Birkaç ay önce Fas’a gitmeyi aklımıza koyduğumuzda, kimse bizi pek ciddiye almamıştı. “Üç kız Fas’a gidilmez.” diyip geçmişlerdi.
Gözlerimiz parlayarak, binbir gece masalları kıvamındaki Fas hayallerimizi anlatırken, ülkeyi boydan boya kat etmeyi planlarken, çölde yıldızları izlerken hangi şarkıları dinleyeceğimizi hazırlarken, “Fas mı?” diyip burun kıvıranlar olmuştu.
Hele Fas’ta on gün kalmayı planladığımızı duyanlar tek kaşları havada “Çok fazla değil mi Fas için?” demiş, gittiğimizde hayal kırıklığına uğrayacağımızdan endişe etmişlerdi.
Hatta Elif’in promosyon bilet heyecanı ile yanlışlıkla Fas yerine Tayland bileti almış olmasını da kahkahalarla anlatıp durmamız da muhtemelen Fas seyahatimizin inandırıcılığını azaltıyordu.
Şirkette tamamlanması gereken işler, mba için teslim etmem gereken projeler ve dönem bitirme sınavları derken, nefes almadan bilgisayar başında sürekli bir şeyler hazırlayarak geçirdiğim bir dönemin sonunda Fas seyahatimizin tarihi geldi çattı.
Casablanca’ya yapacağımız uçuş için üçümüz Sabiha Gökçen Havalimanı’nda buluştuğumuzda, elimizde sadece uçak biletimiz, Marakeş’te kalacağımız riad’ın rezervasyonu ve çöl turu için bir iletişim bilgisi var. Üçümüzün, Ayşa (Ayşe), Elifa (Elif), Emina (Türkiye’de hiç kullanmadığım ikinci ismim olan Emine) isimli üçlü olarak Fas seyahati için sahip olabilecek en uygun isimlere sahip olduğumuzun bile farkında değiliz.
Yine de bir şekilde içten içe biliyoruz her şeyin harika olacağını.
AirArabia ile uçakta dua okunarak başlayan dört saatlik bir uçuş sonrası, gecenin bir yarısı Casablanca’ya iniyoruz.
Havalimanının altında bir tren istasyonu var, oradan doğrudan Marakeş’e geçmeyi planlıyoruz. “İlk tren kaçta?” diye soruyoruz. “4:00’te” diyor görevli. Saate bakıyoruz, “4:15.”
Doğru anlayıp anlamadığımızı teyit etmek için defalarca soruyoruz. Sonunda elimizde aktarma yapmamız gerektiği için, ikişer tren bileti ile, aslında 4:00’te kalkmayan 4:00 treninde buluyoruz.
“Fas birinci ders: Trenler saatinde kalkmayabilir. Yetişmemiz gereken bir yer olduğunda, ucu ucuna bir trene kesinlikle binmememiz lazım.”
Bir daha trene binmeyeceğimizi, gitmeyi planladığımız yerlerde dağlar yüzünden tren yolu döşenemediğini bile bilmediğimiz için, bu çıkardığımız dersin çok işimize yarayacağının gururu ile arkamıza yaslanıyoruz.
Aktarma yapacağımız durağa geldiğimizde, saat 4:30. Hava henüz aydınlanmamış. Marakeş treninin gelmesine iki saat kadar zaman var. O saatte açık bir cafe olmadığı için, gecenin bir yarısında tren istasyonunda oturup, insanların aynı anda Arapça ve Fransızca konuşmasına hayret ederek sohbet etmeye başlıyoruz. Sohbetimizi arkamızdan geçen yük trenlerinin gürültüsü kesiyor sık sık.
Görevliler ile yolcular arasında çıkan şiddetli kavgaların sebebi hakkında bile hiç bir fikrimiz yok. Arkamızda kıyamet kopmuyormuş gibi, biz gelen her trende, “Marakeş? Marakeş?” diyip ayağa fırlıyoruz.
Sonunda Marakeş treni geliyor. Dışarıdan bakınca, “Aaa ne güzel boş tren diyoruz.” İçine girdiğimizde görüyoruz ki, aslında boş değil, herkes yatay pozisyonda olduğu için dışarıdan boş görünüyor.
İnsanların tasasızca sereserpe yatmasına gülerek, kendimizi Marakeş istikametinde uykuya teslim ediyoruz. Trende bir kahve servisi olduğunu fark edince, dünyanın en mutlu insanlarıyız, çünkü bir gün önce öğlenden beri hiç bir şey yememişiz. Bir Oreo çakması bisküvi, oldukça acı üç kahve ile mutlu mutlu Marakeş’e varıyoruz.
(Merak edenler için, havalimanından Marakeş’e ulaşım bu iki tren bileti için 138 Fas dirhemi. Yaklaşık 50 TL)
Marakeş istasyonu büyüleyici. Sonradan Marakeş’in her köşesinin bu renk olduğunu keşfedeceğimiz somon rengi binanın üzerindeki Arapça yazı ve palmiyeler bize aradığımız Fas ruhunu sonuna kadar veriyor.
