Viskili, Müzikalli ve Gururlu Bir Kapanış, Güneşli Bir Başlangıç

Biliyorum son dönemde yaşadıklarımın detaylarını, beni ve nasıl olduğumu merak ediyorsunuz; ama hayatımın dijital bir kaydı olan bu blogun kronolojik akışını bozmayalım. Kaldığımız yerden devam edelim. Şu anda yaşadıklarımdan henüz hiç ama hiç haberim olmayan günlere geri dönelim.

Aralık ayını fırtına gibi bir hızda deviriyorum. Şirkette görev kapsamımın genişlediği, dahil olduğum bir kaç projede çok övgü toplayan performanslar sergilediğim bir ay oluyor. Sabahları dans ederek uyanıyorum, yüzüme maskeler yapıp, “Unutmayın bana hiç bir şey olmaz.” sloganlı kupamda kahvemi içerken sözleşmeleri toparlıyor, sonra topuklularımı giyip müthiş bir enerjiyle toplantılara koşuyorum. Göbek deliğime son zamanlarda çok moda olan castor oil sürüyor ve yıl bitmeden bitmesi gereken işlerin peşinde koşuyorum. Yıl biterken, kendimi nasıl hissettiğimi Leocuğumun şu aşağıdaki karesi özetliyor, tatminim, gururluyum ve keyifliyim.

Genellikle yılın son haftası başlamadan ortalıktan kaybolan ve İstanbul’u terk eden ben, bu sefer herkesi ve kendimi şaşırtacak kadar İstanbul’da kalıyorum.

Bütün bunların arasında Mor ve Ötesi’nin müzikali Araf’a gidiyoruz. Dekorlar ve oyunculuk bize biraz amatör üniversite öğrencilerini izlemeye gelmişiz havası veriyor, çok yüksek beklentilerimizin çok altında kalıyor. Diğer yandan arkadaki canlı orkestra ile bayıldığımız Mor ve Ötesi müzikleri eşliğinde bir müzikal izlemenin her şeye rağmen keyifli olduğunu söylemeliyim. Bizim için daha enteresan olan, izlemeye gelen kitle oluyor. Herkes çeşitli festivallerden ve after partilerden tanıdık yüzler. Öyle bir ekiple müzikal dinlemek absürt ve keyifli.

Türkiye’de en çok satılan viski olan Chivas’ın Türkiye’ye özel ürettiği viskiyi tattığımız Clubhouse’taki harika etkinlik İstanbul’da 2024 yılında katıldığım son sosyal etkinlik oluyor. Çok hafif isli tadıyla gayet içimi keyifli bir viski olmuş.

Uzun zamandır görmeyip özlediğim tanıdıklarla kesiştiğim, yeni keyifli insanlarla tanıştığım, çok lezzetli ve verimli bir geceden sonra, pasaport harçları zamlanmadan ikinci pasaport için başvurumu yapıyor, schengen vizem bittiği için randevu için gerekli kontaklarıma haber uçuruyor, bu seneki en iyi yılbaşı hediyesini patronumdan alıyor ve aralık bitmeden önce valizimi topluyorum.

Teos’ta beni ışıl ışıl güneşli bir hava karşılıyor. Hiç aralık ayı gibi değil. Gündüzleri harika deniz manzaralı ofisimde son kalan işleri haşllediyorum, öğlen güneşten maksimum verim sağlamak için sahile iniyor, güneşlenerek kitap okuyorum, akşam annemin harika sofralarında akşam yemekleri yerken kadehlerimizi tokuşturuyoruz.

Yılbaşı gecesini, annemin Yunan dans ekibiyle geçiriyoruz. Herkesin keyifle dans ettiği güzel bir gece oluyor. Gecenin herkesteki en komik anısı ise masanın altında yenilen üzümler…

Yılbaşından hemen önce sosyal medyada masa altında üzüm yiyerek (para için yeşil, aşk için kırmızı üzüm) dilek dilemek sosyal medyada çılgın bir akım olduğundan, Teos’a gider gitmez annemle babama “Üzüm almamız lazım.” diye tutturuyorum. Annemin de babamın da bu akımdan haberi yok, yine de beni kırmıyorlar. Annem harika bir fikirle, minik buzdolabı poşetlerine yalnız bizim aileye değil, yılbaşı gecesi birlikte olacağımız herkes için altı yeşil altı kırmızı üzüm içeren paketler hazırlıyor. Gece başlarken herkese anlatıyoruz: “Masanın altında tam 12:00’de yerseniz ve dilek dilerseniz, bu dileklerinizin gerçek olacağına inanılıyor.” O sırada herkes biraz burun kıvırıyor, masanın altına giremem diyenler oluyor, fakat saat 12:00 olduğunda herkesin ama herkesin masanın altına girmeye çalışıp üzümleri yediği an o kadar komik ki – gülmekten üzümler boğazımıza kaçıyor. 🙂

Geceleri hava dışarıda ve sahilde vakit geçirmek için soğuk olduğundan genellikle filmler izliyoruz. Netflix’in artık şaşırtmayan içeriklerinden sıkılmış biri olarak, MUBİ’ye düşüyorum bu dönemde. (30 günlük ücretsiz deneme linkinizi de şuraya bırakayım.)

