Himare‘de geceyi bir taverna kapatarak geçirmenin üzerine bir de sabahın köründe uyanıp tekneyle koyları gezip bol bol yüzdükten sonra Saranda’ya doğru yola çıktığımızda epeyce yorgun ve uykusuzuz.

Diğer yandan Saranda’dan beklentilerimiz çok yüksek, çünkü burası Arnavutluk’ta deniz tatili için en çok tavsiye edilen en popüler bölgelerden biri. O yüzden Saranda’ya girdiğimiz anda keşfetme aşkıyla uykuyu unutacağımızdan, kendimizi denize ve mekanlara atacağımızdan eminiz. Hatta burada bir günden daha uzun kalmak var aklımızda.
Öyle bir yanılıyoruz ki!
Korkunç kötü bir kentleşme örneği olan, hiç sahil havası vermeyen Saranda’nın sokaklarında transfer aracımız gezinirken Bego ile birbirimize dehşetle bakarak “O kadar tavsiye edilen Saranda burası mı? Yanlış bir yere filan mı geldik biz?” diye düşünüyoruz. O ana kadar Arnavutluk’ta gezdiğimiz yerlerin hepsi hem sahil kasabalarının genel havası olarak, hem de deniz olarak Saranda’dan çok daha güzeldi. Davetkardı, samimiydi, insanı gezmeye, keşfetmeye, yüzmeye çağıran bir havadaydı.
Saranda’nın ruhu biraz Aksaray gibi. Özellikle de buradan hem Korfu feribotlarının kalkması, hem de Ksamil ile Tiran arasındaki ulaşım merkezi olması sebebiyle sürekli bir valizli kalabalık ve curcuna var ortalıkta.

Neyse ki burada ayarladığımız otelimiz Adam & Eve Suites , doğrudan denize açılan balkonuyla, dev gibi banyosuyla, çok şık dekorasyonuyla güzel bir otel. Otelimize giriş yaptıktan sonra, civarda ufak bir yürüyüş yapıyor, kendimize lezzetli tatlılar alıyor, sonra odamıza geri dönüp vurup kafayı yatıyoruz. Gezip keşfetme motivasyonu olmayınca geride kalan uykusuz ve her gün oradan oraya geçilen günlerin hepsinin yorgunluğu bir anda vuruyor bize.

Akşam saatlerinde karnımız acıkmaya başlayınca uyanıyoruz, güzelce giyinip kendimizi sokaklara atıyoruz. Aşırı ışıklandırılmış gemilerdeki kitch eğlenceler ile avlanmaya çıkmış erkek grupları hiç bizi cezbetmiyor.

Sonunda kendimize curcunadan uzakta güzel bir restoran buluyoruz: La Petite. Zeytin ağaçlarının altındaki bir bahçedeki masalarda oturup, hemen yanımızdaki denize vuran dolunayı izleyebileceğimiz harika manzaralı bir yer burası. Garsonun “Kendinizi bana bırakın.” tavrını da seviyoruz ve gerçekten de sanırım Arnavutluk’ta yediğimiz en lezzetli akşam yemeğini burada yiyoruz.
Sonra kendimize marketten prosecco ve hazır kokteyllerden alıp otelimizin balkonuna dönüyoruz. Saranda’da bir gün daha kalmaya hiç niyetli değiliz, o yüzden balkonumuzda güzel manzaramızı izleyip sohbet ederek bir sonraki istikametimizi organize ederiz diyoruz.
Balkonumuz, yan odanın balkonuyla bir duvarla ayrılıyor, dolayısıyla balkondaki yan komşularımızı göremiyoruz. Diğer yandan çaldıkları Arapça müziklerin hepsinin Türkçe versiyonu da var. Onların çaldıkları şarkılara cevaben aynı şarkıların Türkçe versiyonlarını çalmaya başlıyoruz. Gülüşülüyor, duvarın üzerinden birbirimizi hiç görmeden sohbet etmeye başlıyoruz. Aslında Tunuslularmış, ama Dubai’de yaşıyorlarmış. Ben geçen seneki Tunus maceralarımdan ve keşfettiğim beğendiğim yerden bahsediyorum onlara, onlar bize İstanbul maceralarını anlatıyorlar. Bir süre böyle duvarın üzerinden birbirimizi görmeden sohbet ettikten sonra, “harem selamlık” esprisi yapıyoruz. Ardından da balkonlarımızdaki masa ve sandalyelerin hepsini otelin önündeki sokağa taşıyarak sofralarımızı birleştiriyoruz.
Sonra sohbetimiz o kadar keyifli akıyor, o kadar çok eğleniyoruz ki, orada güneşi doğuruyoruz. “Biz Ksamil’e geçeceğiz bugün bizimle gelir misiniz?” diye soruyorlar. Bizim de niyetimiz Ksamil’e gitmek olduğu için müthiş güzel bir denk geliş oluyor bu.

Pek sevmediğimiz Saranda’yı, çok sevdiğimiz bir ekibin arabasında avaz avaz Sidi Mansour söyleyerek terk ediyoruz. Kahkahalarla, danslarla…

“Arnavutluk Notları 5- Saranda / En beğenmediğimiz yerin en fantastik anılara ev sahipliği yapması” üzerine 3 yorum