2024 yılının son ayı başladığında, toprak yogamı tamamlamak üzereyim. Bütün evimi köşe bucak elden geçirmiş, bütün anılarımı ayıklamış, kendi tarihimde yolculuğumu yapmış, dolap içlerimden poşetlerce eşya azaltmış, gardrobumdaki parçaları elden geçirip Mushaboom Dükkan’dan yeni sahiplerine kavuşturarak oldukça hafiflemiş durumdayım.

Bu süre boyunca seyahat etmediğim ve gece dışarı çıkmadığım için iş listemdeki yapılacakların da bir bir üzerini çizmiş olduğumdan, yılın son ayını bir takım bakımsal aktiviteler peşinde koşarak, masajlara giderek, özlediğim arkadaşlarımla yavaş ve keyifli buluşmalar organize ederek ve yılbaşı hediyelerimi hazırlayarak geçirmek; hayaller kurup yeni yıl için kararlar almak filan var aklımda.

Evime kargolarımı teslim eden ve ben evde pek olmadığım için bu teslimat konusunda bana çoğu zaman tolerans gösteren kargocu abilerime minik kurabiye paketleri hazırlayarak başlıyorum yeni yıl havasına girmeye. Şaşkınlıkları ve mutlulukları çok hoşuma gidiyor.
Sonra gelenekleri sürdürmeyi seven biri olarak, Üstün Palmie’den likörlü çikolata ve marondegize almaya gitmek gibi kışa çok yakışan alışverişler yapmaya başlıyorum. Şirkette bana “Her durumda bu kadar neşeli olmanız asabımı bozuyor.” diye takılanların masasına şekilli renkli kurabiyeler bırakıyorum.
Akaretler’de kurulan şahane yılbaşı ağacının yanından, Starbucks’ın yeni yıl konseptli bardağıyla yaylana yaylana yürüyerek başladığım günler çok uzun sürmüyor.

Şirkette de “A meeting without lunch, should be an e-mail.” esprisini yaparak ortalıkta gezindiğimden, bir üst düzey yöneticim ile çıktığımız bir öğle yemeğinde gündemime bomba gibi bir iş düşüyor: Ciddi bir soruşturma. Sonra iki hafta boyunca gecelerimiz gündüzlerimize karışıyor. Hem fiziksel olarak çok yorulduğumuz, hem de duygusal açıdan çok yıprandığımız bu süreçten alnımızın akıyla çıktıktan sonra, tebrikler havalarda uçuşurken, bir yandan kendimle gerçekten gurur duyuyorum. Fakat diğer yandan içimdeki o yılbaşı ruhu ve heyecanı uçup gidiyor. Kendimi gerçekten yorgun hissediyorum ve şiddetle bir molaya, bir hava değişikliğine ihtiyaç duyuyorum.

Minik bir çanta yapıp, Adana’ya uçuyorum. Şakirpaşa’yı özleyerek Çukurova Havalimanı’na ilk inişimi yapıyorum. O akşam Galatasaray’ın maçı varmış ve Galatasaray’ın maçı varken, benim neredeyse bir yıl sonra Adana’ya gelmiş olmam bile babamın gündemlerinde ilk sıraya yerleşemeyeceğinden, o akşam kebap yerine Şadırvan’ın döneri ile başlıyor.

Çok lezzetli ve yanında bira servis etmelerine de bayılıyorum. Şimdi son zamanlarda bira – döner mekanları yeni keşfedilmiş özel bir konsept gibi sunulsa da; Adana’daki Şadırvan aslında bunu bizim çocukluğumuzdan beri yapan yer. Bence bu konseptte Türkiye’deki ilk mekan bile olabilir.
Ama benim “ilk” iddialarıma direkt inanmamayı da tercih edebilirsiniz çünkü mesela bence Mustafa Sandal’ın İki Tas Çorba isimli şarkısı da Türkiye’nin ilk chill out parçası. 🙂
Evden dışarı sadece akşam yemeği yemek için çıktığım iki günde, evde uzun uykular uyuyor, Netflix izliyor ve keyif çatıyorum. Bir de saçlarıma keratin bakım yaptırıyorum. Bütün ayı bakımlarla geçirme planıma uyamamış olsam da, en azından saçlarıma bir keratin yüklemesi yaparak bir tık ışıltıyı görüntüme kazandırıyorum.
Bir gece 52 Kebap’a gidiyoruz. Buraya ben kebaptan ziyade, tavası için gidiyorum. Et tavası çok iyi. Ayrıca rakının yanında çiğ köftesini de çok seviyorum.
Bir başka gece de, benim için Adana’daki en iyi kebap olan Kebapçı Mesut’a gidiyoruz. Her zamanki gibi çok ama çok iyi bir kebap yiyoruz burada.

Bir takım aksiyonlar, hikayeler, olaylar da oluyor; ama sonuç olarak ben yılın sonunda bir memleket havası solumuş olarak yılı kapatmaya kendimi hazır hissediyorum.
Bu dönemde Mushaboom8 hesabı üzerinden zaman planlaması ve benim kendi kendime o aralar üzerinde kafa patlattığım “daha iyi ben” paylaşımları yapmaya başlıyorum. Aldığım geri dönüşler, birilerinin hayatında olumlu bir yönde değişim yaratabilme fikrine bayılıyorum. İşlerimin yoğunluğu sebebiyle buna çok fazla zaman ayıramıyorum; ama bu paylaşma hissinin bana çok iyi geldiğinden bir kere daha emin oluyorum.

Bu dönemde bir de Hint Yağı’na sarıyorum. Her gece yatmadan önce göbek deliğime, göz altlarıma, kaşlarıma ve kirpiklerime Hint Yağı sürüyorum. Ricinolic asit, neredeyse yalnızca Hint Yağı içinde doğal olarak bulunuyormuş. Toksin atımına yardımcı olduğu, göz altı torbalarına iyi geldiği, kirpikleri uzattığı gibi o kadar çok iddia var ki; doğal içeriklerden de daha çok faydalanmak gibi bir karar alıyorum o günlerde.


Seyahatlerimi azalttığımda ve İstanbul’da daha çok kaldığımda bile hayat tempomun aslında pek yavaşlamadığının farkındalığıyla gülüyorum. “Kendine iyi bakmayı unutma kızım, çünkü yavaş bir hayat senin yazgında yok.” diyorum kendime. Evde kendime sağlıklı yiyecekler hazırlayarak, Hint yağına bulanarak, oradan buraya, o toplantıdan, bu işe koşarak nasıl bittiğini anlamadan yılın son günlerine geliyorum.
Fırtınalar koparsa kopsun be!
