Arnavutluk Notları 1- Tiran

Bayram tatillerini Türkiye sahillerinde geçirmekten hiç hoşlanmayanlardanım ben. Bir süredir Arnavutluk’un alt kısımlarında yer alan Ksamil de radarıma giren yerlerden biri olduğu için, bayram tatilinde Arnavutluk’a mı gitsem fikri aklımda geziniyordu. Bu fikrimi dile getirdiğimde Bego saniye düşünmeden “Hadi gidelim.” diyince biz tek yön uçak biletlerimizle, tamamen keyfimize göre, sevdiğimiz yerlerde konaklayarak sevmediğimiz yerleri pas geçerek karış karış Arnavutluk sahil hattını gezmek ve keşfetmek üzere Tiran’a uçtuk.

Havalimanında bizim usul bira ve patates kızartmasından oluşan geleneksel serpme kahvaltımız sonrası, duty free’den bol bol yolluk alkolümüz ve parfüm keşiflerimizle bindiğimiz uçağımız saatlerce rötar yaptı. Herkes sinirli öfkeli ve tahammülsüzken, biz “Yeni pist hayırlı olsun partisi” diye geyik yaparak minik bellini şişelerimizi tokuşturup kahkahalarla dedikodu yapıyorduk -Duty Free’lere yeni düşen bir ürün olan Cipriani’nin Bellini şişesini gördüğünüz an kapın derim, çok lezzetli.

Ayrıca bu ruh halinde olmamız da bu seyahatin mükemmel geçeceğinin çok iyi bir göstergesiydi, çünkü ben içtenlikle inanıyorum ki, hayatın ilginç bir stratejisi var. Karşına çıkan aksiliklerle ve tersliklerde bile keyif ürettiğin zaman, sana sonrasında müthiş sürprizler, hayatına keyif katan jestler sunarak ödüllendiriyor.

Tiran’a ayak basınca eski savaş sığnağının modern sanat müzesine dönüştürüldüğü Bunk’art‘ı ziyaret etmek vardı aklımda, ancak uçağımızın rötarları, pasaport sırası, taksi pazarlıkları derken planladığımızdan çok daha geç Airbnb evimize ulaştık. Collective Urban Villa’da kaldık, konumu harika ve gerçekten güzel bir ev, tavsiye ederim.

Çok aç olduğumuz için sanatı hemen sattık ve güzel bir restoran bulmak için kendimizi sokaklara vurduk. Restoranların 19:00 ve 20:00’ye kadar kapalı olduğunu fark edince vakit geçirmek için bol bol şehrin sokaklarında yürüdük. Kıraathanelerinde oturup kahve içtik. Arnavutluk’a ilişkin ilginç gerçeklerden biri, kıraathanelerde bile müthiş lezzetli kahveler içiyorsunuz – İtalya’ya yakınlığının bir etkisi olabilir.

Şehrin ortasından yarısı kurumuş bir nehir geçiyor, güzel büyük parkları da var – ama sanki bundan 20 yıl öncesinin Türkiyesi gibi genel olarak. İşhanları, kasaba usulü dükkanlar… Türkiye’den giden herkeste zamanda yolculuk yapmış hissi oluşturur, arabalar hariç. Şehirdeki arabaların lükslüğü ve yeniliği, mimarisiyle inanılmaz tezat oluşturuyor.

Akşam yemeği için tercihimizi Delano Lounge Restaurant‘tan yana yaptık ve muazzam tuhaf bir deneyim yaşadık. Oldukça çirkin bir işhanının içinden geçerek ikinci kata çıktığımızda, hiç beklemediğimiz kadar şık dekore edilmiş, içinde lüks bir puro butiğinden özel odalara kadar her şey olan dev bir restoran ile karşılaştık. Ve restoranın gece boyunca tek müşterileri bizdik.

Yediğimiz her şey çok lezzetli olduğu gibi, garsonların servis arabalarıyla şatafatlı sunumlarına da bayıldık. Bütün gece keyifle yiyip içtikten sonra, İstanbul’da en sıradan cafe’de otursak ödeyeceğimiz hesaptan daha makul bir hesap ödeyip kalktığımızda Bego geleneksel repliğini söylemeye başladı: Ben burayı çok sevdim.

Yol yorgunu olduğumuz için, marketten birer bira kapıp evimizin balkonunda günü kapatmayı planlıyorduk. Parkın içinden geçerken oldukça güzel bir müzik sesi duyduk, bu nereden geliyor diye takip ettiğimizde karşılaştığımız görüntü muazzamdı. Parkın ortasında bir DJ set kurulmuştu, gömlekli takımlı amcalardan, ayakkabılarını atmış muhtemelen de gayet uyuşturuculu kafalarda gençlere herkes çılgınlar gibi dans ediyordu. Arka tarafta bira ve yiyecekler satan küçük kiosklar vardı. Bize asıl ilginç gelen ise, yaşlı halkın da bu eğlencenin etrafında çimlerde oturmuş sanki geleneksel bir müzikleri çalıyormuş gibi doğal bir tavırla ritim tutarak çekirdek çitletmesiydi.

Birer bira alıp kendimizi kalabalığın ortasına bıraktık. Bir bankanın sponsorluğunda yapılan Goa’dan gelmiş DJ’in harika müzikleri eşliğinde saatlerce dans ettik. Kimsenin kimseyi rahatsız etmemesine, herkesin perşembe gecesi o parkın ortasında bu kadar doğal ve güzel dans etmesine BAYILDIK!

Ertesi gün ben Airbnb evimizi ofisimize çevirdikten sonra, mola verdiğimizde mahalledeki kahveci Mulliri‘ye gittik. Kahvesi de atıştırmalıkları da çok lezzetliydi.

Tiran’dan hiç bir şey beklemiyorken, yalnızca sahillere inmek için havalimanı noktamız olarak kullanmayı düşünmüşken, o kadar memnun kaldık ki, bütün sahil hattındaki turumuzu tamamladıktan sonra da, İstanbul uçağımızı yakalamak için Tiran’a geri dönüşümüzü yine bu şehirde bir akşam yemeği yiyebilecek şekilde planlamaya özen gösterdik. Bir hafta sonra yine Tiran’daydık – bu sefer Griffin’e gittik. Griffin’in ve güzel barların da olduğu Bllok Area, Tiran’dayken takılmanız gereken bölge zaten. Griffin’de yediğimiz her şey ve içtiğimiz her kokteyl müthiş lezzetliydi. Tiran’a yolunuz düşerse bu restoranı şiddetle tavsiye ederim.

Bizim yolumuzu düşürmeye fırsat bulamadığımız, ancak lokal bir arkadaşımın diğer tavsiyelerini de size buraya bırakıyorum: Bar olarak Kino ve Radio, lokal yemekler için Era restoran, deniz ürünleri için Çoko.

Bir de taksi kazığı yememek, pazarlıkla uğraşmamak için Blue Taksi kullanın. Whatsup’tan mesaj ve lokasyon atıyorsunuz, güzel arabalar, kibar şoförler. Numarasını aşağıdaki fotodan alabilirsiniz.

Tuhaf ve eğlenceli deneyimlere açık kalın!

Arnavutluk Notları 1- Tiran” üzerine 2 yorum

Yorum bırakın