Yıl 2013…
Gençliği ve bizim çocukluk yıllarımız boyunca filmli analog Canon AE-1 ile harika fotoğraflar çekmiş babam, bana o seneki doğum günümde, onun senelerce kullandığı kameranın dijital bir versiyonunu doğum günü hediyesi olarak alıyor. Annem de bana o doğum günümde bir İtalya seyahati hediye ediyor.

Elimde nasıl kullanılacağı hakkında çok da bir fikrim olmayan dslr kameram, annemle birlikte İtalya turumuza başlıyoruz. İnsanın elinde kamerayla gezdiğinde her yere ve herkese çok daha dikkatli bakmaya başladığını ve İtalya mimari olarak çok müthiş binalar ve çok estetik sokaklar sunsa da, insanları daha ilgi çekici bulduğumu ben o seyahatte keşfediyorum.




O seyahatimiz boyunca İtalya’yı boydan boya katettikten sonra, kameramın hafızasında binlerce kişinin fotoğrafı ve benim hafızamda annemle birlikte senelerce kahkahalarla gülerek anlattığımız nice hikaye ile İstanbul’a geri dönüyorum.
O seyahatin her bir günü annemle benim için hala çok özeldir. Yine de ikimizin kalbinde de, Floransa’nın yeri hep daha başka kaldı aradan geçen yıllarda. O yüzden bu sene Bolonya‘ya gitmişken, hemen bize bir tren bileti alıyorum. 37 dakikada Bolonya’dan Floransa’ya geçiyoruz.
Bu Floransa ziyaretimizde, yeni keşifler peşinde koşmak niyetinde değiliz, on yıl önceki anılarımızı, yeniden aynı sokaklarda anmak istiyoruz. Yiyerek, içerek, acelesizce harika vitrinleri izleyip yürüyerek…

Otelimize eşyalarımızı bıraktıktan sonra, bütün gün sokaklarda yürümeye hazır olmak üzere çantalarımızı hafifletiyor, rahat ayakkabılarımızı giyiyor, üşürsek diye tedbirlerimizi alıyor ve ilk istikametimize doğru yola çıkıyoruz: Cantinetta Dei Veranzo.
Daha önce Floransa’da uzunca bir süre kalmış, her sabah kahvaltımızı burada yapmıştık. Muazzam lezzetli bir cappucino yapıyorlardı ve biz daha sonra aradan geçen on yılda ne zaman cappucino içsek, hep “Neydi o Floransa’daki yerin yaptığı cappucino! O kadar lezzetlisini bir daha hiç içmedik.” diyip durmuştuk. Gerçekten o kadar lezzetli miydi, biz aradan geçen zamanlarda romatik bir yüceltmeyle abartıyor muyduk? Bunu merak ettiğimiz için yine kahvaltımızı yapmak için aynı yere gidiyoruz.
Cantinetta Dei Veranzo, oldukça tarihi, ahşap ağırlıklı dekorasyonu olan ve gerçekten eski metal dev gibi kahve makineleri kullanan bir cafe.
Gerçekten ilk yudumu aldığımda yüzüme dev gibi bir gülümseme yerleşiyor. Kesinlikle abartmıyormuşuz, kesinlikle buradaki cappucino çok ama çok iyi. Floransa’ya yolunuz düşerse mutlaka uğrayın ve mutlaka sabah. Artık herkes biliyordur diye düşünüyorum; cappucino sadece sabah içilir. İtalyan günahları işlemeyin. 🙂



Sonra saatlerce sokaklarda avare avare geziyoruz. Harika vitrinleri inceliyoruz, daha önce Floransa’da kaldığımız evi bulmaya çalışıyoruz, çok sevdiğimiz bazı mekanların kapanmış olmasına hüzünleniyoruz.
Ardından büyük Floransa görevimizi hayata geçirme zamanı geliyor. Bir önceki Floransa ziyaretimizde, gayet ünlü ve leziz yemekler yediğimiz bir restoranda otururken, annemin gözü hemen yan taraftaki sokak işkembecisinde (“lampredotto”) kalmıştı. Önünde upuzun kuyruklar oluşturan kişilerin, ekmek arası işkembeleri kırmızı şarap eşliğinde çok iştahla yemelerine çok imrenmiş, ancak hali hazırda restoranda yemek yediğimiz için doymuştu ve onu tadamamıştı. Bu onun içinde kalmıştı. Ben “Annemin hac yolculuğu” diye takılırken, sokakta lampredotto satan seyyar arabayı sonunda buluyoruz: Tripperia Pollini.

