Burning Man Sonrası Arafta San Francisco Günleri

Burning Man’den San Francisco’ya dönerken yolda kendime Union Square civarında güzel bir otel ayarlıyorum. Memo beni otele bıraktığında, baştan aşağı kum içindeyim ve toplanırken de bir sürü eşyayı çöp poşetlerine tıkıştırmış durumdayım. Lüks otelimden içeri bu halde girip, “Rezervasyonum var.” dediğimde resepsiyondaki kız evsiz olduğumdan emin, bana şüpheyle bakarak pasaportumu alıp, “Şurada biraz bekler misiniz?” diyor kibarca. Hiç istifimi bozmadan, çöp poşetlerimi ve valizlerimi orada bırakıp, lobide oturuyorum. Kendi kendime gülüyorum.

Resepsiyondaki kız, sıkı müşterisi olduğum bir aracıyla rezervasyon yaptığım ve ücretini önden ödediğim için beni otele kabul etmek zorunda kalıyor. Ancak valizlerimi taşıması için bir bellboy sorduğumda, “Yok. Size bu konuda yardımcı olamayacağız.” diyip geçiştiriyor beni. Ben kumlarımı üzerimden döke döke valizlerimi ve çöp poşetlerimi zorlukla kendim taşıyarak odaya giriyorum. Bütün eşyalarımı içindekilerle daha sonra ilgilenmek üzere dolabın içine tıkıştırıyor ve günler sonra gerçek bir duşta ve sıcak suyun altında bir saate yakın kalarak yıkanıyorum. Bembeyaz havlulara sarınıyor, mis gibi kahvemi demliyor ve kendimi yatağa atıyorum. Bu basit zevklerden o kadar uzaktaydım ki, bunları çok özlemişim.

Sonra Memo kiraladığımız arabayı temizlemeye bıraktıktan sonra beni otelden almaya geliyor, üstelik de bana harika bir sürpriz yaparak bir Waymo çağırmış. Şoförü olmayan kendimi uzay çağında gibi hissettiren bu Waymo deneyimine; bir gün önce çölde kum tepeciklerinin arasında bisiklet sürdükten sonra, ertesi gün bu kadar teknolojik bir aracın içinde olmanın absürdlüğüne tek kelimeyle bayılıyorum.

O akşam güzel bir Peru restoranına gidiyoruz: Limon. Günler sonra bize birilerinin servis yaptığı, cam bardaklarda kokteyl içtiğimiz güzel bir akşam yemeği yiyoruz.

Yemekten sonra kiraladığımız arabayı temizlikten alıp iade ediyor ve Memo’nun arabasını park ettiği yerden alıyoruz. Benzincide durduğumuzda Memo benzin alırken bir kız yanaşıyor: “Bunu söylemem garip biliyorum ama birazdan uçağımız var ve bunları yanımızda götüremeyeceğiz. Size versem olur mu?” diye sorarak içlerinde müthiş kaliteli tekilaların ve viskilerin de olduğu şişelerce içkiyi Memo’ya veriyor. Kahkahalarla gülüyoruz, Burning Man’den dönmüş olabiliriz ama playa‘nın paylaşım ruhu hala bizimle.

Benim oradaki gecem, İstanbul’un gündüzü ve ayrıca on gün aradan sonra, dünyayla ve işlerle bağlandığım internetim olan ilk gün. Bütün gece boyunca toplantılara bağlanıyor ve acil işleri yapmaya başlıyorum. Burning Man’de de geceleri genellikle uyuyarak geçirmediğimiz için bünyem gece uyanık kalmaya alışkın, bütün gece tıkır tıkır çalışıyorum.

Sabah birkaç saat uyuduktan sonra San Francisco günlerim için en gerekli şeyi yapmaya gidiyorum: Alışveriş. Kendime kuma bulanmamış ayakkabılar, kıyafetler, çantalar ve güneş gözlükleri alıyorum. Elim kolum poşetlerle dolu, leziz ve sağlıklı bir frozen smoothie içip turistleri izliyorum.

