İstanbul’a taşındığım ilk yıllarda “Adanalıyım” dediğimde, herkesten “Hiç Adanalı’ya benzemiyorsun.” cevabı alıyordum. İnsanların aklında Adanalı olmak, çikolata bir tene ve kara kaşlara kara gözlere sahip olup, K harfleri vurgulu konuşmak anlamına geliyordu.
Hayatında daha önce hiç Adana’ya gelmemiş arkadaşlarım, orada biraz zaman geçirdikten sonra, hafif bir mahçubiyetle “Ee, burası oldukça modern bir şehirmiş. Ben daha köy gibi, herkesin kavga edip durduğu bir yer bekliyordum.” gibi açıklamalar yapıyorlardı.
Kendimi bir şekilde Adana kültür elçisi ilan etmiştim. Kolundan tuttuğum herkesi alıp Adana’ya götürüyordum. Onların aklındaki Adana tabularını yıkmaktan büyük keyif alıyordum.
Adana’nın henüz popüler bir hafta sonu kaçamağı istikameti olmadığı, herkesin lezzet duraklarını keşfetmediği yıllardı.
“Mutlaka Kazım’da muzlu süt içmelisiniz.” dediğimde yüzüme şaşkınlıkla bakıp, “Ne muzu , ne sütü Sezen ya, bira filan içelim.” diye itiraz ediyorlardı.
İstanbul’da yaşayan Adanalı’ların her yerde birbirini bulmasını da şaşkınlıkla karşılıyorlardı. “Hepiniz birbirinizi nasıl tanıyorsunuz ya, çocukken hepinizi aynı parka koyup mu büyüttüler?” diye takılıyorlardı bize.
Çok yakın bir arkadaşımla bir akşam Asmalımescit’te sokakta bir içki içerken, (Asmalımescit’in aşırı popüler olduğu, herkesin hafta sonu bir şekilde orada olduğu günlerde), yoldan geçen Adanalı arkadaşlarımın parça parça bize katılmasıyla, bir anda iki kişiden yirmi kişiye ulaştığımızda, “Adana kod isim ya, artık eminim. Siz gizli bir örgütsünüz. Ben şu an ‘Ölüyorum koşun.’ desem yirmi arkadaşımı toplayamam.” diye isyan etmişti. Yıllarca güldük o açıklamasına.
Sonra nasıl olduğunu bilmiyorum; ama Adana oldukça popüler bir istikamete dönüştü. Instagram’da gezinirken Adana storysi görmek gündelik hayatımızın bir parçası oldu. Hatta şu anda “Daily dose of Adana” diye bir whatsup grubumuz bile var, komik Adana haberlerini gündelik olarak paylaştığımız… 🙂
Adana’ya yeni başlayanlar için tavsiyelere ihtiyaç duyarsanız, bu konuda daha önce yazdığım şu yazıya göz atabilirsiniz. Oradaki adresler, artık Adana’nın olmazsa olmazları.
Yaklaşık on beş yıldır İstanbul’da yaşamama rağmen, ben hala sıkça Adana’ya gidiyorum.
Benim için Adana sadece gurme bir istikamet değil. Her yerin birbirine çok yakın olmasının avantajıyla, bir güne inanılmaz çok şey sığdırılabilen, her işin çok kolay halledildiği; İstanbul’da her sabah 7:00’de evden çıkıp, gece yarısına kadar oradan oraya koşarken yıprattığım saçlarıma, cildime ışıltı katıp, bütün bunları yaparken lezzetli şeyler de yiyebildiğim bir 10.000km bakım durağı. 🙂
Adana’ya gittiğimde misafirlerim yoksa, ilk günümün planı hiç değişmiyor.
Sabah gözümü açtığım gibi, hiç makyaj yapmadan hatta saçımı bile taramadan, mümkün olan en büyük güneş gözlüğü ile yüzümü kamufle ederek, Kazım Büfe‘ye gidiyorum. Siparişim hep aynı, “Şekersiz 3/4 muzlu süt ve bir yengen, kaşarı bol.”
