Tiran‘da geçirdiğimiz ilk günümüzden sonra, Tiran otogarından yarım saatte bir kalkan otobüslere binerek Vlore’ye (Türkçesi Avolonya) geçiyoruz.

Otogar dediğime de bakmayın, otobüslerin beklediği ve hareket ettiği bomboş bir arazi Tiran otogarı. Otobüs dediğime de bakmayın, Tiran – Vlore arası gidip gelenler bizim şehirler arası otobüs anlayışımıza kıyasla çok eski ve konforsuz araçlar. Dolayısıyla düşündüğümüzden çok konforsuz bir yolculuk yapıyoruz.
Diğer yandan Balkanlar’daki seyahatlerimizin bizim için mistik sayılabilecek bir özelliği var; bu topraklardayken tuhaf sayılabilecek bir şekilde sorduğumuz her soruya evrenden oldukça net cevaplar alıyoruz. Bu konforsuz otobüs yolculuğunda da aynen böyle bir deneyim daha yaşıyoruz. Otobüse binmeden önce kahve içerken, evlilikler hakkında sohbet etmiştik. Birbirleriyle artık hiç konuşmayan, birlikte seyahat eden ancak paylaşımı olmayan evli çiftlere ilişkin gözlemlerimizi paylaşarak, “Herhalde belli bir süreden sonra o heyecanı, o paylaşımı korumak mümkün değil. Dolayısıyla o ruhsuzluk evliliğin doğal bir parçası galiba birlikte geçirilen uzun yıllardan sonra. ” noktasına gelmiş, “Herhangi bir şekilde bunun aksi mümkün mü acaba?” diye sormuştuk.
Karşı cevap çat diye o otobüste yanımıza oturuyor: Oldukça alt gelir seviyesinden altmışlı yaşlarda bir çift. Bütün yol boyunca öyle bir cilveleşiyorlar, öyle bir fingirdeşiyorlar ki – dikkatimizi onlardan alamıyoruz. Konuştukları hiçbir şeyi anlamıyoruz malesef. Adam ellerini kadının üzerinden alamıyor, onun yanağını okşayarak kulağına bir şeyler fısıldıyor; kadın adamın söylediklerine şuh kahkahalarla cevap veriyor, adamın yüzüne minik tokatlar atıyor. Biz onların birbirlerini çantalarından çıkardıkları yiyeceklerle beslemelerini, ellerini birbirlerinin üzerinden alamamalarını ve asla bitmeyen flörtlerini izlerken “Bunlar yeni sevgili olmuş galiba.” diye düşünüyoruz, ama nikah yüzükleri var. “O zaman yasak aşk yaşıyorlar.” diye önyargıyı sürdürüyoruz. Az sonra diğer tarafta oturan genç delikanlının onların oğlu olduğunu fark ediyoruz. Otobüse binmeden önce sorduğumuz sorunun cevabı “Aksi evet mümkün” olarak yanımızda oturuyor.

Bu çifti gözlemleyerek geçirdiğimiz yolculuktan sonra, Vlore’ye ayak basıyoruz ve konaklayacağımız Mustafa Suites‘e gidiyoruz. Odamız beklediğimizden bile çok güzel. Deniz manzaralı kocaman bir balkonumuz ve yatağımızın yanında bir jakuzimiz var. O an o balkonu bırakmak hiç içimizden gelmese de; güneşli saatleri deniz kıyısında geçirmek istediğimiz için odamızın keyfini sürmeyi sonraya erteliyor ve hemen mayolarımızı giyip odadan çıkıyoruz.
Vlore, antik Yunan döneminde Aulon adıyla Romalılar tarafından liman olarak kullanılmış bir şehir, daha sonra Osmanlı İmparatorluğu döneminde önemli bir merkez haline gelmiş. Arnavutluk’un bağımsızlığı burada ilan edildiği için tarihi açıdan da anlamlı bir yer.
Deniz açısından ise Adriyatik Denizi ile İyonya Denizi’nin kesişim noktasında olduğu için gerçekten berrak bir denizi var. Diğer yandan deniz burada çok uzun bir süre çok sığ devam ediyor. Belinize kadar gelen bir su seviyesinde bir kilometreye kadar yürüyebiliyorsunuz, bu açıdan yüzmesi tatsız bir deniz. Yine aynı sebepten dolayı küçük çocuğu olan aileler için ideal. Sahilde durup denize baktığınızda da oldukça uzakta ayakta insanlar görmek çok matrak, suyun üzerinde yürüyorlarmış gibi görünüyor.
Otellerin gayet güzel yataklar ve şezlonglarla kendi plajları var sahilde. Yataklar ve şezlonglar çok konforlu olsa da, burada pek bizim Türk sahillerinden alıştığımız “beach club” kültürü yok. Otelimizin plajındayken, bira ve patates kızartması siparişi verdiğimizde “Plaja yiyecek ve içecek servisimiz yok.” açıklaması karşısında şaşkına dönüyoruz. Neyse ki biraz bahşiş ve biraz iletişimle olmayan servisi olduruyor, hem biramızı hem patates kızartmamızın plaja servisini sağlıyoruz.

