Burnıng Man: Festivalden fazlası, herkesin deneyimlemesini dilediğim bir ütopya

Bazen çok etkilendiğim bazı şeyler hakkında yazdığım notların eksiksiz olmasını ve duygularımı tam olarak aktarmasını istediğim için, yazdığım her şey bana biraz eksik kalıyormuş gibi geliyor. Mükemmel iyinin düşmanıdır, malum. Burning Man de tam olarak böyle benim açımdan. Orada bulunmuş herkesin hiçbir kelimeye ihtiyaç duymadan parlayan gözlerle andığı, ancak hiç Black Rock City‘de bulunmamış birine anlatmanın çok güç olduğu bir deneyim Burning Man.

Bu güne kadar Burning Man hakkında çok şey duymuş ve okumuş olsam da; bir çok arkadaşım daha önce Burning Man’e gitmiş olsa da, dürüst olmak gerekirse ben Burning Man’in ne olduğunu oraya gidene kadar gerçekten anlamamışım. Çölün ortasında zorlu hava koşulları ile havalı kıyafetler içeren bir festivale gittiğimi düşünüyordum. Evet Burning Man, bunları elbette içeriyor ama kesinlikle bunlardan çok daha fazlası.

Olağan hayatımızda hep bir şeyleri almak ve sahip olmak dürtüleriyle yaşıyoruz. Burning Man, bunun tam aksine paylaşmak ve vermek üzerine bir ütopya yaratıyor. Burning Man organizasyonu, yalnızca bilet satışını, alan tahsisini, portatif tuvaletleri ve ‘playa’ olarak anılan alandaki iki esas şeyi (The Man ve The Temple) yapıyor. Geri kalan her şeyi ama her şeyi katılımcılar yapıyor. Yani olağan bir festivalde, festival organizasyonun sağladığı diğer her şeyi (yemek, müzik, sanat, etkinlikler…) burada katılımcılar, diğer katılımcılara sunuyor. Bütün o muhteşem sanat eserleri, bütün o ünlü DJ’lerin çaldığı sahneler, barlar, cafeler, etkinlik alanları da dahil olmak üzere, şehirdeki her şey katılımcıların diğer katılımcılar için yaptığı şeyler.

Bunun doğal bir sonucu olarak da, bir organizatör grubunun düşünüp planlayabileceğinden ve finanse edebileceğinden çok daha fazla, büyüleyici, etkileyici ve akıl almaz çeşitlilikte şeyler ortaya çıkıyor. Çünkü her katılımcı oraya elinden gelenin en iyisini sunuyor. Playa’ya verilen hiçbir şeyin karşılıksız kalmadığına, verdiğiniz her şeyin fazlasıyla size döndüğüne inanılıyor ki -orada bulunan herkesin mistik bir hikayesi oluyor bunu doğrular şekilde.

Üstelik de siz hiç de öyle paylaşma ve bir şey sunma güdüsüyle gitmeseniz bile, orada geçirdiğiniz günlerde sizinle paylaşılan şeylere o kadar büyük bir şükran duymaya başlıyorsunuz ki, Black Rock City’de geçirilen günlerin doğal bir döngüsünde siz de kendinizi birilerini mutlu etmek isterken buluyorsunuz. Örneğin ben hiç tanımadığım insanlara sarılırken, el masajı filan yaparken, onların rahatlamasından tarifsiz bir mutluluk duyarken buldum kendimi defalarca.

Şehrin her köşesi harika şeylerle doluyken, taşınabilir tuvaletlerde geçirilen zamanın bile keyifli olması için birilerinin o tuvaletlerin içine tablolar asması, poloraid kameralar koyması beni çok etkiledi.Olağan hayatta hiç düşünülmeyen, hiç bir yerine değmemek için özellikle çaba harcanan tuvaletlerin bile yaratıcılıkla dolması ve bunu birilerinin isteyerek yapması muazzamdı. Playa’daki sanat eserlerinin akıl almaz güzellikte olduğundan bahsetmeme sanırım gerek yok.

