Seyahat etmediğim zamanlarda nisan ve ekim arası dönemi Teos ve İstanbul’da geçiriyorum. 536km’lik bu yolu gidip gelmeyi seyahatten saymıyorum, çünkü ikisi de benim evim.

Genellikle nisan ayı itibarıyla Teos’a her gidişimde en az iki hafta kalıyordum. Bu sene, ne yüz yüze toplantılarım ve resmi evrak işlerim bitebildi, ne de havalar tam anlamıyla yaz havasına geçebildi; o yüzden bu sene Teos’a her gidişimde yalnızca birkaç gün kalıp İstanbul’a geri döndüm. Her gün yüzmekten fitleşen ve bronzlaşan vücuduma daha mayıs başlamadan kavuşmaya alışmıştım, bu sene haziran ayına geldik ama ben daha oraya gelemedim.

İstanbul’daki evimde tek başıma yaşadığım için, yemek, temizlik gibi her şeyi kendi başıma organize etmek zorundayım. Ayrıca İstanbul, her zaman sokaktaki planları ile oldukça davetkar bir şehir. Bu yüzden İstanbul’da geçen günlerim genel olarak hızlı ve uykusuz geçiyor. Yapılması gereken işler, toplantılar, sokaklar, planlar, arkadaşlarım…

Teos’ta ise müthiş deniz manzarasına karşı başlayan sabahlar, annemin mükemmel ötesi yemekleri, birkaç adım ötedeki deniz ile günlerimi İstanbul’dakinden oldukça farklı akan ritmde geçiriyorum. Teos’tayken güzel uyuyorum, güzel besleniyorum, düşünmem ve organize etmem gereken başka hiç bir şey olmadığı için çok daha sıkı çalışıyorum. Bir de o toprakların tarifi zor mistik bir havası var, insanın ruhuna da iyi geliyor.

İstanbul’da ve seyahatlerimde büyük bir hızla yaşarken, bir sürü şey ardı ardına olup biterken ve ben sürekli başka bir şeye yetişmeye çalışırken fark etmediğim duygularımı, bir kenara attığım düşüncelerimi fark etme derleme ve toplama fırsatı sunuyor bana Teos’ta olmak. Zihnime ve ruhuma dolap içi temizliği yapmak gibi…. Darmadağınık bir zihindeki her bir düşünceyi elime alıp inceleyip kalacakları, atılacakları ayıklamak, hepsini güzelce ayıklayıp düzenlemek gibi… Üstelik bu özel bir çaba harcamadan, denizi, gün batımını ve yıldızları izlerken kendiliğinden oluyor. Çünkü orada zaman yavaş akıyor ve her şey su yüzüne çıkma fırsatı buluyor. Orada vakit geçirmek beni dengeliyor.

Sabah uyanınca terastaki ofisime çıkıyorum, acıkınca alt kata mutfağa iniyorum, fırsat buldukça deniz kıyısına gidiyorum, akşam bizimkilerle mükellef bir sofraya oturuyorum. Oradaki çok sevdiğim arkadaşlarımla bile görüşme planı yapmadan kesişiyoruz zaten. Ulaşım derdim yok, ne giysem derdim yok, acele etmek yok. O yüzden orada günler daha uzun.
Böyle olunca da basit zevkleri hatırlıyor insan yeniden. Romantik filmler izlerken karışık kızartma yemenin ne kadar keyifli olduğunu, sabah kahvesi içerken arka fonda dalga sesi olmasının güzelliğini, hava kapalıymış gibi görünürken bir anda güneş çıkınca sahile koşmanın, bahçede kocaman açılmış güllerin kokusunu içine çekmenin, yıldızları izlemenin güzelliğini…
Bu düzeni oturttuğum zaman hayatım çok içime siniyor. Teos’ta çok çalışıp işlerin tozunu attırırken, bir yandan da bol bol yüzüyorum ve ailemle vakit geçiriyorum. İstanbul’a geldiğimde ise arkadaşlarımla gezip tozuyorum. Aralarda da seyahatlere çıkıyorum.
Bu sene, mayıs ayında iki kere Teos’a gitmeme rağmen, orada yalnızca birkaç gün geçirebildim. Ülkede oy vermem gereken seçimler, şirkette katılmam gereken toplantılar, ‘havalar da hala düzelmedi’ derken, bu ideal düzenimi hala oturtamadım. Hatta biraz da tersine oldu, İstanbul’da geçirdiğim günlerin çoğunu evde çalışarak geçirdim, kendi ortalamam kıyasla çok az dışarı çıktım. Teos’ta da hava bir açıp bir kapattığı için hala denize giremedim.
Haziran’dan umutluyum. Havaların da sonunda benim istediğim kadar ısınacağına, yüz yüze yürütmem gereken işlerimi de belirli günlere toplayabileceğime, benim en sevdiğim hareketli düzenimi kuracağıma inanıyorum bu ay.

