Peru, yemekleriyle adeta gastronomik şölen sunan bir ülke. Dolayısıyla Peru seyahatinize, gayet şıkır şıkır kıyafetlerden oluşan bir valizle çıkabilir, Lima ve Cusco’da zamanda ışınlanmışsınız hissi veren sokaklarda keyifli yürüyüşler yapıp, gerçekten hem gözünüzü hem midenizi şenlendirecek tabaklar sunan hem salaş hem lüks restoranlarda takılıp, en kaliteli yünlerden pançolarınızı satın alıp dönebilirsiniz.
Diğer yandan böyle bir seyahat Peru’nun ruhuna dokunmayan bir seyahat olur. Çünkü aslında bütün o tabaklar bile doğa ile olan bir bağı sergiliyor. Peru’da topraktan her bir mahsül toplanırken, en iyisi Pachamama’ya (“toprak anaya”) armağan ediliyor.

Peru bugün hala yaşayan yerli kabilileriyle, İnka kültür mirasını günümüze taşıyor. Sadece yerli kabilelerle de sınırlı değil üstelik. Doğa ile insan arasındaki güçlü bağları anlatan, her dağın, nehrin, toprağın ruhu olduğuna inanan And Mitolojisi sadece eski efsaneler olarak mitolojik kitaplarda durmuyor, yerel halkın gündelik hayatının bir parçası. Bu yerli halkın ruhsal ve fiziksel iyileşme seramonileri bugün hiç azımsanamayacak sayıda turistin şifa arayışında bu topraklara gelmesine sebep oluyor.
Biz şifa yolculuğumuzu Pisac merkezli olarak yaptığımız için, And dağları civarında konumlanan tarım, dokumacılık ve festivalleri ile ön plana çıkan Quechua yerli kabilesine yakındık.
Lima’da geçirdiğim günde And Mitolojisi ile pek alakam olmamıştı, geleneksel kıyafetler giyen yerliler de yalnızca turistlere el işi satmaya çalışan yol kenarında oturan kadınlardan ibaretti. Pisac’a adım attığım andan itibaren ise genel atmosfer tamamen değişti.

İstanbul gibi bir metropolde yaşayıp beyaz yakalı olarak çalışan biri olarak dürüstçe söyleyeceğim; saatlerce yol yapıp Pisac’a geldiğimde, o yüksekliğin fiziksel etkilerini alan coca yaprağını çiğnemek ne kadar harika geldiyse; onlardan üç tanesini yan yana koyup üflemeye filan da aynı seviyede bir burun kıvırıp geçme arzusu duydum.
Tam o sırada bize bu alanı açan Merve – ki tam da bu yüzden bu tip deneyimleri doğru kişilerle yaşamanın önemine inanıyorum, bütün deneyimi dönüştürebiliyorlar – şöyle bir cümle kurdu:
“Ne saçma diyip geçmek yerine, ben bunlardan ne alabilirim diye düşün. Çünkü bunlar sadece kapılar. Asıl olan doğanın bilgeliği.”
Ne kadar derin bilgi sahibi olmak isteyeceğiniz ne kadar ilgi duyduğunuza bağlı değişir. Diğer yandan, bazı temel kavramları bilmez ve anlamazsanız aslında gerçek bir Peru deneyimi yaşayamazsınız. O yüzden yazacağım yazıların içinde, özellikle de bahsedeceğim seramonilerle ilgili And Mitlolojisi bilgilerini de minik minik açıklamaya çalışacağım size.
Kintu: Quechua dilinde üçlü anlamına gelen kintu, üç adet coca yaprağını belirli bir şekilde tutup dileğin niyetin üflenmesi ile oluşturuluyor. Herhangi bir tören veya seramonide katılan kişinin niyetlerini doğaya bu şekilde ilettiğine inanılıyor. Dilekler ve niyetler bu üçlü coca yaprağına üfleniyor ve bu yapraklar doğaya sunulduğunda, niyet de doğaya sunulmuş oluyor.
O yükseklikte zaten coca yaprağı poşetiniz yanınızda olmadan hiç bir yere gitmiyorsunuz, bu ritüel de hemen uyum sağlanan oldukça keyifli bir ritüel oluyor. Hemen poşetinizi açıyorsunuz, içinden şekil olarak en düzgün yaprakları bulmaya çalışıyorsunuz, bir niyet belirliyorsunuz. Müthiş güzel bir meditasyon da bence bir yandan.
Genel olarak her zaman yalnızca üç coca yaprağı kullandık kintularımızı hazırlarken. Sadece Despacho seramonisinde kintularımızın içine, törenin temiz niyetlerle gerçekleşmesi için beyaz bir çiçek yaprağı; yaşam enerjisi ve korumayı temsilen de kırmızı bir çiçek yaprağı ekledik.

Despacho Seramonisi: Evrene niyet gönderme amacı taşıyan bir sunum seramonisi. Şaman, çeşitli sembolik malzemeleri, icaros adı verilen bir takım niyet dua sözcükleri söyleyerek bir bohçanın içinde bir araya getiriyor. İzlemesi çok keyifli bir görsel şölen bu kısım, bereket için mısır koyuyor mesela, sonra onun kalıcı olması için üzerine bal sürüyor örneğin.

Bir sürü malzeme, bir sürü niyetle bu bohçanın içine konulduktan sonra, seramoni katılımcılarının dilek ve niyetlerini üfledikleri kintular da bu bohçaya ekleniyor, şaman herkese ayrı ayrı bir tören yaptıktan sonra, bu kolektif sunak bohçası yakılarak doğa ile bütünleşiyor.

Peru’da geçirdiğim günlerde hem iç dünyamda, hem dışarıda o kadar çok şey deneyimledim ki – bunları henüz yerli yerine oturtup bir mantık silsilesi içinde gruplayarak anlatabilecek noktaya geldim.

Doğa ile bağlantıdan bahsederken, Pisac’taki günlerimizi geçirdiğimiz kolektif evimizde günde üç öğün gerçekleşen diğer bir seramoniden daha bahsetmek istiyorum. Seramoni diyorum çünkü buna sadece yemek yemek demek biraz haksızlık olur.
Orada deneyimlemeye niyet ettiğimiz bazı seramoniler oldukça temiz bir beslenmeyi gerektiriyordu. Evimizde günde üç öğün “Sağlıklı yemekler ne kadar şık ve lezzetli olabilir?” çıtası sürekli olarak yükseliyordu. Ve gururla söylemek isterim ki, bu tabakların arkasında dünya tatlısı Türk bir çift olan Zehra ile Mahmut vardı.




Biz And mitolojisine girerken, doğa ile bağlarımızı yeniden kurarken, yer altı yer üstü evrenler arasında savrulurken, geçmiş travmalarımıza dikine dalıp, daldığımız yerlerden çıkamazken, birbirimize sokulmuş şömine başında ısınmaya çalışırken veya bahçede güneşlenirken, danslar etmiş kahkahalar atarken veya duygusal çemberlerden kalkmış ağlarken o sofra bizi tam bir hafta boyunca her öğün aynı özenle, aynı lezzetle ağırladı, o kolektif alana ev ruhunu verdi. Kendilerine bir kere daha buradan şükranla ❤
Biz çok şanslıydık, bizim evimizdelerdi – ama Pisac’a yolunuz düşerse onlara uğramayı tabii ki ihmal etmeyin. Sofra.Culinary’den takip edebilirsiniz.
Keşfederek, doğa ile bağlantınızı koparmadan kalın!
