And mitolojisinde, Andlar’daki her bir kutsal dağın bir Apu’su olduğuna inanılıyor – yani bir kutsal koruyucu ruhu. Bu Apu’lar ziyaretçilerine her zaman kendilerini açmıyorlar. Bu yerlere hazır olmadığında dağların seni kabul etmeyeceğine ve yolların kapanacağına dair güçlü bir inanç var.

Ben Peru planına niyet ettiğimde henüz gündemimde kanser teşhisi veya böyle bir ihtimal dahi yoktu, sonra da hiçbir net takvimi olmayan ne zaman başlayıp ne zaman biteceği tamamen belirsiz bir tedaviye başladım. Dolayısıyla zihnimin bir yerlerinde “Mayıs sonu iyileşip Peru’ya gideceğim.” şeklinde bir motivasyon, daha ilk kemoterapimi aldığım şubat aylarından itibaren kendine yer bulsa da; haftalar ardı ardına devrildikçe bunu gerçekleştirebilmekten ziyade, bu plandan fersah fersah uzaklaşıyor gibi bir hal alıyordu fiziksel durumum. Sonra bir şekilde gerçekten tam o plandan birkaç gün önce kan değerlerim toparlandı ve ben ayaklandım. Yani plan hala fikren kulağa çılgınca gelse de, fiziksel olarak gitmem mümkün hale geldi.

Bu sefer de ben “Acaba enerjim bütün aktivitelere yetmez ve grubun dinamiklerini bozar mıyım?” gibi endişelere kapılmaya başladım. Peru macerasına birlikte atılacağım gruptan kimseyle daha önceden tanışmıyordum. Bize bu alanı açan Merve, yaptığımız telefon görüşmesinde güldü: “Bu yolculuğa niyetlenen bir sürü kişinin karşısına son dakika bir aksilik çıkar ve gelemez. Bazılarınınsa nasıl olduğunu anlamadığı şekilde yolu açılır. Ayrıca her grup birbirini seçer; yani sen grubun dinamiklerini bozmazsın, bu grup kendi dinamiğindeki bir parça olarak seni çağırmış ve bulmuş. Aynı durum hepiniz için geçerli olacak.” dedi. Kelimeleri tam bunlar olmayabilir, ama o konuşmanın özü buydu. Nitekim bu bizim ufak grubumuzda bile tam olarak karşılığını buldu, son dakika bazı sebeplerle gelemeyenlerin yerini, enteresan bir şekilde tam umudu kesmişken kendisine alan açılan başkaları aldı.

Bizim ekibin buluşacağı yer, And Dağları’nın ortasında, Cusco’ya yaklaşık 30 km uzaklıkta, Urubamba Vadisi’nde yer alan bir kasabaydı. Yani biz Peru ekibiyle, İstanbul Havalimanı’nda buluşup topluca da seyahat etmedik, herkes bambaşka yerlerden bambaşka şekillerde, bambaşka duraklarda durarak, bambaşka maceralarla ulaştı oraya.
Pisac, bir zamanlar İnka İmparatorluğu’nun önemli tarım, ticaret ve ruhani merkezlerinden biri olarak tarihi öneme sahip olsa da, açıkçası bugün Pisac pek kimsenin kalkıp da dağlar, teraslar ve İnka kalıntıları için geldiği bir yer değil – evet pekala bunlar da var, ama burası bambaşka bir şeyin merkezi: Şifa Arayışının.

Bazıları buraya özenli araştırmalar sonucunda geliyor, bazıları tesadüfen, ama şurası kesin Andlar seni çağırdığında kendini burada buluyorsun; gelmesi gerçekten hiç kolay olmayan bu kasabada…
Gelmesi kolay değilken şaka yapmıyorum, bir kere Türkiye’den Peru’ya direkt bir uçuş yok; nereden nasıl aktarırsanız aktarın Türkiye’den Lima’ya geliş yaklaşık 24 saat sürüyor. Ben İstanbul Bogota arasını THY ile direkt uçtum, 15 saat sürdü. Ara bağlantı bekledikten sonra, Bogota’dan Lima’ya geçtim, toplamı 24 saate yakındı – ki en beklemesiz, en aktarmasız, olabilecek en hızlı seçeneklerden biriydi. Sonra Lima’dan Cusco’ya uçuş 2 saat sürüyor, Cusco’dan Pisac’a gelmek de karayoluyla oldukça virajlı bir yoldan 1,5 saatten biraz uzunca…

Dürüst olmam gerekirse ben biraz tesadüfen ve hatta biraz şuursuzca buraya yolu düşenlerden oldum. Şimdi dönüp geriye baktığımda çok farklı bir şekilde ifade etmeyi tercih ediyorum bu durumu tabii ki, aslında her şey tam olması gereken zamanda, tam olması gerektiği gibi akmış hayattaki diğer her şey gibi – ama Pisac’a adım attığım sırada sırada henüz bu bakış açısında değildim.
And mitolojisi hakkında daha önce tek bir şey okumamıştım, aylarca kemoterapi aldıktan sonra Lima’da pisco sourları devirmeye karşı koyamamış ve önerilen ön detoks beslenmesine hiç uymamıştım, yaklaşık 2.972 rakımdaki Pisac’a yolda gelirken tam harika dağ manzarasında poz verecekken başımın yüksek rakım sebebiyle dönmeye başlaması da bana “eyvaaah” dedirtmişti.

