Spontane Bir İzmir Açılımı ve şahane bir club keşfi

Bego ile “Bu haftasonu kesinlikle dans etmeliyiz.” diye kurtlandığımız bir hafta geçiriyoruz. Şans bu ya, o haftasonu İstanbul’da gitmeyi sevdiğimiz hiç bir mekada bizi heyecanlandıran bir etkinlik yok. Bir anda önümüze Avangart Tabldot’un bir yerlerde çaldığı düşüyor. Heyecanla mekana bakıyoruz, İzmir’de bir yer. “Eee hadi bu bahanemiz olsun, bu haftasonunu da İzmir’de geçirelim.” diyoruz.

Günlerden cuma, havalimanına gittik, havalimanında bekledik, uçtuk, indik, otele gittik hesabını yapıyoruz çok saat. “Akşam Alibeyköy otogarında buluşalım.” diyoruz. Cuma akşamı için buluşma noktası olarak Alibeyköy Otogarı’nı belirlemiş olmamıza çok gülüyorum, evden çantama bir şişe Fransız bordo şarabı atıp çıkıyorum.

Otobüse yerleşiyoruz, şarabımızı açıp bardaklarımıza dolduruyoruz, sohbete başlıyoruz. Daha otobüsün tekerlekleri otogardan çıkmadan Bego “Eee, otobüs yolculuğu çok güzelmiş, ben çok sevdim.” diyor. 🙂 O kadar eğlenerek o kadar güzel sohbet ediyoruz ki, şoför abi “Kızlar her şey yolunda mı sizin için yapabileceğim bir şey var mı?” diye soruyor. “Şarabımız bitti, yolda bir tekelde durabilir miyiz?” dememek için kendimizi zor tutuyoruz.

Pek uyumadan İzmir’e varıyor, sabahın köründe Alsancak’taki otelimize gidiyor, resepsiyondaki çocuğu “Sen bize en güzel odayı seçersin, sana güveniyoruz.” diye gaza getiriyor, valizlerimizi ona bırakıp kendimizi sahile vuruyoruz. Işıl ışıl güneşli bir gün, sahilde güneş eşliğinde yürümek o kış gününde çok hoşumuza gidiyor.

Sahilde bir mekanda oturup güzel bir kahvaltı sofrası kuruyoruz kendimize. Karbonhidrata gömülmek gibi günahlar işledikten sonra Arkas Sanat Merkezi‘ne girip, çok güzel sergiler geziyoruz. Sonra “Hadi bir bira içelim.” diye sahil hattında yürümeye başlıyoruz. Bir türlü içimize sinen bir yer bulamıyoruz. Mekanlar ya çok kahvaltıcı, ya çok kıraathane havasında. İkimiz de senelerdir Alsancak’a gelmemişiz, “Burası hep böyle miydi, bozulmuş mu?” bir türlü karar veremiyoruz. Sonunda içimize sinen bir yer buluyoruz: Yengeç Restaurant. Biralarımızı söylüyoruz, yanına da bir kalamar, değmeyin keyfimize.

Laf lafı açıyor, bira üzerine bira devriliyor. En son bize bira servisi yapmaktan sıkılan garson, bir buzlu kovanın içinde bira şişelerini yanımıza bırakıyor. Akşamüstüne kadar orada takılıyoruz.

Sonra bir anda hatırlıyoruz, “Eee bu gece uzun olacak, biraz uyumamız lazım.” Otelimize gidiyor, duşumuzu alıp, geceye alarmlarımızı kurup uyuyoruz. Sonra gece yarısına yakın giyinmiş halde taksimize binip Kalt‘ın yolunu tutuyoruz. Taksici haritada Kalt olarak görünen yerin önünde bizi indirdiğinde, etrafımızda hiç gece klübüne benzer bir şey görememenin şaşkınlığıyla kalıyoruz.

Biz sanıyoruz ki, yol üzerinde direkt tabelası filan olan bir yere gideceğiz. Apartmanların arasından geçiyor, merdivenlerden alt kata iniyor, “Eyvaaaah biz nereye geldik böyle?” diye tedirgin oluyoruz. Ta ki mekana girene kadar. Kocaman ve şahane endüstriyel tarzda dekore edilmiş yüksek tavanlı underground hisli bir yerde buluyoruz kendimizi.

Bizim yerimiz sahne arkasında. Özellikle o kısımda gerçekten çok ferah, oturacak alanları da olan, kocaman bir bar olmasına bayılıyoruz. İstanbul’da hep aşırı sıkışık alanlarda dans etme çabasında yorulmuş bizler için, sıra beklemeden içki alabilmek, istediğinde biraz oturabileceğin ferah bir noktanın olması müthiş güzel.

Avangart Tabldot her zamanki gibi aşırı eğlendiriyor, delice dans edip bütün hafta boyunca dans etmeliyiz sayıklamış olmamızın hakkını veriyoruz. O gece Avangart Tabldot sonrası kimin çaldığına hiç bakmamışız bile, Echonomist çıkıyor ve bizi iki saat daha o dans ettiriyor. Üzerine bir de after party geldikten sonra adım atmaya halimiz kalmamış halde otelimize geri dönüyoruz.

İzmir sadece Kalt gecesiyle bile bize istediğimizi vermiş durumda. Ertesi gün yine Yengeç’e gidiyoruz, orayı da çok sevdiğimizden. Yine birer bira söylüyoruz. Biraz sonra garson çocuk mahçup mahçup geliyor, “Kusura bakmayın ben bilmiyordum, içeriden uyardılar, size bunu getirmem lazımmış.” diye elindeki bira şişeleriyle dolu buzlu kovayı masamıza bırakıyor. Kahkahalarla gülüyoruz, “Yok, bugün çok oturamayacağız, İstanbul’a dönmemiz lazım.”

Eğlenmeye üşenmeyerek kalın!

Yorum bırakın