Biz gün batım saatlerine kadar deniz kıyısında takılıyoruz. Sonra balkonumuzda bir şişe prosecco devirerek muhteşem gün batımının keyfini sürüyoruz. Sadece o gün batım saatlerindeki balkon keyfimiz bile Vlore’ye gelmemize tek başına yeterdi.

Akşam şıkır şıkır giyinip, otelimizin hemen altındaki, dışarıdan da çok fazla müşterinin geldiği popüler bir istikamet olan restoranımızda deniz ürünleri ağırlıklı güzel bir akşam yemeği yiyoruz.
Vlore, Arnavutluk’un üçüncü büyük şehri olsa da, şehrin sahil hattında o kadar da çok şey yok. Hepsi birbirine çok benzer plajlar, güzel deniz ürünleri restoranları ve birkaç tane bar var. Barlar gayet güzel müzik çalsa da, dans edilmiyor ve oldukça erken saatte kapatıyorlar. Dışarıda gece için umduğumuz gibi bir eğlence bulamasak da, odamızda jakuzimizi dolduruyoruz, balkonumuzda kendi partimizi kendimiz yapıyoruz ve çok keyifli bir gece geçiriyoruz.

Özetle Vlore’nin, genç ekiplerle parti tatilinden ziyade, sığ denizde rahatça çocuklarını salmak isteyen ailelerin deniz tatili için veya Türkiye’ye kıyasla oldukça uygun fiyatlara lüks odalarda kalmak isteyen çiftler için iyi bir istikamet olduğunu söyleyebilirim. Tiran’a yalnızca 1,5 saat mesafede olması da en büyük avantajlarından biri.
Vlore bize müthiş gün batımıyla, harika balkonumuzla, jakuzi keyfimizle müthiş güzel bir gün geçirtiyor.
Bu arada Arnavutluk konaklamalarıyla ilgili oldukça önemli bir bilgiyi de paylaşmam lazım. Sakın ama sakın airbnb ve booking gibi güvenilir bir aracı kullanmadan kendinize konaklama ayarlamayın. Mustafa Suites’te konaklamaya dahil şeyleri bize ekstra olarak ödetmeye kalktılar, “Şimdi booking’i arıyoruz.” dediğimizde hemen geri adım attılar. Bir sonraki istikamet olarak seçtiğimiz Dhermi’de de ev sahibi airbnb üzerinden ödeyip rezerve ettiğimiz evin dolu olduğunu söyleyip bizi başka bir eve götürmeye çalıştığında, hemen airbnb ile iletişime geçtik ücret iademizi aldık. Arada booking ve airbnb olmasaydı, bu durumlarda iade alamaz ve/veya ek ödemeler yapmak zorunda kalırdık. Genel olarak ‘turisti kazıklayalım’ yaklaşımı olduğunu bilerek, bu durumlarda sizi koruyacak güvenilir aracıları arada tutmanızda ve gerektiğinde devreye sokmanızda fayda var.
Harika gün batımlarıyla ve keşfederek kalın!

“Arnavutluk 2 – Vlorë” üzerine 4 yorum