Tomorrowland Brazil (2)- Başka bir Dünyada Üç Gün Yaşamak <3

Hayatında ilk defa festivale gitmiş bir ergen gibi sürekli olarak sahnenin videolarını ve festivalden anları paylaşıp durmama şaşıranlar ve bunu yadırgayanlar oluyor. Fakat gerçekten şunu söylemeliyim ki, eğer Tomorrowland Brazil’e festival diyeceksek, bugüne kadar gittiklerimize festival diyemeyiz. Çünkü Tomorrowland Brazil, yalnızca müzik çalan bir eğlence vaad etmiyor, başka bir dünya yaşatıyor.

İlk gün festival alanına ulaşmak, içeri girmek, çadırımızı kurmak gibi aşamalarda yaşadığımız aksiliklerin yorgunluğu ve gerginliği, ana sahneyi gördüğümüz anda üzerimizden uçup gidiyor ve biz o andan itibaren gerçek-dışı sayılabilecek bir dünyanın bir parçası haline geliyoruz.

Ana sahne inanılmaz büyük, arka planındaki görseller ve önde dans edenlerin üzerine yansıyan ışıklar sürekli olarak değişiyor ve asla tekrar etmiyor. Değişik zamanlarda çeşitli yerlerinde ateşler yanıyor, başka bir zaman su şelaleleri ortaya çıkıyor gerçek sular akıyor… O yüzden orada bulunduğun süre boyunca sahneden asla gözünü alamıyorsun, sıkılmana imkan yok ve sürekli değişiyor. Aslıpan’ın deyişiyle o bir sahne değildi, o kesinlikle canlı ve yaşayan bir şeydi! Ayrıca, müziğin en çok patladığı anda müzik ritmine uygun havai fişekler patlıyor. Zaten ses sistemi çok iyi, ortam çok iyi, içinden çıkan coşkyla zıplaya zıplaya dans ediyorsun, bir de havai fişek şovları ile kalan üç gram aklını da havaya uçuruyorlar. Ve havai fişekler, “Bunun da mı provası ve ön çalışması yapılmış?” dedirtecek kadar müzik ritmine uygun bir koreografi ile patlıyor.

DJ’lere gelince, DJ’ler yalnız müzik yapmıyorlar, aynı zamanda muazzam bir show sergiliyorlar. Çok güzel dans ediyorlar, setin üzerine çıkıp tepiniyorlar, sis yayan oyuncak tabancalarla ateş ediyorlar, şapkalar ve ceketler değiştiriyorlar. Yalnız müzik yapan biri değillerdi o sahnede, gerçekten danslarıyla kıyafetleriyle birer show performansçısıydılar.

Hatta yalnız bir iki şarkısını bildiğimiz John Newman çalarken, “O setin üzerine çıkıp şarkı söyleyip inip kendini mi mixliyor?” dedik şaşkınlıkla, gözümüzün gördüğünü beynimiz gerçek olarak kabul edemedi. Herkes onun sergilediği showla kendinden geçerken, o da onun şarkılarını avaz avaz söyleyen yüz binlerce insanla kendinden geçti.

Alanda festival boyunca milyona yakın insan vardı, avaz avaz şarkı söyleyip dans eden bu kadar büyük bir kalabalığın içinde hissedilen enerji çok inanılmaz, çok tarifsiz, çok başka. Daha önce hiç bu kadar kalabalık ve gerçekten eğlenen bir kitlenin içinde olmamıştım ben. Gerçekten yer titriyor, enerji yükseliyor, yüzündeki gülümsemeyi zapt edemiyorsun, ağzın büyüyor gülümsemekten.

Bir de şöyle bir şey var, biz Türkler göçebe genlerimizi en çok clublarda ve festivallerde ortaya çıkarıyoruz. Türkiye’de gece bir yere gitmeye çok gönüllü olmamamın en büyük sebebi bu – yoksa ben her gece dans etmeye giderdim net – sürekli bir göç oluyor alanda. Kızlar bin kere tuvalete süslenmeye gidiyor, herkes bin kere bara ve sonra tekrar sahnenin en önüne gitmeye çalışıyor, sürekli buluşmaya çalışan bir arkadaş grubu var ortalıkta. Sürekli seni iten, geçen, müsade isteyen birileri oluyor. Sürekli olarak seni müzikten kopartan bir hareket hali var alanda ve bu hiç bitmiyor.

