Günübirlik Milano: Turistik klasikler ve İtalyan usulü gunkanlar

İtalya benim en sevdiğim Avrupa ülkelerinden biri. İtalya sokaklarındayken kendimi hep mutlu, keyfine düşkün, aç ve aşık hissediyorum.

Her yerde – tren istasyonu dahil her yerde- prosecco bulabilmek, her ihtiyaç anında yardım etmeyi teklif eden centilmen ve yakışıklı adamlar, rahatsızlık verme sınırını hiç geçmeyen kıvamında bir flörtözlük, lezzetli yemekler, zevkli vitrinler ve harika mimarisi olan yapılarla dolu sokaklar kombinasyonu o kadar bana göre ki!

Bir de normalde seyahatlerinde maksimum keşif yapabilme gayesiyle genellikle günlerini tıka basa doldurup, uyku saatlerinden bile kısıp oradan oraya koşan ben, İtalyanların bu keyif düşkünü havasına hemen adapte oluyorum. Diğer seyahatlerimden farklı olarak İtalya’dayken ben de koca bir günü bir mekanda oturup “La vita e belle!” (hayat güzel), “Saluti” (şerefe), “Che bella giornata” (ne kadar güzel bir gün) diyerek gülümseyerek etrafı izleyerek ve sohbet ederek geçirmeye başlıyorum.

Bolonya ve Floransa‘dan sonra, İstanbul’a dönüş uçağımız Milano’dan olduğu için bir günlüğüne Milano’ya gidiyoruz. Hem Milano’ya trenle geldiğimiz için, hem de havalimanları shuttle’ları tren istasyonunun önünden kalktığı için, pratik olması adına otelimizi tren istasyonu civarından seçiyoruz. Milano’da uzun kalacak olsam tercihimi konaklama için bu bölgeden yana yapmam, çünkü ben şehrin kalbinde havalı restoranların, cafelerin olduğu bölgelerde kalmayı daha çok severim. Diğer yandan Glam Milano hem tam bir fiyat performans oteli, hem de tam önündeki metro sayesinde her yere ulaşım da oldukça pratik.

Daha önce defalarca Milano’ya gelmiş olsam da, bütün turistik kısımlarını adım adım arşınlamış olsam da, Milano’ya gelmişken elbette dünyanın en eski alışveriş merkezlerinden biri olan, 19. yüzyılın sonlarından beri faaliyet gösteren Galleria Vittorio Emanuele II’deki havalı mağazaları gezmeyi, tavanındaki müthiş mozaikleri izleyerek yürümeyi ihmal etmiyoruz.

Sonrasında da Milano’nun en ikonik yapılarından biri olan ve inşaası 600 yıl süren Duoma Katedrali manzaralı bir restoranda oturup, proseccomuzu sipariş veriyor ve yarım günü orada sohbet ederek, gelip geçeni izleyerek keyifle geçiriyoruz.

Akşam saatlerinde yönümüzü Navigli‘ye çeviriyoruz. Kanalların bulunduğu bu bölge, kanallar boyunca dizilmiş restoranlar, cafeler, barlar ve sanat galerileriyle akşam saatleri için oldukça popüler. Buralarda biraz gezinip, İtalyan kokteyllerinden Negroni ve Aperol Spritz içiyoruz.

Bütün günü böyle hiç bir acelemiz ve keşif derdimiz olmadan geçirdikten sonra, güne en azından bir yeni keşfi akşam yemeği vesilesiyle eklemeye karar veriyor ve tercihimizi Officina del Riso Navigli‘den yana yapıyoruz.

Burası risotto ve gunkan seçenekleri ile ön plana çıkan bir restoran. Gunkan, Japon mutfağına özgü etrafına deniz yosunu sarılarak hazırlanan bir yiyecek olsa da, buradakiler tamamen İtalyan uyarlaması, içlerinde deniz yosunu filan yok, onun yerine domuz jambonları veya pata negra’larla sarılıyor lokmalar.

Yediğimiz risottolar da gunkanlar da müthiş lezzetliydi, gerçekten tavsiye edeceğim bir restoran burası. Gunkanların fiyatları 5 euro civarında, risottolar 20 euro bandında, dolayısıyla Milano standartları için fiyat olarak da gayet makul bir hesap geliyor. Hatta geldiğimiz son noktada, İstanbul’a kıyasla bile oldukça makul bir hesap geliyor. Son dönemde İstanbul’daki fiyatların çılgınlığı hepimizin malumu…

Ertesi gün havalimanında bile muazzam lezzetli patatesli bir pizza ve şarküteri tabağı eşliğinde şarap içerken İtalya’ya daha sık gelmem gerektiğini hatırlatıyorum kendime.

Afiyetle ve keşfederek kalın!

Yorum bırakın