İzlediğim filmler: Oldukça çarpık aşk hikayelerini anlatan izlemesi keyifli bir film olan Passages, çok keyif alarak izlediğim ve mutlaka tavsiye ettiğim modern bir müzikal Emilia Perez, konusunu ve verdiği mesajları çok sevdiğim ancak bir yerden sonra midem kaldırmaz hale geldiği için sonuna kadar izleyemediğim Cevher.

Orada geçirdiğim günlerde Piraye‘yi okuyorum. İlginç bir kitap açıkçası, sevdim mi sevmedim mi bir türlü karar veremiyorum. Bu roman bütün spiritüel ilkelerden aynı anda bahsetmeye çalışıyor, kurgudaki karakterler gerçek olamayacak kadar tek yönlü, diğer yandan gerçekten güzel cümleler de var romanda. En sevdiklerimden bazıları:

  • Anda olan olur. Yaşam her an senin önüne gelen andır. Artık önündedir ve bunda bir seçim hakkın olmaz. O an olan olur. Ancak… Yaşamım dediğin şey başka bir şeydir. Yaşamım benim o anla nasıl birleştiğimle oluşur. İşte senin özgür iraden o olanla sen ne yaşarsın, bu noktadır. Yaşam oluyor, o yaşam anında sen, o anda ne, kim olacaksın? O an ile sen nasıl birleşecek, ona sen ne katacaksın? Anda ne verecek, ne alacak ve sonuçta ne deneyimleyeceksin?
  • Ben buyum dedin ve kilitledin mevzuyu. İşte o andan itibaren zihnin tek amacı, o güne kadar oluşturduğu zihin dünyasının ve onun başrol karakterinin devamlılığını sağlamak oluyor. Sadece bunun için düşünce üretiyor. O dünyaya yeni bir tanım eklenecekse, bu mutlaka içerisi ile uyumlu olursa kabul oluyor. Ve insanın kaderi de bu inançların, bu kayıtların tekrar tekrar deneyimlenmesi oluyor.
  • “Melese nedir?” diye sorarız ya, orada gerçekte bir mesele olduğuna inanırız. Onun yerine: “Şu an inandığın hikaye ne?” Olumsuz duygular, Can’ının uyarısıdır sana. Gerçekten saptın, burada değilsin, benimle değilsin, der adeta.
  • Sevdiğin şeyleri yapacaksın. Ertelemeyeceksin, boş vermeyeceksin, her an keyif, neşe ve sevgi hissetmek Can’a sorumluluğundur.
  • Bir şey yapmak, değil mi? Zihnin yaşam ve yaşamda ilerlemek konusundaki çözüm anlayışı işte bu. Hep yapmam lazım, daha fazla yapmam lazım. Oysa bilinç buraya bir şeyler yapmak için gelmedi. Bilinç, olmaya geldi; kim olduğunu deneyimlemeye geldi. Oluşunu seçip, o seçtiğini olmayı deneyimleyebileceği olasılıkları çekebildikçe kendine, o deneyimde kendi ifadesini yaşamaya geldi… ‘Ne yapacağım’ diye çözmeye çalışmak ile değil, ‘Kim olmayı deneyimlemek istiyorum’u belirleyerek ilerlemek için buradayız. Sen ancak içinde bulunduğun anda varsın. İşte o an sen kimsin? Kim olmayı seçiyorsun?
  • İnsanlar saçmalıyor, yaratıyorum filan lafları ile… Senin yaratabileceğin bir şey yok. Bu sistemde her olasılık, yani sonsuz sayıda olasılık yaratılmış durumda zaten. Bir olasılık olarak bekliyor hepsi. Neyi bekliyor peki? Sen hangi deneyimi seçeceksin diye bekliyor. Sistem sana bakıyor, ama ne yapacaksın diye değil, neyi deneyimlemeyi seçeceksin ve neye “Ol!” diyeceksin diye.
  • Kendini bilirsen yaşamının nasıl olacağını da görebilirsin. Beğenmiyorsan, oluşunu değiştirip yaşamını dönüştürebilirsin. Dönüşüm yolculuğu ancak böyle olur. Planlama adı altında yaptığın endişelerle bir halt olmaz.
  • Arada sallanacağız, arada düşeceğiz ve bu olduğunda şükredeceğiz. Yaşam bizi bir hikayemizle daha yüzleştirdiği için, o her ne ise onunla göz göze gelip, temizleyip biraz daha gerçekte yaşayabilme fırsatını yakaladığımız için şükredeceğiz.

İstanbul’a dönmeden önce sahilde bir gün boyunca oturuyorum. Güneşe teslim ediyorum tenimi. Elimin altında bir defter tutuyorum, yeni yıl kararları almak için. Hayatımın, pek çok hayalimi gerçekleştirdiğim bir noktasında olduğumu fark ediyorum önümdeki bomboş sayfa ile uzun uzun bakışırken…

Gitmek istediğim birkaç yeni istikameti yazıyorum listeme, eve dönüp valizimi topluyor ve 2025’in ikinci haftasında İstanbul sezonu açmak için geri dönüyorum.

Yorum bırakın