Fas – 8: Fez – Tabakhane, Old Medina, Cafe Clok

Sabah gözlerimi açıyorum, vitray camdan içeri mavi, kırmızı, sarı ışıklar süzülüyor. Bir de argan yağı kokusu…

IMG_9309.JPG

Geride bıraktığımız bir haftanın içine o kadar fazla deneyim sığdı ve sabahları gözümüzü o kadar farklı yerlerde açtık ki, nerede olduğumuzu kavrayabilmem için birkaç dakikaya ihtiyaç duyuyorum. Fez’deyiz.

“Fez, ülkenin ilk modern şehriymiş. Sanırım bu yüzden, ülkenin orijinal adı Morocco olmasına rağmen, biz bu ülkeyi Fas diye isimlendiriyoruz.” diye düşünüyorum.

Nerede olduğumu bilmekten daha çok ihtiyaç duyduğum bir şey varsa, o da kahve.

“Hadi kahvaltıya inelim, sonra toplanırız.” diyoruz. Kreplerimiz ile vanilyalı yoğurtlarımızı yerken, otelde bulunan şehir rehberlerini karıştırıyoruz. Kahvelerimizi içerken vermemiz gereken kritik kararlar var: “Fez’de bir gece daha kalacak mıyız? Yoksa Chefchaouen’e mi geçeceğiz? Otobüsle mi gideceğiz? Orada nerede kalacağız?”

IMG_9393.JPG

Uzun zamandır bu kadar spontane bir seyahat yapmamıştım.

Fas seyahatini planlarken Marakeş ve çöl bizi o kadar heyecanlandırmıştı ki, geri kalanı için hiç bir planlama yapmamıştık. Orada kahvaltımızı ederken Fas’ta dört günümüz, oldukça azalmış paramız, Marakeş pazarlarına karşı koyamadığımız için çok fazla artmış yükümüz var; diğer yandan hiç bir ulaşım biletimiz, otelimiz, net planımız yok.

Fez’de mutlaka ve mutlaka görmek istediğimiz şey, devasa sulu boya gibi görünen, çatılardan izlenebilen, onlarca fotoğrafını gördüğümüz, derilerin boyandığı tabakhane. Bir de eski şehirin çarşı pazarını gezmek istiyoruz. Bunlar o güne sığacağı için, en son otobüsle Chefchaouen’e geçmeye karar veriyoruz.

O sırada otel sahibi gelip rahat uyuyup uyumadığımızı soruyor. Oldukça enteresan bir adam. Çok ağır İngiliz aksanı ile konuşuyor, selam verirken sanki kraliyet döneminden çıkıp gelmişçesine reveranslar yapıyor. Fas’ta tanıştığımız insanların doğallığının, kontrolsüz yüksek konuşmalarının ve kahkahalarının aksine, her bir mimiği, her bir cümlesi planlanmış ve üzerinde çalışılmış gibi. O yüzden otele ayak bastığımızdan beri bizimle son derece ilgili olmasına rağmen, bir türlü kan kaynaması yaşayamıyoruz. Fez planlarımızı soruyor. “Tannery (Tabakhane) ile Old Medina’yı gezip, otobüsle Chefchauoen’e gitmeyi planlıyoruz.” diye cevaplıyoruz.

“Matmazeller, ben de o tarafa gideceğim. İzin verirseniz, sizi oraya bırakmaktan mutluluk duyarım. Beş dakikada hazırlanmanızı rica ederim.” diyor yine bir reverans eşliğinde.

“Hadi taksiyle uğraşmayın ben sizi bırakayım Tannery’ye” dese çok daha rahat edeceğiz; ama her şeye rağmen teklifi çok iyi. O yüzden koşa koşa odamıza çıkıyor, göçebelikten kazandığımız çabuklukla eşyalarımızı toplayıp resepsiyona bırakıyor ve ne kadar garip bir adam olduğunun dedikodusunu yaparak arabasına doluşuyoruz.

