Burnıng Man Günlükleri -2: Planlara Elveda, Çölde Sahiller, Hareket Eden Sahneler, Padişahlı Partiler, Bisikletli Unıcornlar

Pazartesi günü öğleden sonra uyanıyor ve uyandığım gibi bisikletimin üzerine atlayıp tuvalete gidiyorum. Kahve içmeden ayılamayan ben, elli derece sıcakta ve güneşin altında, en yakın portatif tuvalete gitmek için bisiklet sürerken huysuz olmamı ve bu duruma söylenmemi filan beklerim; değilim. Black Rock City bu açıdan büyüleyici bir yer bence. Kağıt üzerinde konforsuz görünecek her şeyin tam ortasındayken, kendi kendinizi sürekli olarak müthiş keyifli, kocaman gülümserken yakalıyorsunuz. Ve buna bir daha ve bir daha şaşırıp duruyorsunuz.

Çünkü bisikletimin üzerinde portatif tuvalete giderken harika giyinmiş insanlar veya çırılçıplak insanlar görüyorum. Müthiş ilginç mekanların önünden geçiyorum. Birileri durup bir içki almam için ısrar ediyor, birileri el sallıyor, tam yanımdan harika müzik çalan bir art-car geçiyor… Her yer müzikli, her yer görsel şölen, herkes mutlu.

Gündelik hayatlarımızda konforlu ve güzel olmasına rağmen, hiç sıra dışı şaşırtıcı bir tarafı olmayan ve mutsuz insanlarla dolu o kadar çok ortamda vakit geçiriyoruz ki; Black Rock City bunu tamamen alt üst eden bir yer.

Burning Man’de her gün sabahtan akşama kadar yüzlerce etkinlik yapılıyor. Bunların arasında sanat etkinliklerinden, yemek ikramlarına; her konuda eğitim ve workshoplardan, oldukça seksi aktivitelere kadar yok yok. Üstelik de bunların tamamı tabii ki ücretsiz ve ayrıca da genellikle dünyanın her yerinden o konunun en iyisi olan insanlar tarafından düzenleniyorlar. Bütün bunların lokasyon ve saatlerini içeren bir kitabı – evet yüzlerce sayfalık bir kitaptan bahsediyorum- alana girişte bize vermişlerdi.

Biliyorsunuz, ben planlama yapmayı seven bir insanım. Burning Man’de her gün gündüz farklı bir etkinliğe gitmeye karar veriyorum ve o gün akşamüstü Hollywood ünlülerinin ecstatic dans hocasının workshop’ını gözüme kestiriyorum.

Bisikletimin üzerine atlayıp workshop’ın yapılacağı kampa giderken yolda önce muhteşem güzellikte sanat eserleri görüyorum, sonra bir şampanya lounge keşfediyorum, bir kadeh içip öyle giderim derken orada çok tatlı İspanyol bir grupla tanışıyorum, muhabbet de soğuk şampanya da harika akıyor.

O gün orada anlıyorum ki; Burning Man plan yapılacak bir yer değil. Bir şeyler yapmak istediğinde bisikletinin üzerine atlayıp pedal çevirmeye başlayacaksın, o kadar. Hiçbir şey bulamamak gibi bir şey zaten söz konusu değil, çünkü her an her köşede harika bir şeyler oluyor.

Herhangi bir şeyi planlamayı ben orada bırakarak tamamen akışa teslim oluyorum – ki bence benim Black Rock City ruhuna adapte olmaya başladığım an da tam o an. Sonraki günlerde de bütün kamp arkadaşlarımda gözlemliyorum bunu: Kimse hiçbir şeyi planlamıyor ve herkes her gün bambaşka maceralar ve deneyimler yaşıyor.

O gün akşamüstü kampta akşam yemeği yerken, “Hadi kimono partisine!” deniliyor. Bence iyi bir kampta kalmanın en büyük avantajı bu – özellikle de bizim gibi ilk defa gidiyorsanız – birlikte eğleneceğiniz harika kamp arkadaşlarınız varsa ve onlar deneyimli “burner“larsa, kendinizi akışa teslim etmişken çok iyi etkinlikleri de kaçırmamış oluyorsunuz. ❤

Bu sırada benim bir gün önceki yakışıklı kahramanım geliyor yanıma, tam bana sarılmışken, “Kimonon var mı?” diye soruyorum. Gülüyor, “Yok, neden ki?” diye soruyor. “Biz kimono partisine gidiyoruz.” diyorum. Hiç beklemediğim bir şey oluyor; tuhaf bir trip atıyor bana, sen kendi planlarını yapacaksan böyle ben de benimkileri yaparım-vari bir şey.

