Biz buraya iyileşmeye geldik; ama iyileşmek, eksik veya yanlış bir şeyi düzeltmek anlamına gelmiyor; iyileşmek demek aslında tam şu anda olduğumuz gibi kendimizi sevmek ve kabul etmek.
Pisac’a adım attığım andan itibaren, özel bir çaba harcamaya gerek olmadan yaşamımın genel ritmi ve tarzı değişiyor. Her şeyden önce olağan hayatımızda yaşadığımız ve gittiğimiz yerlerin tamamından çok daha yüksek bir rakımda (deniz seviyesinden yaklaşık 3.000 metre yükseklikte) ve mis gibi bir doğanın ortasında yaşıyoruz. Alkol, kahve ve yapay şeker tüketmiyor, tamamen doğal besleniyoruz. Sabahları ardışık alarmlarla bile çok zor uyanan ben, Pisac’ta gün doğmadan önce zınk diye açıyorum gözlerimi.

Orada geçirdiğim günlerde, müthiş bir eşlikçi olan dünya güzeli oda arkadaşım Ecem, benden bile erkenci. Ben uyandığımda o genellikle şöminenin yakılmasını organize etmiş, bize coca çayları hazırlamış ve üst üste içliklerini giyiniyor oluyor.
Hiç rüya görmeyen, daha doğrusu hiç rüyalarını hatırlamayan ben, daha birinci gün, “Ay ben dün gece bütün eski sevgililerimle tek tek buluştum.” diyerek gözlerimi açıyorum. Ne tuhaftır ki, bütün tanıdıklarımdan fiziksel olarak çok uzakta ama gerçekten çoook uzakta olduğum o günler boyunca, her gece rüyalarımda uzun uzun sohbetler edip nice hesaplar kapatıyorum.
Bir hafta boyunca günler birbirine çok benzer şekilde başlıyor: Erkenden uyanıyoruz, kat kat giyinip coca çaylarımızı demliyor, elimizde fincanlarla şöminenin etrafındaki minderlere oturuyoruz. Herkes başka bir şeylerle uğraşıyor; kimi bir köşede bağdaş kurup meditasyon yapıyor, kimi harıl harıl defterlerine kapanıp journaling ritüelini yerine getiriyor, kimi sadece şömine başında ısınmaya çalışıp çayını yudumluyor, kimi rapé’sini çekip kendini doğaya teslim ediyor, kimi bir önceki geceki rüyasını veya üzerinde yeni düşünmeye başladığı hayatındaki oldukça derin bir konuyu paylaşıyor…
Bazen de arsızca cips yiyoruz. Sabahın 05:00’inde, kikirdeyerek, “Biri beni durdursun lütfen.” diye yalvararak… Peru’da inanılmaz çok çeşitte patates ve çok çeşitli cipsler var – ve gerçekten bazıları hayatımda yediğim en iyi cips.
Güneşi yoga yaparak veya evimizin arkasındaki temple‘da bir meditasyon çalışması yaparak doğuruyoruz. Bir niyet belirliyor ve o niyete odaklanma pratiği yapıyoruz, sonraki günlerde deneyimleyeceğimiz medicine healing seramonilerine hazırlık çalışması olarak..
08:00’de hep birlikte çok lezzetli kahvaltımızı yapmak üzere kocaman masamızın etrafında toplanıyoruz.
Yani her gün sabah 08:00’e kadar rüyalarımız üzerinde düşünmüş, günlük defterlerimize birkaç sayfa yazı yazmış, meditasyon yapmış, o gün hayatımızla ilgili aklımıza düşen bir konuyu diğerleriyle paylaşmış, duşumuzu alıp giyinmiş oluyoruz.
Her gün farklı çalışmalar yapıyoruz. Bir gün “Şu anda hayatınızda sizi en çok heyecanlandıran şey nedir?” sorusuna odaklanarak meditasyon yapıyor ve defterimize bunun cevaplarını yazıyoruz. Başka bir gün odada zıplayarak ve dans ederek gezinip, müzik durduğu anda tesadüfen tam karşımıza denk gelen arkadaşımızı müzik yeniden başlayıncaya kadar övme pratiği yapıyoruz. Bir başka gün kendimizi diğerlerine “sevdiğimiz şeyler” ve “korkularımız” üzerinden anlatıyoruz.
Yani başka bir deyişle her gün ama her gün zihnimizin ve kalbimizin kıvrımlarına atıp geçtiğimiz bir şeyleri tozlandığı yerlerinden çıkartıyoruz.
Çok uzun zamandır yalnız yaşayan ve öğrencilik yıllarından beri bu kadar komün halinde bir ortamda bulunmamış biri olarak, bu şekilde yaşamak bazı açılardan beni zorlarken (bir banyoyu, bir tuvaleti, bir fön makinesini çok fazla kişi paylaşıyor ve sıra bekliyor olmak gibi) , bazı açılardan da (sürekli ilham, aktivite ve sevgi olması) bu durum çok hoşuma gidiyor.