IMG_9320.JPG

Bir kapının önünde duruyor, bizi bir adama teslim edip, Arapça bir şeyler söylüyor. Adam elimize nane dalları tutuşturuyor. Elimizde nane dalları, gülüşerek merdivenleri çıkmaya başlıyoruz.

Terasa çıktığımızda, o fotoğraflarını gördüğümüz devasa suluboya yuvarlakları karşımızda; ama hiç de düşündüğümüz ve fotoğraflarda gördüğümüz gibi masalsı değil. Korkunç bir sıcak dalgası ile birlikte korkunç yoğun pis bir koku burnumuza geliyor. Öğürmemek için kendimi tutarken, nane dalını burnuma sokuyorum.

IMG_9323.JPG

40 derece sıcağın altında, üzerlerinde o kimyasala karşı kendilerini koruyacak hiç bir şey olmayan adamlar, kadınlar ve hatta çocuklar o kimyasal boya dolu havuzların içine giriyorlar, derileri batırıp çıkarıp süzüyorlar. Daha da kötüsü, bizim gibi onlarca turist, çatılardan sarkarak onları izleyip, fotoğraflarını çekiyor. Sanki hayvanat bahçesi gezermiş gibi…

IMG_9340.JPG

IMG_9355.JPG

Burnuma soktuğum nane dalları ile orada donup kalmış halde ne kadar durduğumu bilmiyorum. Ama kesinlikle kalbimin kırılmasına yetecek kadar bir süre bu…

Kızlarla birbirimize bakıyoruz, konuşamayacak haldeyiz, bir kafa işareti yaparak, “Hadi gidelim.” diyoruz.

Merdivenlerden aşağı inmeye başlıyoruz. Olağanüstü deri ceketler, olağanüstü çantalar, olağanüstü valizler var. Daha önce deri cenneti olan Floransa’yı da gezmiştim; onların yanında sudan ucuz fiyatlara. Nasıl yapıldıklarını görmemiş olsak, elimizi kolumuzu onlarcasıyla doldurup, çılgınca alışveriş yapabilirdik.

IMG_9497.JPG

Kapıdan çıkıyor, Old Medina’nın sokaklarında dolanmaya başlıyoruz. Put gibiyim, beynimden milyonlarca düşünce geçiyor. “Ben Bangladeş’teki atölyeleri görsem demek ki, bir ay kendime gelemem.” diye düşünüyorum.

Bütün gün Old Medina’nın sokaklarında gezerken, beynimde sürekli o tabakhanenin kokusu ve görüntüleri…

Kendi hayatlarımıza ve çalışma koşullarımıza şükretmekle, sürekli “daha fazlasına sahip olmak.”, “daha ucuza daha çok almak” hırslarımızdan utanmak arasında gidip geliyorum. Butik üretim olmayan, büyük zincirlerden, büyük markalardan satın aldığımız her bir ürünün arkasında böyle bir çalışma şartı var. Aldığımız her bir parça ile bunu destekliyoruz. Üstelik ne yapıyoruz, bir kaç kere giyip dolabımızın derinliklerine bırakıyoruz. Veya sıkılıp çöpe atıyoruz. Çünkü ucuzlar, çünkü daha yüzlerce alabiliriz.

IMG_9534.JPG

Ben beynimde bu düşüncelerle savaşırken, kendimizi bir de Old Medina’da bir curcunanın içinde buluyoruz. Çünkü Fas Kralı Mohammed VI, o gün orada bulunan camiiye cuma namazına gelmiş.

Mohammed VI, halkı tarafından çok sevilen bir kral. Her yerde fotoğrafı var, Fas’a ayak bastığımızdan beri sohbet ettiğimiz herkese “Kralı seviyor musunuz?” diye sormayı alışkanlık haline getirmiştik, herkes de kraldan gözleri parlayarak sevgi ve saygıyla söz etmişti. Bir önceki kral zamanında gelseydiniz, böyle üç kız güven içinde gezemezdiniz diyen de olmuştu, bu kraldan önce ülkede doğru düzgün yol olmadığından bahseden de olmuştu… “Aldığı her karara güvendiğin biri tarafından yönetilmek nasıl güzel bir şey.” diye düşünmüştük o insanlarla sohbet ederken. Bizim ülkemizde uzun zamandır olmayan bir huzur…

“Biz de kalabalığa karışıp, Fas’a kadar gelmişken bir de kralla mı tanışsak?” diye düşünüyoruz önce. Sonra sıcak bizi yakıp geçiriyor, vazgeçiyoruz.