Ben alana, festival başlamadan önce kuruluş aşamasında erken giriş hakkına sahip olduğum için, o dümdüz çöl alanının tamamen gönüllü çalışmayla birkaç gün içinde nasıl dev bir şehre dönüştüğünü gördüğümde çarpıldım.

Kurulan şehirde aklınıza gelen ve gelmeyen her şey oluyor. Japonya’daki ünlü bir barın birebir kopyasından tutun da, muhteşem dekorasyonlu cafelere, orgy dome’lardan, yoga merkezlerine, leziz kahvaltılar sunan New Yorker Deli’lerden, Türk kahvesi içip fal baktırabileceğiniz mekanlara, sauna ve masaj merkezlerinden, hayatınızdaki ideal partneri bulabileceğiniz veri esaslı eşleştirme yapan alanlara kadar…

Ve burada kesinlikle para veya kredi kartı geçmiyor. Bütün yedikleriniz, bütün içtikleriniz, bütün katıldığınız etkinlikler tamamen ücretsiz. Dilediğiniz bara gittiğinizde, dilediğiniz kadar içkiyi yalnızca kimliğinizi gösterip yaş kontrolünden geçtikten sonra içebiliyorsunuz örneğin.

(Burada bir ara not düşmek isterim, Burning Man süresince hiç para harcamıyorsunuz, ancak Burning Man özellikle de Amerika’da yaşamıyorsanız, Türkiye’den uçakla limitli bagaj hakkıyla gidecekseniz, ihtiyacınız olan her şeyi orada satın alıp sonra da Türkiye’ye getiremediğiniz için gerçekten maliyetli bir deneyim. Bir aya yakın Tayland’da lüks oteller ve lüks restoranlarla geçirdiğim zaman dilimi, bir haftalık Burning Man deneyiminden daha ekonomikti örneğin. Gitmeyi düşünenler için hazırlık, konaklama, olmazsa olmazlar ve bütçe gibi bilgileri içeren bir yazı ayrıca yazacağım. Yine de maliyetine değer mi diye sorarsanız; kesinlikle ❤ )

Festival alanına girişte size bir kitap veriliyor. Bu kitabın içinde yedi gün boyunca alanda olan bütün yeme içme, sanat, eğitim, oyun, spor, bakım etkinliklerinin listesi var. Her saat boyunca Black Rock City’de eş zamanlı yaklaşık 20-30 etkinlik yapılıyor. Diğer yandan en eğlenceli kısım şu ki; niyet ettiğiniz etkinliklere hiç bir zaman gidemiyorsunuz çünkü yolda sizi bambaşka bir şey alıkoyuyor, daha farklı bir şeye kapılıp gidiyorsunuz.

Zaten saat kavramı da hayatınızdan tamamen uçup gidiyor burada. Olağan hayatımızdaki saatler, burada konumları ifade ediyor. 8:15, bizim kampın bulunduğu yerdi örneğin. Zaman açısından sadece gün batım ve gün doğumları önemli kalıyor, gerisi karşınıza çıkan sürprizlerle keyfinize göre geçirdiğiniz zaman dilimleri.

Burası bir zamanlar Kızıldereliler için spiritüel anlamı olan dağların ortasında bir alan ve şuna inanılıyor: “Burada istediğini değil, ihtiyacın olanı bulursun.” Gerçekten bazı günler kahve bulmak umuduyla yola çıkıp, kendimi şampanya içerken bulduğum; internete bağlanmak için yola çıkıp, bana yepyeni ufuklar açan bir sohbetin ortasında oturduğum; bir şeyler atıştırıp geri dönmeye niyetlendiğim bir günde saatlerce hiçbir şey yemeden çok eğlenerek oradan oraya savrulduğum günler oldu.