Sonra otel odasında bütün valizlerimi küvetin içine boşaltıp, atılacak eşyalar ile Türkiye’ye götürülecekleri ayıklıyor ve Türkiye’ye götürülecek olan parçaları (hepsinin kum içinde olduğunu bir kere daha yazmama gerek yok sanırım) büyük bavulumun içine yerleştirip Türkiye uçağıma kadar bir daha görmemek üzere, odamdaki dolabın en gerilerine kaldırıyorum. Yeni aldığım harika parçaları da dolabıma asıyorum. Biraz uyuduktan ve saçlarımla yüzüme maskeler sürdükten sonra kendi kendime mırıldanıyorum: Evet şimdi San Francisco günlerine hazırız.

Zaten o gün otel odamdan yepyeni kıyafetlerimle ve mis gibi çıktığımda, ilk gün beni otele kabul etmekte zorlanan kadın da, “Çok harika ve havalı görünüyorsunuz.” diyerek oturduğu yerden fırlayıp, kapıyı bana açıyor.

O akşam Burning Man’den bir grup arkadaşımızla akşam yemeği için buluşuyoruz. Otelimden çıkıp, akşam yemeğini yiyeceğimiz Menscho‘ya giderken kendimi oldukça lokal hissediyorum. Gittiğimiz restorana, San Francisco’ya bir önceki gelişimde gittiğim için mekanı biliyorum, otelime yürüme mesafesinde olduğu için yürüyerek gidiyorum ve resmen şehirde buluşma planı yaptığım yakın arkadaşlarım var. Kardeşimle de böyle olağan bir günün içinde buluşmaya bayılıyorum.

Muazzam lezzetli – daha önce gidişimle aradan iki yıl geçti ve hala daha iyisini hiçbir yerde yemedim – nuddle’larımızı yerken çok keyifli bir akşam geçiriyoruz. Dokuz gün boyunca aynı kampta yaşamış olmamıza, birlikte başka hiçbir yerde paylaşamayacağımız anlar paylaştığımız için çok yakın hissetmemize rağmen, bazı soruları ilk defa birbirimize soruyoruz o akşam: “Ne iş yapıyorsun?” gibi. Çünkü Burning Man’de işlerimizden ve sıfatlarımızdan o kadar uzaktık ki…

Oradan bir bara gidiyoruz, sonra Burning Man’deki çadır komşum Nico ile birlikte benim otelime yürüyoruz. Benim iş mesaimin başlama saati geliyor.

“Sen geceleri çalışıyorsun sanırım gündüzlerin boş. Ben toplantım olmadığı sürece kendimi sana göre ayarlayabilirim. Yarın uyandığında benim şirketime gel istersen?” diyor. Burning Man boyunca her sabah kahvaltı ve kahve avına birlikte çıktığımız için, ertesi gün de sabah kahvemi onun şirketinde içme fikrini çok eğlenceli buluyorum. Gidiyorum ve zaten ondan sonra oradaki çalışmadığım zamanları da hep onunla geçiriyorum.

San Francisco’daki günlerim benim açımdan oldukça ilginç oluyor. Bir kere Burning Man’den sonra herkesin kendi evine döndüğü, yavaş yavaş valizlerini boşalttığı, olağan hayatına adapte olduğu hafta boyunca ben kendi evimden 11.000 km uzakta bir otel odasında yaşıyorum. Burning Man’in bittiği ama kendi hayatıma da dönmediğim arafta bir dönem geçiriyorum. İznim bittiği için, Türkiye saati ile yaşıyorum, gündüzleri geziyor veya uyuyor; geceleri çalışıyorum.

Diğer yandan oradaki hayatımda müthiş keyifli ve mutluyum, ayrıca da kendimi hiç seyahatte veya aslında yaşamadığım bir şehirde gibi hissetmiyorum. Çünkü San Francisco’ya daha önce defalarca gittim, şehir hakkında bir fikrim var ayrıca günlerim çok sevdiğim iki insanla geçiyor.

Farklı karakterlerde olsak da, bir sürü konuda bambaşka düşünsek de Memo ile her zaman çok iyi vakit geçiren ve ortak zevkleri olan bir abla-kardeş olduk biz. Senelerdir farklı ülkelerde yaşayıp, sadece belli etkinlikler çerçevesinde görüştükten sonra, San Francisco’da ikimizin de kendi işlerini yaptığı sonra “Napıyorsun?”, “Hadi yemek yiyelim.”, “Beş dakikaya seni almaya geliyorum.” kadar basit mesajlarla buluşabildiğimiz günler geçirmeye bayılıyorum.