Bir de toplu taşıma gibi sürekli boşlukları doldurma çabası var Türkiye’deki her eğlence mekanında. Ben dans etmek için alan istiyorum, tanımadığım insanların bana temas etmesinden hoşlanmıyorum, o yüzden kasıtlı olarak önümdeki ile aramda boşluk bırakıyorum, on saniye sürmüyor dolması. Anında oraya üç kişi geliyor, bir de arkadaki arkadaşlarına el sallayıp onları da çağırıyorlar.

Tomorrowland Brazil’de en inanamadığım, en bayıldığım şey bu oldu. Milyona yakın insanın olduğu alanda herkes olduğu yerde takıldı. Bir kere bile, gerçekten tek bir kere bile ayağıma basan ve üzerime içki döken tek bir kişi olmadı. Son gün sahnenin oldukça önünde bir yerdeydik, orada bile önümüzdeki kocaman boş alana geçmeye niyetlenen bir kişi olmadı. O kalabalıkta, o delicesine dans anlarında… Herkes o gün şansına nerede durduysa, daha öne geçme çabasına girmeden orada durup dans etti. Tabii bunda sahne görüşü ve ses sisteminin alanının neresinde olursan ol çok iyi olması da etkili bir faktör olabilir.

Bir de DJ setlerinin arasında, gökyüzünden bir ses konuşuyormuş gibi, “Şu anda bütün ruhlar yeni bir yere gitmeye davet ediliyor. Karanlığı hiçbir zaman seçmeyin, hep aydınlıktan yana olun. Şimdi siz yeni bir gerçeklik yaratmak üzere buradasınız.” , “Dünyanın çarkları yerli yerine oturuyor, sonsuz olasılıkların önünüzde açılmaya başlayacağını hissedin ve bunu hissederek dans edin.” gibi sübliminal alt mesajlar içeren müzik dışı showlar vardı. Bunları duyuyorsunuz, etrafınıza bakıyorsunuz. Gerçekten başka bir ütopik dünyada yaşamaya başladığınıza, bir şeyleri doğru yapıp artık bir üst seviyeye geçip bu gezegene gelmeye hak kazandığınıza ikna oluyorsunuz.

İlk gün, alana gittiğimizde öyle bir yağmur yağdı ki, haberlerde telefonlarda “Brezilya’da sel ” diye uyarı verecek kadar. Kimsenin umurunda olmadı, altımızdaki toprak zemin balçığa döndü, herkes o balçıkta tepinmeye devam etti. Alanda düzgün yağmur çizmesi ve yağmurluğu olan yalnız bizdik – o yüzden konforluyduk. Parmak arası terliklerle, uyduruk naylon yağmurluklarla herkes çamura bulana bulana hiç bir şeyi umursamadan dans etti.

O gece festival bittiğinde sahnenin ışıkları söndüğünde, herkes çıkış kapısına (ışığa) doğru yürürken Aslıpan ile durup o manzarayı dakikalarda izledik. Zombiler mezarından çıkmış yürüyormuş görünüyordu. Yüz binlerce insan, üzerlerinde beyaz naylon yağmurluklar, çamura batmışlar, önlerinden ışık vuruyor naylon yağmurluk o ışığı geçiriyor hayalet gibi görünüyorlar. Ve kayıp balçığa batmamak için çok tuhaf sağa sola sallanarak yürüyorlar. O sahneyi çekecek şarjımız olmadığı için hala çok üzgünüm, çünkü dev bir bütçeyle film sahnesi olsa bu kadar olamazdı. Gece hayatı zombileri gerçekten hiç bu kadar zombi görünmemişti! 🙂

İkinci gün yağmur sebebiyle festival alanı açılmadı, tek günlük bilet alanların giremediği, DreamVille’de kalanların erişimi olan daha ufak sahnede line-up’taki bütün DJ’ler çaldı, sabahtan itibaren. Bizim açımızdan bu da çok muazzam bir deneyimdi. “Bizim köy” dediğimiz DreamVille’de sabah kahvaltı ettikten sonra, üzerimizi bile giyinmemişken, “Hadi bir müziğe bakalım.” diye sahneye gittik, ben üzerimde sabahlığımla, “Portakal suyuyla patlıyoruz şu anda resmen.” diye birbirimizle dalga geçe geçe gece ayaklarımız tutmayana kadar aralıksız dans ettik. Tamamen farklı, çok eğlendiğimiz bir deneyim olmasına ve aslında bize aynı DJ’leri özel bir parti havasında dinletmelerine rağmen, o günün ücretini iade etmeleri de piyango kazanmak gibi bir şey bizim açımızdan.