Size Teos’ta son okuduğum ve içindeki hayat tespitleri sebebiyle bayıldığım romandan sevdiğim cümleleri bırakıyor, yola çıkmak üzere çantama bikinilerimi doldurmaya gidiyorum.
- Kırk yaşında, sakat ve hasta olmamasına rağmen parası olmayan biri ya ödlektir, ya tembel ya da işe yaramazın teki. Böyle bir insanı ciddiye almam. Tabii kastettiğim çok para değil, çünkü bunun için şansa, büyük bir kurnazlığa, kaba bir bencilliğe ya da kör talihe ihtiyaç var. Kastettiğim bir insanın kendi gücüyle, kendi yaşam koşullarının elverdiği imkanlar çerçevesinde kazanabileceği para; bu parayı da ancak zayıf ve ödlek olanlar elinden kaçırır.
- Sadece küçük burjuva şekilcidir. Buna ihtiyacı vardır, çünkü hayatının sonuna dek bir şeyler kanıtlamak zorundadır.
- Bir gün gelir ve artık ondan intikam almak istemiyorsundur ve işte o zaman hakiki intikamın bu olduğunu fark edersin, tek intikam, tek kusursuz intikam budur; artık ondan hiçbir şey istememek, ona ne iyilik ne kötülük dilemektir, çünkü o zaman artık seni yaralayamaz.
- Ben de yoksul olsaydım kendimle ve kocamın cüzdanından çıkan mor kurdeleyle daha az ilgilenecektim. Yoksulluk ve hastalık mucizevi bir şekilde duyguların ve ruhsal karmaşaların değerini düşürür.
- Hayatta böyle baş döndürücü anlar vardır, insan birden bire her şeyi daha net görür; o ana dek bunu yapamayacak kadar korkak ya da zayıfken o anda kendi gücünü ve imkanlarını sezer ve bilir. Bunlar hayatın değiştiği anlardır. Böyle bir şey habersiz gelir, tıpkı ölüm ya da din değiştirme gibi.
- Beni özgür bırakmalısın. Birlikte yaşayalım ama bu kadar fazla değil, böylesine kayıtsız şartsız, böylesine ölüm kalım meselesiymişçesine değil.
- Biliyor musun, vücutlar birbirini ebediyen hatırlar; tıpkı bir zamanlar birleşik olan kıtalar gibi.
- En seçkin mutfak, nadir bulunan ithal şaraplar, alçak sesle edilen özenli sohbetler bizim evdeydi. Fakat bütün bunlarda bir şey eksikti ve misafirler evden çıktıklarında mutlu oluyordu.
- Bazen düşünüyorum da insan her şeyi yapabilir, sadece mümkün olduğu için, iyi ya da anlamlı olmasına gerek yok.
Kendinize huzur sığnakları yaratarak kalın!

“Teos ve İstanbul Arası Zig Zaglarla Yaz Beklemek” üzerine 2 yorum