Gelişme: Yüzleşmeler, Tedaviler, Yan Etkiler

Ben bu süreçleri yaşayana kadar sanıyordum ki, tek bir test yapılıyor, kanserin varlığından yokluğundan %100 emin olunuyor. Öyle değilmiş, MR, PET ve patoloji raporları hep olasılıklar üzerine kurulu, ucu açık tespitler içeriyor. Düzenlenen detaylı raporlar bile “….’dan yana değerlendirme yapılmıştır.” şeklinde kıvrak ve yuvarlak ifadelerden oluşuyor.

Ardından tedavi seçeneklerine geliyor sıra ve bu inanılmaz asap bozucu bir süreç; çünkü her tedavinin bambaşka yan etki riskleri var. Sürekli olasılıklardan bahsediliyor ve bahsedilen olasılıklar gerçekten korkunç. MR sonuçlarımdan tümörün yerinin de biraz tuhaf olduğu saptanıyor (idrar keseme temas riski var – yani bir başka olasılık daha) o da işleri çok daha komplike bir hale getiriyor, kurul toplanıyor benim durumumu ve ideal tedaviyi değerlendirmek için.

Kurul kararı netleştiğinde konuyu bir ameliyatla kapatamayacağımla; aksine uzun bir tedavi süreci geçireceğimle yüzleşiyorum. O gün, iki tedavi seçeneği arasından seçim yapmak için profesörlerimle görüşürken ben durumun ciddiyetini ilk defa anlıyorum.

“Peki ben şimdi hiç bu aşamaları geçirmemiş, hiç bu tespitler yapılmamış gibi, pılımı pırtımı toplayıp dünyanın diğer ucuna gitsem, yavaş ve sakin bir hayat yaşasam ne olur?” diye soruyorum. O görüşmedeki kimse ciddiye bile almıyor bu cümlemi, sadece bir doktorum çıkışa yürürken, hafifçe omzumdan tutuyor “Lütfen vazgeçme tedaviden. Lenf nodüllerine bulaşmamış. Şimdi bunu halledebiliriz, fakat şimdi gidersen, bugün kaçtığın risklerden çok daha büyük bir riskle; hayatının riskiyle dönersin.” diyor.

O gün taksiyle eve dönerken tuhaf bir ruh halindeyim. Sürekli olarak kendime “Ben hayatımda bu güne kadar ne yaptım?” diye soruyorum. Ne kadar çok şey yapmış olursa olsun insan, yine de öyle bir anda içine yapmadığı her şey dert oluyormuş. Öylesine geçirdiğim her bir güne ilişkin dev bir pişmanlık duyuyorum, daha frapan, daha çılgın şeyler yapmadığıma üzülüyorum o gün.

Benim en çılgın görünen adım ve kararlarımın arkasında bile aslında bir mantık ve hazırlık vardı – güzel eğitimler aldım, kariyer yolunu azimli yürüdüm. Tuhaftır ki o anda, bunlara pişman oluyorum. Hazırlıksız, plansız, şuursuzca dünyanın bir ucunda birkaç sene yaşamadığıma mesela… Daha çok düşünmeden ve alt yapısını yapmadan pervasızca “Ben bunu istiyorum ve yapacağım.” demediğime de…

Böyle bir süreçte bir de “Neden ben?!” şeklinde bir isyana da meyilli oluyor insan. Ancak bu sorunun ve isyanın böyle bir süreçte hiç işime yaramayacağını bal gibi biliyorum, o yüzden bu soruyu, “Bu süreçten ne öğrenmeliyim?” ile değiştirmek için çaba harcıyorum. Çat diye değişmiyor tabii, giriyor insan o isyan ve sorunun içine, yine de ne kadar az, o kadar iyi.

Ve planlanan tedaviye başlıyoruz. Önce batın bölgeme radyoterapi alacağım için yumurtalıklarımı taşıma ameliyatı oluyorum. İki yandan ördüğüm saçlarımla giriyorum ameliyata, korkunç ağrılarla uyansam da kısa sürüyor. Müthiş teknolojik bir şekilde yapılan, tek bir dikiş izi bile bırakmayan bir ameliyat olduğu için ikinci gün taburcu ediliyorum. Bir süre boyunca dizlerimi karnıma çekemeden, üzerimi kendim değiştiremeden, yan yatamadan yaşıyorum. Ama vücudun mucizelerini biliyorum, paniklemiyorum ve nitekim de bir hafta sonra normale dönüyorum.