Biz her gün “Hadi şu müziğe bir uğrayalım.” diyerek, sonra uğramak için gittiğimiz sahneden en az sekiz saat sonra çıktık. Ben alkol tüketirim, hatta sıkı tüketirim, burada geçirdiğim günlerde en çok iki kokteyl içtim. Çünkü sahneye gidiyorsun, sonra kendini kaybediyorsun, müzik bitene kadar kımıldayamıyorsun.

Son güne geldiğimizde, biz her gün ilk durduğumuz sahneden sonra hiçbir yere kımıldayamadığımızla yüzleştiğimizden ve festival alanında daha beş tane daha dev sahne olduğunu bildiğimizden, daha hava kararmadan bütün sahneleri bir turladık. Hepsi çok güzeldi, hepsinde hakkını vererek eğlenmek için orada on günümüz daha olsun isterdik, içtenlikle.

Ve son gece ana sahnede, oldukça önlerde sahneye çok yakın bir noktadaydık. John Newman, Lost Frequencies (hep dinlerdim ve severdim ben kayıtlarını ama canlı performansı muazzamdı), Paul Kalkbrenner (muazzam bir kendi iç dünyanda yolculuk müziği yaptı), Steve Angello ve onun ardından tekno çalarak bizi ters köşe yapan Dimitri Vegas’ı dinledik. Bütün bu performanslar ardı ardına gelirken, sırasında ben gerçekten nasıl tarif edeceğimi bilemediğim bir deneyim yaşadım. Hayatımda ne varsa çözdüm, bütün parçalar yerli yerine oturdu, ruhumla bedenim filan birbirinden ayrıldı, evrenden mesajlar filan aldım, öyle! Bütün bunlar kaç saat sürdü bilmiyorum; ama bittiğinde biz Aslıpan ile birbirimize saatler sonra ilk defa bakıp, şaşkınlıkla “Biz tam olarak ne yaşadık?” diye sorduk. O saatler yalnız festivalin değil, hayatımın en iyi saatleri arasında alır.

Bütün bu muazzam dans saatlerinin dışında da, köyümüzdeki (DreamVille)’deki hayatımız da çok keyifliydi.

1- Gerçek dünyadan çok uzaktık. Tek bir noktada şarj istasyonu vardı ve önünde hep sıra oluyordu. Wi-fi zaten yoktu. Dolayısıyla biz hiç sosyal medyaya bakmadık, pek dış dünya ile iletişim kurmadık. Yaşadığımız deneyimin her saniyesi mükemmel içerikte olsa da, çok az fotoğraf ve video çektik ve paylaştık. Bence bu da artık bir lüks ve sevdiğim bir şey – anın daha çok tadını çıkartıyorsun.

2- Para birimi yoktu. Her şeyin fiyatı “pearl” (inci) ile belirlenmişti. Her şey de yaklaşık 5 inci tutuyordu. Prosecco 5 inci, kömür ateşinde pişmiş muhteşem somonlu sandiviç 5 inci, kahve 4 inci gibi… İncileri de kolunuzdaki bilekliğe yüklüyordunuz, dolayısıyla alanda olduğunuz süre boyunca para ile de hiçbir alakanız yoktu.

3- Yemek ve içecek seçenekleri de kalitesi de muazzamdı. Hiç festival basitliğinde olmayan çok güzel yemek alanları kurulmuştu. Kahvaltı için yalnız iki seçenek olduğu için onlarda sıra oluyordu; ama onun dışında günün hangi saatinde ne yemek isterseniz şıp diye alabiliyordunuz. Kömür ateşinde pişmiş somonlu sandiviçlere ve şahane şık plastik bardaklardaki prosecco’lara asla doyamadım. Yediğimiz hiç bir şey ortalama bile değildi, düpedüz çok lezzetliydi! Festivalde ihtiyaç duyduğunuz her an sıra bekleme eziyeti çekmeden, leziz yemeklere gayet makul fiyatlara ulaşmak çok iyiydi.