Nico da birisiyle Burning Man’de tanışıp vakit geçirmenin sıra dışı yakınlaştırıcı etkisiyle, çok eskiden tanıdığım biri kadar yakınım. Hatta bir sürü anda “Birbirimizi yalnız iki haftadır tanıyor olamayız.” diyoruz.

Memo’nun işte olduğu saatlerde Nico ile elektrikli bisikletlerimizle Burning Man’in başladığı Baker Beach’e gidiyoruz, hiç popüler olmayan tuhaf barlara gidip bilardo ve dart oynuyoruz, onun şirketinde San Francisco’daki iş hayatını gözlemliyorum, havalı roof toplarda kadehlerimizi tokuşturup derin sohbetler ediyor, jazz klüplerde zil zurna sarhoş oluyor, onun evinde koltukların üzerinde dans ederek şaraplar içiyoruz. Akşamları iş çıkış saatlerinde Memo ile buluşuyoruz. Geceleri de tıkır tıkır Türkiye’deki işlerimi hallediyorum. Nico ve Memo ile olmadığım zamanlarda da girdiğim cafelerde sürekli olarak beni bir yerlere davet eden insanlarla tanışmaya devam ediyorum. Hayatımda ilk defa İstanbul dışında bir yer için “Ben burada yaşarım.” diyorum.

Memo da bana takılıyor, “Zaten yaşamalısın, hatta sen burada yaşıyor kesin bizimkilerle benden daha çok görüşür ve gezip tozardın.” diyor. Burning Man’de tanıştığım San Francisco ekibinin çoğu ile orada vakit geçiremiyorum bile, çünkü onlar Burning Man sonrası decomression kamplardalar, henüz şehre dönmediler.

San Francisco’daki son günümde, otel odamdan check-out yapıyorum, valizlerimi bırakıp, Uber’imi çağırıp Burning Man’den bir arkadaşımızın sanat galerisine gidiyorum. Memo da oraya geliyor, onunla birlikte aynı sokaktaki meşhur bir restorandan çeşit çeşit dumplingler ve köşedeki marketten biralar ile kutu kokteyller alıyoruz.

Marketteki adam, içkileri alabilmek için pasaportumu gösterdiğim sırada bana Türkçe “Çok güzelsin.” diyor, gülüyorum. “Dur tahmin edeyim kesin bir Türk sevgilin vardı daha önce.” Bu sefer o şaşırıyor, “Nereden biliyorsun?” Son iki haftada tanıştığım herkesin kalbini yakan bir Türk kadın veya adam vardı, “Biz Türklerin bu casanova yanını yeni keşfettim ve gurur duydum.” diyorum gülerek marketten çıkarken.

Dumpling ve içkilerimizle sanat galerisinin harika bahçesinde minik bir parti yapıyoruz. Bir nevi bana bir minik veda yemeği.

Sonra benim Türkiye’ye dönme zamanım geliyor. Memo ve Nico ile vedalaşırken hüzünleniyorum. İkisinin de iki haftadır sürekli yanımda olmasına, gün içinde bir hadi mesajıyla buluşmaya ve birlikte eğlenmeye çok alışmıştım. Christmas’ta New York? 14 Şubat’ta Love Burn? Herhangi bir zamanda İstanbul? Bir daha nerede görüşeceğimizi bilmiyoruz, ama bu geride kalan iki haftadaki anılarımızın uzun bir süre zihnimizde ve kalbimizde kalacağından eminiz.

Kulağımda Memo’nun bana hediye ettiği harika küpeler, zihnimde milyonlarca harika anı, yüzümde bir gülümseme ve kalbimde bir ayrılık hüznü ile İstanbul uçağıma biniyorum.

İyi ki İstanbul’da yaşıyorum, diye düşünüyorum o sırada. Çünkü bu kadar iyi günlerden sonra, dünyanın en güzel şehirlerinden birine dönüyor olmak, bana her seferinde bir son kadar bir yeni başlangıç hissi veriyor.

Burning Man Sonrası Arafta San Francisco Günleri” üzerine bir yorum

Yorum bırakın