Ardından Davut heykelinin olduğu meydana gidiyoruz. Burası müthiş güzel bir meydan olsa da, çok turistik bir alan olduğu için buralarda yiyebileceğiniz yemekler, hem şehirde yiyebileceklerinizin bir çoğundan lezzet olarak kötü ve hem de fiyat olarak yüksek. Buna rağmen tam bu meydanda çok komik bir anımız olduğu için, geçmişi andığımız bu seyahatimizde bizim için olmazsa olmaz bir durak.
Bir önceki seyahatimizde Floransa’dan Toskana’ya geçip şarap imalathanelerini ve üzüm bağlarını turladığımız bir günün sonunda, çok yorgunken burada bir mekanda oturmuştuk. En ucuzundan bir şişe prosecco siparişi vermiştik. Ellerinde bizim sipariş verdiğimiz proseccodan kalmadığı için ve öğrendiğimiz üç beş İtalyanca kelimeyle kahkahalar atarak sipariş vermeye çalışmamızı da çok sempatik bularak, bize o en ucuzunun fiyatından sayarak çok üst segment bir şişe prosecco açmışlardı. ❤
Hem çok yorgun olduğumuz için, hem de içtiğimiz prosecconun lezzetinden mest olduğumuz için hiç konuşmadan meydanı izleyerek keyif çattığımız sırada, yan masamız bir Türk çift oturmuştu. Ellerinde pahalı alışverişlerin poşetlerini taşıyan, pek sohbet etmeyen ve keyifsiz bir çiftlerdi. Kadın pahalı bir şarap istediğine ilişkin arıza çıkartırken, annemle göz göze gelip hafifçe gülümsemiş, her yerde her zaman keyif alabildiğimiz için gülümseyerek, kadehlerimizi tokuşturmuş, kendi keyfimize geri dönmüştük.
O sırada garson bize ikram olarak ciğer pate sürülmüş ekmekler getirdiğinde İtalyanca teşekkür etmiştik. Biraz sonra yan masadaki adam bizi eliyle işaret edip Türkçe bağırmaya başlamıştı: “Bu nasıl bir rezalet. Yan masadaki İtalyanların masasına neler ikram ediyorlar. Bize bak, hiç bir şey gelmedi. Bizi resmen aşağılıyorlar.” Annemle kahkahalarımızı içimize atarak, adamın sonra yarım saat kadar bu konuda söylenmesini dinledikten sonra, kadehlerimizi kaldırarak “Biz de Türküz, merak etmeyin.” demiştik.
Davranış ve ruh halinin, deneyimi ne kadar değiştirebileceğine ilişkin müthiş bir örnek olduğu için anmayı ve anlatmayı çok sevdiğimiz bir hikayedir.
Yine aynı mekana oturduk, yine proseccolarımızı sipariş verdik. Kadehlerimizi Davut heykeline kaldırdık. Davut heykelinin orijinalini görmek için saatlerce sıra bekleme faslını geçen sefer hallettiğimize göre, sahte heykele karşı keyfimizi rahatça çatabilirdik. İkinci kadehlerimizi birbirimize kaldırdık, “Hayattan keyif almayı bilmeye.” dedik. O sırada ışıl ışıl bir güneş çıktı, evrenin doğru yoldasınız mesajı olarak aldık bunu, birer kadeh daha prosecco doldurduk kendimize.

Sonra biraz alışveriş yaptık, dev poşetlerimizle bir sigara molası vermek için sokağın kenarında oturduğumuzda Senegalli bir seyyar satıcı bir geldi yanımıza. Biraz sohbet ettik, üzerimizde hiç nakit para yoktu, sattığı şeylerden alamayacağımızı söyledik bu yüzden. “Bu benden sana.” diyerek bileğime çok güzel bir bileklik taktı.

Sonra bütün akşamı şaraplar içerek, şarküteriler yiyerek, ışıl ışıl sokalarda yürüyerek geçirdik. Yiyip içtiğimiz hiç bir şey Bolonya’daki kadar iyi değildi, o yüzden tavsiye olarak mekanlar sıralamayacağım. Yine de keyfimiz yerindeydi, mutluyduk, tam bir “Ne iyi yaptık da geldik.” günüydü.

Ertesi gün güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra Milano’ya gitmek için tren istasyonuna gittik. Kahve alır gibi to-go prosecco alınabilen bir ülkede olmaktan müthiş bir haz duydum.


Hayat keyif alarak yaşayınca, sevdiklerinle güzel hikayeler biriktirince çok güzel be!
Gerçekten yaşayarak, hikayeler ve anılar biriktirerek kalın!

“Geçmiş Yıllarımızın İzinde Floransa” üzerine 2 yorum