İçimden “Plan yapmak, Burning Man hayatımda olmayacak tek şey gibi görünüyor.” diyorum, kimonomu üzerime geçirip bisikletime atlıyor ve bizimkilerle birlikte pazartesi günlerinin ünlü etkinliklerinden biri olan Miki Beach’e doğru pedallarımı çevirmeye başlıyorum.

Miki Beach, çölün ortasında olduğumuzu ve ortalıkta deniz olduğunu saymazsak, gerçekten beach club gibi dekore edilmiş bir yer. Ayrıca ayaklarınızın altında da çöl kumu olması algıyı bu anlamda yanıltıyor. Çok iyi DJ’ler çalıyor ve herkes kumların üzerinde kimonolarıyla dans ediyor.

Hiç tanımadığım dünya güzeli bir kadın gelip “Rujunla çok uyumlu.” diyerek kafama kırmızı ışıklı bir taç takıyor, bardan içki alırken barmen “Bana yaklaş bebeğim.” diyip tam göğsümün üzerine bir kaşe vurup, boynuma çok güzel bir ahşap kolye takıyor, Dj setinin önünde dans ederken altmışlı yaşlarda bir amca “Keşke on yıl önceki Burning Man’de de olsaydın, tam aradığım piliçsin bebeğim.” diye bana takılıyor… Üstelik de bunlar sadece bana özgü değil, herkes o kadar sevgi ve mutlu ki, her yerden iltifat, flört ve hediye yağıyor. Tanıdık tanımadık herkesin herkesle muhabbet ve dans ettiği ve bütün bunların çok olağan olduğu bu dünyaya bayılıyorum. O sırada erkek kardeşimle göz göze geliyoruz, karşılıklı dans etmeye başlıyoruz, herkesin gerçekten mutlu olduğu, sevgi ve neşe fışkıran bir ortamda. Ne kadar güzel bir deneyimi paylaşıyoruz, diye düşünüyorum mutlulukla.

Biraz sonra padişah kavuğu takmış bir adam görüyorum. Sonra onu sima olarak tanıdığımı fark ediyorum, bizim kamptan. Hatta bir önceki gün, kamp hummalı bir çalışmayla kurulurken, çölün ortasında kumların arasından dev bir beş yıldızlı otellerin altın rengi valiz taşıma arabalarından birini iterek ve üzerinde kırmızı bir Bellboy kıyafetiyle “Pardon, valizleri ne tarafa bırakmamı istersiniz?” diyerek kampa efsane bir giriş yapmış ve hepimizi gülmekten öldürmüştü. “Padişaaaah” diye bağırıyorum ona, İranlıymış, “Şah diye düşünmüştüm ben.” diye cevap veriyor. Ama sonraki günlerde ben onu nerede görsem “Padişahım çok yaşa.” diye bağırdığım için, kampta adı Padişah olarak yerleşiyor. Ve o gece onunla dans ederken, “Hayatımda daha önce hiç bir padişahla partilememiştim.” diyerek gülüyorum.

Kimono partisinden sonra, bizim kamp ekibiyle birlikte o bardan bu bara saatlerce takılıyoruz. Barların hepsinde genellikle iki tip kokteyl servis ediliyor ve hepsinde DJ performansı var. Biz zaten kalabalık bir ekip olduğumuz için nispeten boş bir bara bile girsek ortam dolmuş ve şenlenmiş oluyor.

O gece bizim kamp ekibindeki DJ’lerden Riley, airpusher collective isimli bir art-car’da çalıyor, hep birlikte onu dinlemeye gidiyoruz. Biz olağan bir DJ setinin önünde dans eder gibi orada dans ederken, art-car hareket etmeye başlıyor.