Herkes “Geçti bitti.” gibi yorumlar yapıyor, ama aslında her şey yeni başlıyor o sırada. Ameliyat, tedavi değildi; tedaviye hazırlık ameliyatıydı.

Ondan sonra gerçekten çok yorucu ve bana olduğundan çok daha uzun gelen tedavi süreci başlıyor. Beş hafta boyunca haftanın beş günü hastaneye gidiyorum, radyoloji için. Her gün ama her gün hastaneye gitmek psikolojik olarak zor olduğu gibi, radyasyon tedavisi de inanılmaz yorgun hissettiriyor. Ayrıca cuma günleri de radyolojinin yanı sıra kemoterapi alıyorum – dolayısıyla sonraki iki günü de evde perişan halde geçiriyorum.

Burada bir paragrafta anlattığıma bakmayın, bu çok zor bir süreç. Ben bu süreci yaşayana kadar, hastanede geçirdiğim zamanların dışında olağan hayatıma devam edebileceğimi sanıyordum. Öyle olmuyormuş. Bir kere hastanede planlanan tedavinin dışında, bir sürü prosedür var. Bu süreç boyunca sürekli kan veriyorum, idrar veriyorum, muayene oluyorum… Her gün vücudumun farklı bir yerinde bir ağrı oluyor, olası yan etkilere karşı bir çok ilaç alıyorum. Mide bulantımı kesmesi için aldığım ilaç baş ağrısı yapıyor gibi tuhaf döngüler de var.

Ben hep çok sağlıklı ve hastalanmayan bir insan olmuştum bu güne kadar. Ağrıları, yanmaları, bulantıları, krampları birbirinden ayırt edemiyorum. “Burada bir şey oluyor.” deyip duruyorum. Ve gerçekten sürekli ama sürekli olarak vücudumun bir yerlerinde bir şeyler oluyor maalesef. Bir yerden sonra kaç gün oldu saymayı bırakıyor insan, tek derdi o gün daha az ağrılı uyanmak oluyor.

Üzerinde on senedir neredeyse hiç oturmadığım, eve gelince çantalarımı ve üzerimden çıkanları attığım alandan ibaret olan salondaki koltuk yaşam alanım oluyor. Evde yaptığım partilerde bile herkes mutfaktaki tezgahın etrafında toplanırdı, koltuk hiç kullanılmazdı. Bu dönem boyunca, hastanedeki zamanımın dışındaki bütün zamanımı o koltuğun üzerinde geçiriyorum. Orada yatmak yatağımda yatmaktan daha konforlu geliyor. Sanki geçmiş senelerin borcunu öder gibi çok kullanıyorum o koltuğu.

Dip boya yapamıyorum, saçlarım gittikçe cılızlaşıyor, kokulara çok hassas hale geldiğim için sigara kokusuna tahammül edemediğimden sigarayı bırakıyorum, her gün hastaneye gitmekten çok sıkılıyorum, içki içmeyi özlüyorum.

İştahım ve canımın istediği şeyler sürekli olarak değişirken, annem bütün bu süreç boyunca mutfakta harikalar yaratıp benim bu dönemi kilo vermeden geçirmemi sağlıyor. Pirzolalarımı babam Teos’taki sevdiğimiz kasaptan taşıyor, Luna gözlerini üzerimden ayırmıyor, patronum inanılmaz anlayışlı davranıyor…

Bego ile Sino, cuma günleri kemoterapi seanslarıma eşlik ediyorlar. Alerji yapmasın diye verilen alerji ilacından alerji komasına girmem gibi tuhaf maceralar yaşanıyor. İlk seferlerde “Bunun kafası gelmedi.” gibi espriler yapıyoruz, ancak gittikçe yan etkileri daha şiddetli hissetmeye başlıyorum.

Doktorlarım “Çok iyi gidiyorsun.” diyorlar. Ben kendimi çok iyi hissetmiyorum. Çünkü benim “çok iyi” çıtam gerçekten çok yüksek. Duşta çok yoruluyorum, saçlarım şampuanlı ıslak ıslak çıktığım “Bunu yapamayacağım.” dediğim günler oluyor. Her şey ayaklarımda birikiyor, günde kırk bin adım attığım seyahatlerde, ardışık dokuz gün partilenen festivallerde ağrımadığı kadar ağrıyor ayaklarım kemoterapiden sonra. Kendimi bu kadar güçsüz ve halsiz hissetmekten nefret ediyorum. Kollarımda her gün damar yolu açıldığı için kollarım harap hale geliyor.