Özellikle DJ etkinlikleri alıştığımız festivallerden tamamen farklı ve sürpriz şekilde akıyor. Line-up’lara ulaşmak o kadar kolay değil, ulaşılan line-up’larda saatler yazmıyor, yalnızca gün batım ve gün doğum sembolleri var. Hadi bütün bu bilgilere ulaştınız, hangi saatte kim hangi sahnede çalıyor biliyorsunuz diyelim; sahneler art car şeklinde (tekerlekli ve hareket edebilir) olduğundan o gün çölün neresinde konumlandığını bulmanız gerekiyor. Benim bir kere gün batımında dinlemek istediğim bir performansı, iki saat çölde aradığım oldu örneğin. Ve en güzel kısmı şu ki, bu arayışlar hiç bir zaman öyle keyifsiz can sıkıcı bir arayış olmuyor. O sırada sizi çok etkileyen bambaşka bir şey keşfedebiliyorsunuz mesela veya sizinle aynı sahneyi arayan biriyle tanışıyorsunuz ve tamamen farklı bir şey yapmaya karar verebiliyorsunuz.

Sıfır atık ilkesi ile yaşanıyor alanda. Bunun doğal bir sonucu olarak, yanınızda her zaman kendi bardağınızı ve tabağınızı taşıyorsunuz. Bardan içki alırken, içki sizin bardağınıza konuluyor. Bardağınız yoksa içemiyorsunuz, tabağınız yoksa yiyemiyorsunuz. Hiçbir yerde çöp kutusu yok, orada kaldığınız süre boyunca ortaya çıkardığınız bütün çöpleri de çadırınızda biriktiriyor ve dönerken yanınıza alıp çıkıyorsunuz. Çöle çiş yapmak da yasak olduğu için, sürekli olarak bir yerlerde şişelere işeyip sonra şişelerini tuvaletlere taşıyan insanlar görüyorsunuz.

Paylaşım ve sıfır atık ilkesi dışında sizi sınırlayan hiç bir kural yok. Bir arkadaşımız Black Rock City’i ‘Neden?’ sorusunun ‘Neden olmasın ki?’ye dönüştüğü yer olarak tanımladı. Gerçekten de öyle, çırılçıplak bisikletinizde gezmeye de karar verebilirsiniz, çölün ortasında tek başınıza kuma uzanıp gök yüzünü izlemeye de… Hiç bir şey yaptığınız, yapmadığınız, giydiğiniz, giymediğiniz için yadırganmadığınız bir yer burası. O yüzden de çok güzel bir şekilde herkesin bütün kabukları, duvarları yıkılıyor, kendisi ortaya çıkıyor.

Black Rock City’e cumartesi gecesi giriş yaptım, pazar gecesi çıktım. Orada geçirdiğim hiç bir gün, ne yaptıklarımla, ne hissettiklerimle birbirinin tekrarı olmadı. Her günüm birbirinden çok farklıydı. Her bir günümü ayrıca yazacağım.

Bildiğiniz gibi iki yıldır aralıksız olarak seyahat ediyorum, dünyada çok fazla yer gördüm, çok deneyim yaşadım, çok festivale gittim. Burning Man, bunların hepsinden çok farklı ve özel.

İnsanın bütün zorunluluklarından, bütün sıfatlarından çıkıp, içtenlikle kendisi olabildiği; bu sırada başka insanlarla başka hiçbir yerde kurulamayacak şekilde bir yakınlık kurduğu; sonsuz sevgi hissettiği ve bütün bunlar olurken de büyüleyici bir ortamda bulunduğu bir deneyim Burning Man. Black Rock City de, ikinci bir örneği olmayan, tamamen kendine has “Başka bir hayat, böyle bir ütopya mümkün.” dedirten bir yer. Bu nedenle aklının bir kenarında Burning Man’e gitme fikri olan herkese bunu gerçekleştirmek için elinden geleni yapmasını şiddetle tavsiye ederim.

PS: Bu deneyimi erkek kardeşim olmasaydı yaşayamazdım. O yüzden burada bir kere daha Memo’ma çok ama çok teşekkür etmek isterim. ❤

Burnıng Man: Festivalden fazlası, herkesin deneyimlemesini dilediğim bir ütopya” üzerine bir yorum

Yorum bırakın