Hepimiz bisikletlerimizin üzerine atlıyoruz, bangır bangır müzik çalan art-car’ın peşinden çölün derinliklerine gitmeye başlıyoruz. Art-car durunca durup bisikletlerimizi bırakıp dans etmeye başlıyoruz, hareket etmeye başladığında yine bisikletlerimizle onu takip ediyoruz.

Böylelikle Burning Man’in olmazsa olmaz aktivitelerinden biri olan art-car kovalamayı da o gece ilk defa deneyimlemiş oluyorum ve buna da bayılıyorum. (O ana ilişkin videolar: Burada ve burada.)

Bir noktadan sonra ben ekipten ayrılıp gökyüzündeki yeşil neon ışığımı takip etmeye başlıyorum. Bu Mayan Warrior’un sahnesinin (“Galaxyer”) neon ışığı. Black Rock City’nin her yerinden görünebilen müthiş kuvvetli gökyüzüne yansıyan neon ışığı sayesinde alanda hava karanlıkken en kolay bulunabilen sahne. Ortamın ve sahnenin muazzam güzelliğine lütfen yukarıda paylaştığım videodan bir bakar mısınız? ❤

Mayan Warrior, fotoğrafçıları, tasarımcıları, teknoloji uzmanlarını, mimar ve müzisyenleri bir araya getiren, Meksika kökenli bir kollektif oluşum. Kadim kültürün kökenlerine ışık ve sesle modern bir selam çakmak için yaptığı etkinliklerin arkasında dünyanın en ünlü sanatçıları yer alıyor.

Daha önce hem her sene Burning Man’de, hem de Amerika- Meksika hattında pek çok muhteşem etkinlikte kullanılan sahne 1,5 yıl önce çıkan bir yangında zarar görüyor. Müthiş bir kayıp olmasına rağmen, Mayan kültüründe ateş hem yıkımı, hem de yenilenmeyi sergilediği için bunu dönüşüm sürecinin bir parçası olarak kabul ediyorlar ve yeni sahnenin yapımı için bir dizi etkinlik düzenleyerek finansman sağlıyorlar.

Ve 7 Ağustos’ta Burning Man’e yetişir mi diye endişelenilmiş sahne, orada çölün ortasında muazzam neon ışığı ile her gün gün batımından gün doğumuna kadar muhteşem müzik performansları yapıyor. Bu sahneyi ilk görenlerden biri olma fırsatını yakaladığım için çok şanslı hissediyorum kendimi, gerçekten büyüleyici bir sahne olmuş. ❤

O gece orada çok keyifle dans ettikten sonra, kampa dönmeye karar verdiğimde, bisikletime binip, yüzümü çölden Black Rock City’e çevirdiğimde gördüğüm manzaraya inanamıyorum. Kuruluş aşaması tamamen bitmiş şehrimizi ilk defa çölden, gece ve uzaktan gördüğüm an… Nefesim kesiliyor. Büyüklüğüne, ışıltısına, hareketliliğine inanamıyorum.

Burning Man boyunca birbirinden çok farklı duygularla dolu, çok muazzam an yaşadım. Kuruluş aşaması tamamen bitmiş şehri ilk defa gördüğüm bu an benim için hep çok özel anlardan biri olarak kalacak.

Çölün ortasından önce The Man’i gözüme kestirip ona doğru sürüyorum bisikletimi, ardından da bizim kampa en yakın art olan gezegenleri bulup onlara doğru gidiyorum. Kampa ilk defa gece tek başıma döneceğim, bulup bulamayacağım hakkında hiç endişelenmiyorum bile. Bulabileceğime güvendiğimden değil, kampı bulamasam bile çok eğleneceğim bir şeylerin varlığını bildiğimden…

Tuhaf bir biçimde o sırada aslında tek başıma olmama rağmen, kendimi hiç yalnız hissetmiyorum. Çünkü biliyorum ki bir “Merhaba.” veya yalnızca bir gülümseme istediğim yerde istediğim ekibe katılmam için tek gerekli olan şey. Bu hisse bayılıyorum. Kampa dönmeden önce çölde biraz daha sanat eserlerinin arasında tur atmaya karar veriyorum.

Kumlu rüzgar içime dolarken, geçtiğim her yerden harika müzikler kulağıma çalınırken, baktığım her yerde neon ışıklar görürken, yüzümde dev bir gülümseme var: Hayat çok güzel be!

Yorum bırakın