Hayatım boyunca hep sosyal ve insan ilişkilerini yönetmekte iyi bir insan olmuştum. Bu dönemde beni en çok insanlar zorluyor. Sürekli olarak “Kendini çok yormuştun.”, “Çok iyi beslenmiyordun.”, “Çok az uyuyordun.” gibi tespitler yapılıp önüme konuluyor, bunun iyi niyetini tartışmayacağım ama tercümesi “Senin suçun.” demek. Ben bir sürü kişiye kıyasla da çok spor yapan, sağlıklı beslenen, ruh haline sahip çıkan biri oldum. Bunları neden yok sayıyoruz? Ayrıca, tam aksine o güne kadar olan günlerimi çok güzel ve dolu dolu geçirdiğim için daha kolay dayanıyorum bu tedaviye. Zihnim güzel an ve anılarla dolu.

Diğer yandan “O hücrelere savaş açacağız. Bu savaşı kazanacağız.” gibi söylemleri de sevmiyorum o günlerde. Onlar benim hücrelerim sonuçta, evet yollarımızı ayırmamız lazım, ama böyle negatif ve agresif bir uslup da bana iyi gelmiyor.

O yüzden gittikçe daha az iletişim kurmaya başlıyorum. Bunun da tuhaf bir sonucu oluyor, ben drama yapmadıkça ve yakınmadıkça herkes iyi olduğumu düşünüyor. Hafta sonu seyahatlerine, yemeklere davet ediliyorum – ve fakat o sırada ben sürekli çok yorgun ve ağrılıyım – öyle planlar yapabilmekten de çok uzağım. Hayatımda daha önce hiç bu kadar çok uyumamıştım.

Bu dönemde farkına vardığım ilginç şeylerden biri de şu oldu; ne kadar çok film ve kitapta kanserden ölen kahraman varmış! Kafam dağılsın diye okuduğum her kitapta, her filmde bir hastalık, bir kanser vakası… O yüzden bu dönemde kafam dağılsın istediğimde, hep açıp sözleşme yazdım. “Bu halde çalışıyor musun?” diye şaşıranlar oluyordu. Tam performansımda çalışamıyordum tabii ki, ama sözleşme yazmak hem zihnimi tamamen yaşadıklarımdan başka bir yere odaklıyordu, hem de asabımı bozacak bir sürpriz çıkarmıyordu. Benim için herhangi biriyle sohbet etmekten veya bir film izlemekten daha güvenliydi.

Ve bu dönemde gelen mesajlarınız çok tatlıydı, bana çok iyi geldi. ❤ Tek tek hepsini paylaşamayacağım kadar çoklardı. Ama böyle bir anda, o zamana kadar birilerinin hayatına güzel dokunabildiğini fark etmek çok ama çok iyi hissettirdi bana. Genel olarak “Her şeyi paylaştığın için nazar değdi.” bakış açısının aksine, o paylaştıklarımın dokunduğu kalpler, bana ayakta durmak için harika destekler oldu.

İki ay boyunca her gün rujumu sürüp çıktım evden. Hep çok mutlu ve keyifliydim diyemeyeceğim, tam aksine kendimi hiç daha önce hissetmediğim kadar yorgundum hep. O halimi sevmediğim için asabileştiğim zamanlar da oldu. Yine de o iki çok zor ayı çok iyi kotardım – özellikle de annemin desteği sayesinde.

Ben vurgunu tam “Artık sonuna geldik, bitiyor.” dediğimiz anda yaşadım. O dönemde bir kontrol MR’ı çekildi. Ben tümörün tamamen gitmiş ve bitmiş olduğuna çok inanıyordum. Sonuçlara göre ise küçülmüştü ve fakat hala oradaydı. Doktorlarım sonucun harika olduğunu, bunun tedaviye yanıt verdiğim anlamına geldiğini söylese de, benim için yeterli değildi.