Yüksek tavanlı ve ferah istasyonda, bütün angarya işlerimizi hallediveriyoruz. Biraz Fas parası olan dirhemden (MAD) ediniyoruz ve kendimize birer Fas hattı (INWI) alıyoruz. Uzun süre kalacaksanız bunu şiddetle tavsiye ederim. 100 dirheme – yaklaşık 40 TL yapıyor – 8 GB internetiniz oluyor. (Turkcell’in Fas’ta geçerli 1GB internet paketi için 499 TL istediğini göz önünde bulundurursanız, bunun ne kadar harika bir alternatif olduğu daha da netleşebilir.)
Bir Türkle karşılaşıp, taksilerin dolandırmaya meyilli olması yönündeki endişemizi anlattığımızda, “Binmeden mutlaka pazarlık yapın ve anlaştığınız fiyatı binmeden ödeyin.” tavsiyesini alıyoruz.
Cebimizde dirhemlerimiz ve Fas hattımızla, bu seyahatin vazgeçilmez bir parçası olacak pazarlık aşamasına hazır olarak kapıdan dışarı çıkıyoruz. Yakıcı sıcak kadar dikkatimizi çeken ikinci bir şey var ki, istasyonun hemen karşısındaki binanın üzerindeki mural. Bütün o Fas ruhunun arasında o kadar aykırı, o kadar etkileyici, o kadar güzel ki!
ECB olarak da bilinen Hendrick Beikirch’in “Tracing Morocco” serisinin bir parçasıymış.
Taksicilere otel adresimizi gösterdiğimizde, 100 dirhem diyorlar. Sıkı bir pazarlık aşamasından sonra, 30 dirheme el sıkışıp taksiye biniyoruz.
Taksiden indiğimizde bir souk’tayız. Souk, Kapalıçarşı’ya benzer çarşı ve pazarlar için kullanılan bir kelime. Sokak dar olduğu için araç giremiyor, geri kalanını yürümemiz lazım. Rengarenk şallar, deri çantalar, takılar, envai çeşit ahşap eşya, hasır çantalar arasında büyülenerek, herkesin dükkanın içine davet etmesini “Şükran” diyip savuşturarak riad’ımıza giriyoruz. Riad, pansiyon olarak faaliyet gösteren geleneksel Fas evlerine verilen isim.
Riad Dar El Souk‘ta kalıyoruz.
Asıl kalmak istediğimiz riad dolu olduğu için, bir alternatif bulmak zorunda kalmıştık; ama sonradan buna defalarca “iyi ki” dedik. Çünkü Marakeş’te nerede kaldığınız, bütün Marakeş deneyiminizi değiştirebilir. Gündüz souk’lar açıkken cıvıl cıvıl olan sokaklar, gece souk’lar kapanınca çok ıssız ve korkutucu olabiliyor. Bizim kaldığımız bölge, gece de insanın kendisini güvende hissettiği bölgelerden biri.
Riyada girdiğimiz anda, sonraki günlerde elinden leziz gözlemeler yiyeceğimiz Fatima, kocaman kahkahası ile bizi karşılıyor. Bize hemen bir nane çayı demliyor. Havuzun kenarına oturup nane çaylarımızı içerken, Abdullah bize Marakeş hakkında bir sürü bilgi ve tavsiye veriyor.
Üst katlarda nefis bir cumbalı balkonu olan bir oda var. Birbirimize orayı işaret edip, orası bizim odamız olsa ne güzel olur derken, Abdullah gülüyor. Evet gerçekten bizim odamız orası.
Biz kahkahalar atıp, “Jazilen Şükran” diye çığlık atarken, Fatima bizim Arapçamıza bizden daha büyük kahkahalar atıyor. Boyunlarına sarılıyoruz. O kadar güzel ki her şey!
Nane çayımızı içtikten sonra, odamıza çıkıyoruz. Kocaman renkli tablolar, çeşit çeşit palmiyeler, uçuşan beyaz perdeler, işlemeli yatak örtülerimiz arasında, müziklerimizi dinleyip dans ederken, gerçekten modern bir binbir gece masalı kahramanına dönüşüyoruz.
Dip Not: Biz bu sırada Unders – Syria dinliyorduk. Fas seyahatinde neler dinlediğimizin listesini ayrıca paylaşıyor olacağız, sürpriz bir proje ile birlikte. Siz şarkının içindeki Özcan Denizli kısmı yakalayabilecek misiniz bakalım? 🙂
Dip Not 2: Evet, yepyeni bir icat daha çıkardım: Bu anlattığım anların videosunu da izlemek isterseniz: tık!
Ya harika hemen Fas’a gidesim geldi
BeğenBeğen
Instagram’da sayende keyifli bir hafta geçirdim 🙂 Bol bol takip edip iç geçirdim keşke bende orda olsam diye. Valla bayıldım yazına. En yakın zamanda devamını bekliyorum 🙂
BeğenBeğen
Senin aslında sohbetli özellikle de kadın erkek ilişkileri konusunda sohbet edeceğin youtube videoları yapman lazım. Bloğunu yaklaşık 8 senedir takip eden ve o yönünün ne kadar kuvvetli olduğunu bilen bir takipçin olarak söylüyorum bunu. Zaten ortalık makyaj youtuber’larından geçilmiyor ve bu alanda büyük bir eksiklik var. Senin gibi hem enerjisi hem de tecrübeleri fazla bir insanın youtube2daki o boşluğu acilen doldurması gerekiyor. Haftada bir video yayınlasan bile herkes için efsane olur. Bir düşün derim 🙂
BeğenBeğen