40 günlük toprak yogası yaptığım dönemde, gece dışarı çıkmadığım ve seyahat etmediğim için kendi olağan düzenimden farklı bir şekilde yaşıyorum. Çalışmadığım zamanlarda, dolap içlerimi temizliyorum, her gün Mushaboom Dükkan‘dan yeni sahibine kavuşan parçaları yollamak için kargo teslim etmeye gidiyorum, eve dönerken sebzeler meyveler alıp sağlıklı besleniyorum, bol bol kitap okuyorum. İş listelerim ile dolap içlerim temizlenirken, ruhumu ve zihnimi de temizliyorum gibi hissediyorum, hafifliyorum.


İstanbul her zaman her konuda sonsuz keşif seçenekleri sunan bir şehir neyse ki, seyahat etmeden geçirdiğim bu dönemde keşif ve yenilik ihtiyacımı da İstanbul sokakları karşılıyor.

Galata’daki 1859 yılında kullanıma açılan İngiliz Postanesi, bugün yenilenmiş bir sosyal kompleks olarak hizmet sunuyor. En alt katında bir cafe var, orta katlarında üyelik sistemi ile kullanılabilen çalışma alanları. Terasındaki manzara da harika. Üye olmanıza veya alt kattaki cafe’nin müşterisi olmadan istediğiniz gibi binadan içeri girip terasa çıkabilirsiniz.

Yine Galata’daki Barnathan, tarihi dokusu bozulmadan yenilenerek kullanıma açılan bir butik otel olmuş, en üst katında da güzel bir cafe açılmış.

İstanbul keşfedilecek sonsuz seçenek sunsa da, bu şehirde yaşarken koşturma telaşımızın arasında aslında kendimize en yakın olan semtlere gidip durduğumuz konusunda bir farkındalık yaşıyorum. İstanbul sokaklarında, bir yere gitmek için acele etmeden yürüyünce, meraklı olunca, yani başka bir deyişle kendi şehrinde turist olunca insan, aslında bu şehir kalkıp gittiğimiz bir sürü yerden çok daha fazla renk içeriyor.



Casa Cooklife’ın Bomonti’deki mekanı çok güzel olmuş, İsveç hamuru ile hazırlanan kakuleli çöreği oldukça lezzetli.

Bir yeni keşfim de Teşvikiye’de minicik bir dükkan olan Poco. Matcha lattesi gerçekten çok iyi.

Bu 40 günlük toprak yogası dönemimde, oradan oraya koşturmadığım için aslında hep meraklı olduğum ancak bir türlü fırsat bulamadığım konularla ilgilenmeye başlıyorum. Doğal yağlar, kristaller, tütsüler. Bu dönemde evimde sürekli olarak sedir ağacı ve tarçın karışık tütsü yakıyorum. Kokusu çok güzel olduğu gibi, anlamını da çok seviyorum. Sedir ağacı, geleneksel olarak kötü enerjileri uzaklaştırmak için kullanılıyor. Tarçın da bolluk ve bereket çektiğine inanılıyor.
Süt, kakao, bal ve yulaf karıştırıp migrodalgada pişirip üzerine meyveler dilimlediğim şekersiz sağlıklı sufleler pişiriyorum, fırında mücverler, zeytinyağlı ıspanak kökleri… Ne kadar uygulayabileceğimi bilmiyorum, ama evde kendime sürekli salata hazırlayıp durmak yerine böyle sağlıklı ve pratik tariflerden daha çok denemeye karar veriyorum.

Netflix’te Nobody Wants This dizisini izliyorum. Hatalar yapılan, iletişim kurulan, hataları telafi etmek için çaba harcanan sağlıklı bir ilişki türünü konu almasına bayılıyorum.
Bu dönemde izlediğim filmler arasından en iyisi de açık ara Pure Things.
Bu sürede iki kitap okuyorum, Küçük Şeylerin Tanrısı hem dili, hem de kurgusuyla uzun zamandır okuduğum en ilginç romanlardan oluyor. Bir de Joe Dispenza’nın Becoming Supernatural kitabını… Bir süredir oldukça ilgimi çeken konulardan biri olan, düşündüklerimizin hayat kalitemize olan etkisini çok çarpıcı ve çok bilimsel bir şekilde açıklayan bu kitabı herkese şiddetle tavsiye ederim. Düşündüklerinizin kalitesi gerçekten hayatınızın ve fiziksel sağlığınızın kalitesini etkiliyor.

Son dönemde çok popüler olan kozmetiklerden denemeler yapıyorum. Instagramı sallayan kolajen maskesinin bir balon olduğunu düşünüyorum, ama Amla saç bakım yağı saçlarıma gerçekten çok iyi geliyor.

Bu süre boyunca, ben kendi evimde ve kendi şehrimde de pekala keşfederek, yeni şeyler deneyimleyerek, dinlenerek yaşayabileceğimi yeniden hatırlamış oluyorum.


Ezbere yapıp durduklarınızdan çıkmayı ve hayatınızda hep yenilere yer açmayı unutmadan kalın! ❤