IMG_9431-001.JPG

Old Medina sokaklarında keyfimize göre biraz dolanıyoruz. Marakeş’in aksine burası sürekli yokuş aşağı yokuş yukarı. Sıcağın altında bir süre sonra yorucu oluyor. Güzel bir cafe’de oturup birer smoothie içmeye karar veriyoruz. Gelgelelim sokaklar o kadar dar ki, navigasyonlarımız patlıyor. O sırada küçük çocuklar imdadımıza yetişiyor, kendilerine biraz harçlık verilmesi karşılığında, gideceğiniz adrese sizi götürüyorlar. Diğer yandan deneyimleyerek öğreniyoruz ki, parayı gideceğiniz yere ulaşmadan önce vermemeniz lazım, parayı aldıkları anda toz oluyorlar.

IMG_9464.JPG

Bizim velet bizi götürürken, parayı verdiğimiz anda kayıplara karışıyor. Neyse ki o anda, genç bir adam yardımımıza koşup, bize bir noktaya kadar eşlik edip, kalanını tarif ediyor.

IMG_9484.JPG

cafe-clock-fez-morocco.jpg

Sonunda Cafe Clok‘a giriyoruz. Harika dekore edilmiş bir cafe burası. İçeride bangır bangır Smooth Criminal’in ud cover‘ı çalıyor. O kadar güzel bir müzik ki, tabakhanenin ruhumuzda açtığı yaraları sarmaya başlıyor. Fas böyle bir ülke işte, sürekli olarak süprizler çıkarıyor insanın karşısına. Tam canın sıkılmışken, seni yeniden sarıp sarmalıyor.

IMG_9479.JPG

Cafe’nin içinde gezinip duvarlardaki tabloları incelerken, karşımıza çıkan ilk garsonun koluna yapışıp, “Kim bu çalan?” diye soruyoruz.

Tam o sırada bir ukala İngiliz dönüp gülerek bizi süzüyor ve “Michael Jackson” diyor kibirle. Tabakhanedeki çalışma koşullarına, sıcağa, kaybolmaya ilişkin bütün öfkemizi ondan çıkarıyoruz. “Şarkının Michael Jackson’a ait olduğunu tabii ki biliyoruz. Ama bu harika ud cover’ı kimin onu öğrenmek istiyoruz.” diye çemkiriyoruz.

IMG_9486.JPG

Ahmed Alshaiba’nın nefis coverlarını dinleyerek, leziz smoothie’ler içiyoruz.

IMG_9543.JPG

 

IMG_9556.JPG

Birkaç saat sonra, Fez’den Chefchauoen’e giden otobüsün mola verdiği saçma sapan bir tesiste, bizim dışımızdaki Türk turistler kenarlarda köşelerde şaşkınlıkla etrafı izlerken, biz çat pat Arapça ile sohbet edip, sanki tesis bizimmişçesine bir oturuşla kahvelerimizi içiyoruz. Bizim Türk olduğumuzu fark ettiklerinde çok şaşırıyorlar. İşte biz, o sırada Fas’a oldukça adapte olduğumuzu fark ediyoruz.

IMG_9559.JPG

Daha az sahip olarak, daha çok şey yaparak kalın!

KaydetKaydetKaydetKaydet

Fas – 8: Fez – Tabakhane, Old Medina, Cafe Clok” üzerine 2 yorum

  1. Deniz dedi ki:

    Fas’ın bu kadar değişik bir ülke olduğunu seninle öğrendim Sezen, ama bu yazın iç parçalayıcı olmuş

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s