızda olsun.
Livar Balık / Arnavutköy
Yeni bir yer değil ama hala güzel olan mekanlardan. Havalar hala soğumamışken, terasında gün batımı rakısı içmek için güzel adres. Mezeleri taze, manzarası güzel, ekibi samimi, hesabı makul.

Bunların dışında uzun zamandan sonra yolumu Kadıköy’deki Çiya’ya da düşürdüm. Ben Çiya’nın sıcak yemeklerindense salata ve zeytinyağlı büfesinin büyük bir hayranıyım.
Uzun zamandır hafta sonları İstanbul’da hiç kalmadığım için, İstanbul sokaklarının ne kadar kalabalık olduğunu unutmuşum. Bir cumartesi günü Teşvkiye’deki hiç bir cafede yer bulamayınca, Beymen Brasserie’ye oturduk. “Kahve içmek için çok genciz.” dedik, bira söyledik. Ve o sokağın İstanbul’da en çok yakışıklı adamın geçtiği sokak olduğuna karar verdik. Aklınızda bulunsun!
Güzel yemeklerle, güzel adamlarla kalın!

“Not Defterim / Retro kuşatmasında İstanbul Molası: Zaaf İstanbul, Fahri Konsolosluk, Alaf, Secular Burgazada” üzerine bir yorum