Ve içme suyu bedavaydı. Bunun için kendi şişenizi doldurabileceğiniz bir alan kurulmuştu, festival boyunca içme suyuna ücretsiz olarak ulaşabiliyordunuz. Aklıma şu videoyu getirdi. 🙂

Bir de benim için asıl tuhaf olan şeylerden biri, “cin tonik” istediğimde bana bir bardak dolusu cin, yanında bir de tonik vermeleriydi. Bir cin tonikten bizim ölçümüze göre beş tane çıkıyordu.

4- Ortam çok rahat ve çok samimiydi. Herkes ne bulursa onu giymiş halde ortalıkta geziniyordu. Herkes birbirine çok güler yüzlü ve rahattı. Çok uzun zamandır tanıdığınız arkadaşlarınızla tatile gitmişsiniz gibi takılabileceğiniz bir rahat ortamdı diyebilirim. Bizim köylülerimizle, festivale günü birlik gelenleri de alanda bile anında ayırıyorduk. Uyanıp çoraplarının üzerine Havaianas’larını geçirmiş olanlar, puf yastığı veya şişme havuzuyla gezinip onu sahnenin yakınlarına yerleştirip üzerine yığılanlar bizim köylüydü; makyaj yapıp şıkır şıkır gelenler günübirlikçiler. 🙂 Dolayısıyla tek bir an bile nasıl göründüğünün derdine düşmeden hep bütün enerjimizi dans etmeye harcıyorduk.

5- Duş ve tuvaletler ayrı bir başlığı hakediyor. Bir gece bütün müzik bittikten sonra çadıra geldik, “After party mi vardı, kaçırdık mı?” derdine düştük. Öyle taşınabilir bir hoparlörden gelmeyen, sahne müziği gibi bir ses geliyordu. O gün hiç halimiz kalmamıştı gidip bakamadık, ertesi gün onun bir sahne değil, ortak duş olduğunu anladık. Ortak duş açılışından kapanışına kadar, sahne gibi bangır bangır müzik çalıyordu, müthişti.

Bir de taşınabilir tuvaletlerin temizliğine saygı duruşunu pas geçemem. İlk gününden son gününe kadar şu temizlikte, tuvalet kağıdı olan taşınabilir tuvaletlere girdik. Yaşasın medeniyet!

Türkiye’de son zamanlarda çok iyi konseptler yapılıyor, iyi DJ’ler geliyor; ama bence fiyat / performans ortalamasına bakınca, Türkiye’de biletlere, yediklerimize, içtiklerimize inanılmaz yüksek paralar ödüyor, inanılmaz uzun sıralar bekliyor ve dans etmek yerine bir sürü gereksiz şeye yoruluyoruz. Bunun bir organizasyondan kaynaklanan boyutu var – içki ve tuvalet sıralarına bir türlü doğru çözüm geliştirilmiyor gibi. Bir de katılımcı kitlesinden kaynaklanan boyutu var – yukarıda anlattığım alanın içinde sürekli bir yerden bir yere gitme alışkanlığı ve çok büyük bir kesimin dans etmeye ve eğlenmeye değil, görülmeye, görmeye gelmesi sorunu.

Bu sene yurtdışında iki ayrı festivale gittik, biri çok butik ve küçük bir festival olarak Tunus’taki Authentica, diğeri de dünyanın en büyüklerinden biri olarak bu Tomorrowland. Her ikisinde de çok eğlendik, her ikisinin de bize maliyeti Türkiye’de gittiğimiz her festivalden çok daha ucuza geldi, ayrıca bu festivaller vesilesiyle iki ayrı ülkede muazzam deneyimler yaşadık. O yüzden biletlerini yakalamakta çok zorlansak da, göz diktiğimiz birkaç festivalin biletlerini alamamış olsak da benim artık kalbim ve gözüm mümkün olduğunca uzaklardaki eğlencelerde. ❤

Tomorrowland Brazil bize “Böyle bir şey de varmış, böylesi de mümkünmüş.” dedirterek çıtayı çok yükseklere çıkardı.

Dans ederek kalın!

Tomorrowland Brazil (2)- Başka bir Dünyada Üç Gün Yaşamak <3” üzerine 5 yorum

Yorum bırakın