Yalnızlık Alıştırmaları: Kariye Camii

“Nereyi arıyorsun kızım sen?”

Sarı röfleli saçlarım, Brüksel’den aldığım jean parkam ve bir aylık asgari maaştan daha çok ederi olan güneş gözlüklerim ile Fatih’te bir ara sokaktayım.

IMG_3495.JPG

Muhtemelen de etrafıma şaşkınlıkla bakarak yürüyorum. Bulunduğum sokak hiç İstanbul değil. En azından benim bildiğim İstanbul gibi değil. Sokaklarda çamaşırlar sallanıyor, yolun kenarlarına konulmuş plastik leğenlerin içinde sebzeler yetiştiriliyor. Çocuklar koşturuyorlar ortalıkta, kimse onlara “Dikkatli ol, yola çıkma.” diye bağırmıyor. Kadınlar sokaktaki gölgelere sandalyelerini koymuş, basma etekleri ile burada oturmuş çay içerek laflıyorlar.

IMG_3618.JPG

“Bu gölge kısımlara ‘dulda’ mı deniliyordu?” diye düşünüyorum. Bu sırada teyze bir kere daha soruyor: “Kızım nereye bakmıştın sen?” Bu sefer daha yüksek bir sesle.

IMG_3616.JPG

Gülümseyerek ona bakıyorum. Çok yaşlı görünüyor. Ama belki de o kadar yaşlı değildir. Botokslar, dolgular, radyofrekanslar, kontür makyaj hileleri, havalı saç kesimleri sayesinde herkesin görüntüsünü otuz beş yaşa sabitlemesine alıştığımız için bunların yokluğunda bana çok yaşlı gelmiş de olabilir.

Basma eteğini, karnına doğru sarkmış memelerini, kırışıklarla dolu yüzünü çok anaç buluyorum o an. Yanına bağdaş kurup oturmak ve “İstediğim hayatı arıyorum.” veya “Gelecekte ne yapmak istediğime bakmıştım.” demek istiyorum.

“Hayatımın aşkını arıyorum.” dersem daha vurucu ve dramatik olabilir belki de?

IMG_3586.JPG

Bir anda farkına varıyorum, kahkahalarla gülmek istiyorum kendime. “Niye Fatih’tesin o zaman kızım, gerizekalı mısın sen?” diyorum kendime. “Fatih’te bu sokakta mı arıyorsun istediğin hayatı veya hayatının aşkını?! İstanbul’da başka yer mi kalmadı? Ne bileyim Bebek’e git, Yeniköy’e git, Teşvikiye’ye git, Karaköy’e git.”

İki kere sorulan soruya benden hala bir cevap gelmediği için, Türkçe bilmiyor olabileceğim ihtimalini konuşmaya başlıyor gölgede (“dulda”da?) oturanlar.

“Yok be ablam, Türkçe biliyorum; ama ne aradığımı bilmiyorum.” diyorum içimden.
Dışımdan ise, “Ana caddeye nasıl çıkarım?”

“Burası çıkmaz sokak, geldiğin yolu geri dönmen lazım.”

Tıpış tıpış geldiğim yolu geri yürümeye başlıyorum. “Fena mı işte, sabah yediğim avokadolu somonlu krepleri yakarım bu vesileyle.” diye düşünürken yakalıyorum kendimi. Gülüyorum, hayatımızın ne kadar büyük bir kısmını bu kaloriler kaplıyor. Kafayı yemiş olmalıyız. Bir de ortada kalori hesabından daha ciddi bir konu var, “Gerçekten ben orada ne yapıyorum?”

IMG_3596.JPG

İç ses, iç güdü, iç-bir-şey yüzünden oradayım.
Evden çıktığımda, kitapçıya uğramak, güzel bir dergi alıp Nişantaşı’nda kahvaltı edip kahve içmek vardı aklımda. Sonra daha farklı bir şeyler yapmak istemişti canım. Kimden veya nerden duyduğumu bilmediğim Kariye Camii’ne gitmeye karar vermiştim.

Niçin taksiye atlamayıp, deli divane gibi yürüdüğümü ise gerçekten bilmiyordum. İçimden öyle gelmişti ve işte oradaydım.

Ben fotoğraflar çeke çeke yürürken, sokaklar birbirine bağlanıyor, araba camlarından “Yerim seni.” gibi laflar geliyor, güneş biraz daha yakıyor, isyan eden duvar yazıları gülümsetiyor. Sonunda Kariye Parkı’na ulaşıyorum. Evimin dibindeki Maçka Parkı dururken, bu küçücük, ağaçsız ve zevksiz parkta olmamın ironisine gülüyorum. Bir sade Türk Kahvesi, bir de su söylüyorum.

IMG_3501.JPG

Sonra kalkıp Kariye Camii’sine doğru yürüyorum. Büyük bir beklentim yok, zaten müzenin büyük bir kısmı da tadilattaymış. Öğrenci statümü bugüne kadar kullanabildiğim tek şey olan Müzekart’ımı gururla uzatıp içeri giriyorum.

IMG_3516.JPG

Ve büyüleniyorum. Uzun zamandır gördüğüm en güzel şey o freskler. Saatlerce çıkamıyorum oradan, odaların ortasında durup şaşkınlıkla duvarlara bakıyorum. Bir kere daha, bir kere daha, bir kere daha. En sonunda kenarda duran bankın üzerine oturuyorum, bu kadar yıldır İstanbul’da yaşayıp buraya daha önce hiç gelmemiş olmaktan utanıyorum.

IMG_3551.JPG

O sırada annem arıyor. “Ne yapıyorsun?” diye soruyor. “Kariye Camii’sindeyim.” diyorum. “Aa, ne işin var orda? Pek kimse bilmez orayı. “diyor. İstanbul Erkek’te okuduğu yıllarda turistleri getirirlermiş buraya. Gülümsüyorum, annemin benden küçük olduğu zaman anlattığı fresklere bir kere daha bakıyorum.

IMG_3565.JPG

Ve o an, orada İstanbul’da birbirine benzeyen mekanlara gidip, sırf yeni açılan bir yere gittik diye “yeni bir şey yapmış gibi” hissetmekten sıkıldığımı fark ediyorum. İstanbul’un bilmediğim her bir köşesini arşınlamaya karar veriyorum. İstanbul’un bilmediğim sokaklarını arşınladıkça, eş zamanlı olarak kendi içime gömdüklerimi keşfedeceğime çok içten biçimde inanıyorum.

IMG_3503.JPG

Kariye Camii veya Khore Kilisesi, şehirdeki en görkemli Bizans kiliselerinden biri. Khora, yurt / diyar anlamına geliyormuş. Özgün antik kiliseden bugüne hiç bir şey kalmamış olsa da, bugünkü bina İmparator I. Aleksios Komnenos’un kayınvalidesi Maria Dukana tarafından 1077-1081 yıllarında yaptırılmış. Büyüleyici olan binanın kendisi değil, harikulade freskleri. Kilise, on altıncı yüzyılın başlarında Atik Ali Paşa tarafından camiiye dönüştürülmüş. Şu anda büyük bir kısmı tadilatta olmasına rağmen, gezilebilen üç kısmı bile büyüleyici olmaya yetiyor.

Kendi şehrinizde turist kalın!

Yalnızlık Alıştırmaları: Kariye Camii” üzerine 4 yorum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s