Boş zamanımız oldukça çarşıya iniyoruz, ancak etrafta gezilecek yerler ve katılınabilecek seramoniler o kadar çok ki – bu boş zaman gerçekten çok nadiren söz konusu oluyor.



Pisac’ın pazarında gezmeye bayılıyorum, küçük bir çocuk gibi sürekli “Bu ne? Bu ne?” diye sorarak, denemek için bir şeyler satın alıyorum.
Mesela yukarıdaki ilk fotoğrafta coca yaprakları satılıyor, ikincisinde yerde duranlar patates, üçüncüsünde elimdeki meyve “cherimoya”. Gerçekten aromalı sakız gibi kokuyor ve oldukça tatlı, İnka İmparatorluğu döneminde “tanrıların meyvesi” olarak anılıyormuş.


Sebze ve meyvelerin dışında da, butikler dahil olmak üzere neredeyse her dükkanda çeşit çeşit bitkisel toz satılıyor. Yüzlerce daha önce hiç duymadığım şeyi bir arada buluyorum, chat gpt bu konuda çok iyi – fotoğraf çekip soruyorum ne olduklarını. Kil maskesiyle, halüsinojik çayın aynı grup ürün olarak satılmasına çok gülüyorum.

Aynı şekilde şampuanların yanındaki minik serum şişelerini cilt bakım ürünleri sanarak “Aaa bunlar neymiş?” diye incelemeye başladığımda şoka giriyorum. Bu tip şeyleri tabii ki hiçbir zaman tek başınıza denemenizi önermem, zaten esas amaç da aslında bunlar aracılığı ile şifalanmak bu topraklarda.

Bir gün “acil ihtiyaçlar” için çarşıya indikten sonra geri dönerken çok gülüyorum acil ihtiyaç diye aldıklarıma: Coca yaprağı, temple’daki seramonilerde ayaklarım üşüyor diye yün çorap, journaling için kalemler ve cherimoya.
Burada geçirdiğimiz günlerde bir kuralımız var. Her gün defterimize “Bugün komünitem için ne yaptım?” sorusunu kendimize sorarak bir cevap yazmamız gerekiyor. Bunu kimse kontrol etmiyor, yine de her gün birlikte yaşadığımız topluluk için bir şey yapmamız bekleniyor.
Bu açıdan Burning Man’e çok benzetiyorum, “Ben ne alabilirim?”den, “Ben verebilirim?” sorusuna geçmek için bence yeryüzündeki en iyi deneyim ve pratik Burning Man.
O gün aldığım lamalı çok güzel kalemleri komünitem ile paylaşıyorum ve yeni kalemimle defterime şöyle yazıyorum:
Son yaşadığım deneyimlerden ve kanser teşhisimden sonra, niyet belirlemem gereken her durumda, sağlığımla ilgili bir niyet belirlemek zorundaymışım gibi hissediyorum kendimi. Bunu yapmadığımda da garip bir suçluluk hissediyorum. Ama ne zamanki bir pratik ile zihni biraz kapatıp, daha derinlere inmeye başlıyoruz, dudaklarıma hep aynı niyet geliyor: Daha çok ve daha açık sevebilmek istiyorum. Kendimi, vücudumu, hayatımı, herkesi… Deniz kıyısı, sıcak iklimler, zevkli bir konfor ve sıkıcılıktan uzak bir huzur istiyorum.

“Pisac’ta olağan günler & çarşı pazardaki olağan dışı şeyler” üzerine 3 yorum