Kumsalda tek başıma yürüyorum. Hava güneşlenmek veya yüzmek için hala soğuk. Yine de deniz kıyısında olmak, dalga sesini dinlemek, kumlara bata çıka yürümek çok hoşuma gidiyor.
Sırtımı bir kayaya yaslayıp oturuyorum. Kitabımdan bir kaç sayfa okumaya niyetleniyorum; ama dalgaların sesini dinleyip denizi izlemek daha cazip geliyor. Kitabımı bir kenara bırakıyorum. Avuç içlerimi kumlara bastırıyorum ve orada öylece oturuyorum. Bir süre…
İnsanın hayatında bazı anlar olur ya hani; aslında o anı sıra dışı yapan hiç bir şey yoktur. Deniz ikiye yarılmaz, ortaya doğaüstü bir cisim filan çıkmaz, gökyüzü fosforlu turuncuya dönmez. Fakat burnunun ucunda, hep orada olan bir şeyi ilk defa gerçekten fark edersin.
İşte böyle bir an yaşıyorum orada. Her dakikayı planlama çabama ve sürekli bir yerlere yetişmeye çalışıp kendimi hırpalamama, şaşkınlıkla, şefkatle ve acıyarak bakıyorum.
Kendi kendime soruyorum: “Sahi ne yapıyorum ben böyle? Bu telaş, bu koşturma neden?”
Her zaman, hayatı ev ve işten ibaret olan insanlara, ne kadar çok para kazanırlarsa kazansınlar, ne kadar cilalı görünürlerse görünsünler, gizli bir acıma duygusu beslemişimdir. En ufak muziplik pırıltısı kalmamış yorgun gözlere sahip insanlar, benim “başarılı” olarak nitelendirebileceğim her şeyden hep fersah fersah uzak kalmıştır.
Ve yavaşladığım zaman, onlardan birine dönüşmekten ölesiye korkuyorum. Hem de nasıl bir korku! Sanki yavaşlarsam, daha az seyahat edersem, daha az plan yaparsam, biraz miskince zaman geçirirsem, bir gün uyandığımda kendimi bütün yaşam ve keşfetme enerjim yok olmuş halde bulacakmışım gibime geliyor.
Orada otururken bununla yüzleşiyorum; ben aslında istediğim hayatı yaşamıyorum; yalnızca istemediğim hayattan kaçıp duruyorum.
Bu bir roman veya film sahnesi olsaydı, o anda orada hayatımı değiştirecek bir karar alıp, bambaşka yerde bambaşka bir hayata başlamam beklenirdi. Gerçek hayatta ise sorumluluklarım, başladığım bir mba eğitimim ve kredi kartı borçlarım vardı.
Önce sahilden eve döndüm, iki gün sonra da İstanbul’a… İşe gittim, mba derslerine girdim, mailler yazdım, giyindim, soyundum, uyudum, uyandım… Normal hayatıma devam ettim. Yine de, sonraki günlerde aklımın kenarında bir soru işareti asılı kaldı.
Aslında son bir iki senedir bunun sancısını çekiyor, bir şeyleri değiştirmeye niyetleniyordum. Daha bakımlı, daha düzenli, daha hamarat, daha-daha-bir-şey olmaya çalışıyordum, yapılacaklar listeleri oluşturuyor, bunlarla ilgili yazılar okuyordum; ama kısa bir süre sonra pes ediyordum. Sonra yine heves, yine vazgeçme…
Çünkü aslında, tozu halının altına süpürüyordum. Fosur fosur sigara içerken, sağlıklı yaşamak istiyordum. Evde zaten gereğinden fazla kıyafet varken, alışveriş yapmaya devam edip düzenli olma planları yapıyordum. Her haftasonu seyahate çıkıp, kredi kartı borçlarımı kapatmayı planlıyordum.
İsterdim ki bu yazıda size bilmiş bilmiş akıllar vereyim, bir anda hayatınızı değiştirecek bir bakış açısı sağlayabileyim. Malesef henüz doğru yolu ve çözümü bulduğumu söyleyemem; ama bu aralar epeyce kendimle ve hayatımla meşgulüm. Daha farkındalıkla ve daha yavaş yaşıyorum, kendimi gözlemliyorum, kendi hayatımla deneyler yapıyorum.
Bu vesileyle sigarayı bıraktım, bir aydır içmiyorum. Bazen bir sevgiliyi özler gibi arzuyla özlüyorum kendisini, parmaklarım arada yokluğunu derinden hissediyor. Bazı anlarda -mesela birisini beklerken, havalimanından çıkınca, tek başına açık hava bir yerde oturduğumda- sigara yakmaya o kadar alışmışım ki, olmayınca ne yapacağımı şaşırıyorum. Sigara içmediğim her an sigaradan bahsetmek istiyorum. Ama neyse ki her geçen gün biraz daha azalıyor bunlar. Saçlarım ve evim daha güzel kokuyor, göz altı torbalarım azaldı, sabah temiz bir nefesle uyanıyorum.
Adet edindim, her sabah markete gider gibi, online bankacılığıma giriş yapıyor, sigara yerine gram altın alıyorum. Ciğerlerim temizlendi mi bilmiyorum; ama birkaç gram altınım oldu 🙂
Yapılacaklar listeleri oluşturmaktan vazgeçemiyorum. Ama daha yavaş, daha farkındalıkla yaşamaya çalışıyorum. Mesela geçen gün spor dönüşünde Ihlamur Kasrı’nın önünden geçiyordum. Yapmam gereken bir sürü şey vardı, ama bahçe süper görünüyordu. Her şeyi erteleyip içeri girdim. Bahçede gezindim, bir Türk kahvesi içtim, saatlerce dergi okudum, etrafı izledim.
O kadar keyifli zaman geçirdim ki! Yalnızca 1 TL ödeyerek ve aslında yolumun üzerindeki bir yerde biraz oyalanarak! Yani keyifli vakit geçirmek ve bir şeyler keşfetmek için uçağa binip yüzlerce kilometre gitmek şart değilmiş! Biraz farkındalık yetiyormuş.
Ben biraz hayal kurmaya gidiyorum, ne istediğimi bulup geleceğim! Siz de bu sırada kendinize kalbinizi açıp bir sorun: İstediğiniz hayatı mı yaşıyorsunuz sahi?
Yine Harika bir yazı olmuş… Bazı yerlerinde kendi düşüncelerimle karşılaştım… Keyifle okudum…
BeğenBeğen
merhaba, twitter profilime sabit twitimde şu yazıyor: “durursam düşüyorum, bunu biliyorum artık. yavaşladığımda hissetiğim kaygı bundan”. senin yazını okuyunca hah dedim işte bu aynı kaygı! seninle benzer şekilde hemen her ay bi seyahate çıkıyorum her haftasonu bir etkinlik, akşamları mutlaka bir program. haftalar öncesinden işaretlerle dolan takvim. yeter ki eve gitmeyeyim, yeter ki “bugün napsam” diye düşünmeyeyim. biraz boş kalırsam, boşluğa düşmeye başladığımı hissediyorum panik oluyorum..
BeğenBeğen
Yavaşlamak dolu dolu yaşamak adına atılmış mükemmel bir adım bence, en iyisi olmuş 🙂
BeğenBeğen