Öncelikle coca yaprağı hakkında biraz bilgi vermek isterim çünkü herkesi çok heyecanlandıran ve meraklandıran detaylardan biri bu. Coca yaprakları evet doğal olarak kokain içeriyor, ancak etkisi çok düşük. Bugün kokain olarak bilinen şey, labratuar ortamında kimyasal bir ekstrasyon ve saflaştırma işlemi sonrası elde ediliyor.
Peru’da coca yaprağının kullanılmasında pek çok amaç var, ancak bunların hiçbiri dünyanın geri kalanında kokainin kullanımı ile birebir örtüşmüyor.
Peru’da kaldığımız süre boyunca her sabah uyandığımızda kendimize mutlaka coca çayı demleyip içtik ve nereye gidersek gidelim yanımızdan hiç ayırmadan sürekli olarak çiğnedik – çünkü vücut rakım ile başka türlü başa çıkamıyor. Yoksa nefesiniz daralmaya, başınız dönmeye filan başlıyor. Ben ne zaman “Alıştı ya artık vücudum. Şimdi çiğnemesem de olur.” dediysem kısa bir süre sonra kendimi rahatsız hissettim. İlk başlarda yaprak çiğneyip onu yanağınız ile dişiniz arasına sıkıştırıp emmek çok rahatsız edici olsa da, gerçekten çok hızlı biçimde buna adapte oluyorsunuz.
Kalsiyum, potasyum, fosfor, C, B1, B2 ve E vitaminleri içeriyor ve müthiş bir antioksidan olması da cabası. Kutsal anlamları da var – onlardan ayrıca bahsederim.
O gün Melissa Wasi’ye, uzun bir süre evimiz olacak alana girdiğimde, ilk önce coca yapraklarım verildi ve nasıl çiğneyeceğim öğretildi ve o andan sonra bir daha hiç rakım ile ilgili rahatsızlık deneyimlemedim.

O gün evimiz Melissa Wasi’nin bahçesinde otururken kendimi “Türkiye’den kalkıp da buraya gelmek nasıl bir delilik seviyesi?” diye düşünürken yakalıyorum. “Nasıl bir ekiple birlikte olacağım acaba?” sorusunu ilk defa – oldukça geç bir noktada- oraya gittikten sonra düşünüyorum.
Daha sonraki günlerde kuracağımız daha nice paylaşım çemberinden ilkinde, tanışma çemberinde, herkes “Neden Peru’ya geldiğini” anlatırken, sıra bana gelince ağlıyorum. Hayatımda her şeyi müthiş kurduğumu düşündüğüm, işimin, paramın, seyahatlerimin, aşk hayatımın harika aktığını düşündüğüm bir anda aldığım kanser teşhisi ve tedavi sonrası, hayatımda ne yapacağımı bilmediğim için oraya geldiğimi; ve vücudumun ne kadar yürüyebilirim ve ne kadar hızlı yorulurum gibi sınırlarını bilmemenin beni korkuttuğunu açıklıyorum. İçtenlikle kabul görüyorum.
“Açıkçası beni Peru filan çağırmadı.”, “Hindistan’a gidemezdim gerek yok o kadar pisliğe, o yüzden buraya geldim.” gibi açıklamalara kahkahalarla gülüyorum.

Sonraki günlerde bu ekiple o evimizde bir çok anı, bir çok ilginç deneyimi paylaşıyoruz. Herkesin yolu, deneyimi, yolculuğu, denemeyi tercih edip etmediği ayrı oluyor. O yüzden bundan sonraki yazıları yazarken yalnızca kendi özelimde kalarak deneyimlerimi paylaşacağım, onlardan bahsetmeyeceğim. Diğer yandan bu herkesin her gün orada, katılmadığı deneyimlerden sonra bile çemberdeki paylaşımda yerini alıp diğerlerine destek olduğu gerçeğini hiç değiştirmedi.

Defterime o gün şöyle bir not düşmüşüm, bugün dönüp okuyunca daha çok sevdim: “Kendiyle uğraşmaya ve başkalarını sevmeye cesareti olan bir grup.”
Bugün ise bunu biraz daha farklı ifade ederim: Kendisini ve başkalarını sevmeye cesareti olan bir grup, Peru ailem. ❤
Dip Not: Bu yazıdaki grup fotoğraflarının hepsi dsomber.art‘tan. Kendisinin çektiği mükemmel fotoğrafları Peru yazılarımda kullanacağım.

“Pisac – Melissa Wasi – Kendisiyle Uğraşmaya ve Başkalarını Sevmeye Cesaret Edenler” üzerine 7 yorum