Ben ondan sonra çöktüm. Kan değerlerim mahvoldu, yürüyemez oldum, tekerlekli sandalye ile gezmeye başladım, nabzım 150’leri gördü, taşikardi sebebiyle kardiyolog kontrollerine bile girdim. Bunu toparlamak için verilen ilaçlara alerjik reaksiyonlar gösterdim, nefes alamayarak uyandığım, cama emeklediğim, bütün vücudumun kramptan kasıldığı zamanlar geçirdim. Haftanın birkaç günü acile taşınmaya başladım. Bu haldeyken altı kere narkoz alarak brakiterapi seanslarına girdim.

Bunlar olurken nisan ayının sonundaydık ve benim önümde bir ay içinde toparlanmak için bir motivasyon vardı: Mayıs sonunda Peru’ya gidecektim. O sırada, tekerlekli sandalye olmadan yürüyemiyorken, nabzım 150 ve üzerini görüyorken, doktorlarım bu niyetimi açıkladığında bana çeşitli antidepresanlar yazmaya veya psikolojik desteğe yönlendirmeye daha meyilliydi. Farklı düşünenler vardır, ama ben genel olarak antidepresanlara karşı olduğum için, hap yutmak yerine Peru’ya hazırlanmayı tercih ettim.

Bugün bu yazıyı Peru’dan Lima’daki otel odamdan yazıyorum. Upuzun bir uçuş atlattıktan sonra, dün 19.000 adımlık yürüyüşle şehri keşfetmiş ve az sonra asıl istikametim olacak yere uçmak için havalimanına gitmeden hemen önce. Bu süreçte bana mükemmel destek olan herkese minnettarım. Başta ailem, patronlarım, arkadaşlarım ve harika mesajlar atan herkes ❤

Seyahatimin bundan sonraki kısmı fiziksel olarak biraz zorlayıcı olacak, o yüzden vücudum neye ne kadar izin verirse o kadar diyerek çıkıyorum bugün yola. İçten içe bu yol ve bu toprakların bana kendi içimde henüz fark etmediğim cevapları ve yolları vermesini umarak…

Ben bu yolda, dışta fiziksel yaptığımdan bile daha çok yolu kendi içimde kat etmeyi diliyorum.

Cüretkar kalın!

Gelişme: Yüzleşmeler, Tedaviler, Yan Etkiler” üzerine 9 yorum

  1. Muzo dedi ki:
    Muzo adlı kullanıcının avatarı

    İnanilmazsiniz.Hem mesleğini en iyi şekilde yapıp, hem hayatin hiçbir anini kacirmadan Dünya nin dort bucağına yetişen, hem de bunları samimiyetle insanlarla paylaşan,çok enerjik,çok sıcak, çok tatlı bir insan oldugunuzu düşünüyorum. Peru dan bize anlatilacak bir sürü güzel deneyimle sağlıcakla donun.

    Beğen

  2. Nur dedi ki:
    Nur adlı kullanıcının avatarı

    Merhabalar, yazı dilinizi çok beğendim. 29 Yaş ile ilgili blog yazınızı okuduğumdan beri buralardayım. Bu da yaklaşık 1 haftaya denk geliyor. Birkaç güne 29 olacağım. Hayatınızı buradan okurken etkilendim daha yakından takip etmek istedim ama adınızın Sezen olması dışında kişisel bilgilerinizi bulamadım ve instagramdan takip edemedim. Benimle instagram kullanıcı adınızı paylaşabilirseniz çok sevinirim.

    Ve Hastalıkla ilgili yazılarınızın öncesinde hayatla kucaklaştığınızı hissettim. Dolu dolu yaşamak için birçok şey yapmışsınız. Bu Hastalık döneminde de kabullendiğinizden itibaren yeniden hayatı kucakladığınızı hissediyorum. Ne kadar zor olan bir süreç olsa da hayatı sarıp sarmalayan bu kadın ister ayakta ister oturarak ister yatarak bu hayatın dibine kadar sıyırmayı bilir. Daha nice anılarınızı okuyabilmek dileğiyle.

    Beğen

    • Sezen dedi ki:
      Sezen adlı kullanıcının avatarı

      Merhaba Nur,
      Önünde harika yıllar ve zamanlar var. 29 ve sonrası benim hayatımdaki favori chapter’ın başlangıcı oldu, umarım senin için de öyle olur.
      Hastalık değişik bir dönemdi, umarım artık halletmişimdir ve kapatmışımdır o konuyu.
      Instagramım: @zillosh
      Sevgiler ❤

      Beğen

Sezen için bir cevap yazın Cevabı iptal et