Artık hepiniz biliyorsunuzdur diye düşünüyorum Kazım Büfe’de bir muzlu süt, bir bardak değil, bir blender demek. Bu yüzden sipariş verirken “1/2, 3/4” gibi kesirli siparişler duymanız en olağan şey!
Kazım’da karnımı doyurduktan sonra, Ziyapaşa’daki Dr. Gül Fennibilek kliniğinin yolunu tutuyorum. Gül, yüze yapılan her türlü işlemde sonsuz güvendiğim harikalar yaratan bir doktor. Türk kahvemi içip onunla dedikodu yaparken, o ne yaptırmam gerektiğine karar veriyor. Bir önceki gidişimde lekelerimin arttığına karar verip, green peel yaptırmamı uygun görmüştü; bu gidişimde klasik cilt bakımından şaşma dedi.
Oradan çıkınca genellikle kıpkırmızı olan suratımla, yalnızca 200 metre yürüyerek, kuaförüm Doğan Abi’ye kendimi bırakıyorum. Çok sık gidemediğimde, dip boya, röfle, kesim, keratin her şeyi bir arada yaptırdığım için çok uzun saatler geçiriyorum burada. Babam genellikle Doğan Abi’yi arayıp “Kızımı kaçta görebilirim?” diye soruyor. İstanbul’da avukat olduğumu öğrenen teyzeler, hemen oğullarından bahsetmeye başlıyor. Veya fön seslerinin arasından hukuki sorular yağmaya başlıyor. Avukat olmanın en kötü yanı, herkesin size anlatmak ve danışmak istediği bir davası olması!
Kuaför çıkışında da, guruldayan karnımla kebapçı yolu tutuyorum. Daha önce de bahsetmiştim, Adana’da herkesin favori kebapçısı farklıdır. Bu konu Adanalılar arasında yıllardır tartışılıp asla çözüme ulaştırılamamıştır. Ben eğer tek bir kebap hakkım varsa, bunu ya Mesut’ta ya da Hadırlı’daki Umut’ta kullanmayı tercih ediyorum. İkisi de oldukça salaş ama her zaman çok iyi kebap yapan adresler.
Sonra kebaplar mideye inip rakılar devrilirken, sohbetler bitmeyen kahkahalara bağlarken, sitem mesajları almaya başlıyorum. Adana’ya giderken, hep orada yaşayan ve çok özlediğim arkadaşlarıma “Görüşelim mutlaka.” diyip, sonra yalan olduğum için haklı olarak sitem ediyorlar.
Ertesi sabah uyandığımda, aynaya baktığımda ışıldayan bir Sezen görüyorum. İstanbul’da hiç olmadığı kadar! Cildi, saçı bakımlı; iyi beslenmiş, dinlenmiş…
“Neden daha sık gelmiyorum ki ben buraya?” diye soruyorum kendi kendime. Bu sefer karar aldım, “Üç haftada bir mutlaka Adana’dayım.” dedim. “Hatta geldiğimde yakınlarda keşifler de yapmak istiyorum.”
Böylece pazar sabahı kalkıp Tarsus’a gidiyoruz. ‘Tarsus’a gittik’ diyince, kulağa epey yol yapmışız gibi geliyor, biliyorum. Ama aslında her gün ev – iş arasında kat ettiğim yoldan daha fazlası değil.
Tarsus şelalesi, oldukça keyifli bir yer. Antalya’da Manavgat şelalesine giderken, aşırı büyük bir beklentiyle gidip, baraj kurulduğu için hafif akan bir su görmemin aksine; buraya hiç beklentisiz gidince gümbür gümbür akan küçük şelale o kadar güzel geliyor ki!
Şelalenin etrafında çay bahçeleri ve restoranlar var. İstanbul’dan gelenlere alabalık servis edilen restoranlar cazip gelmeyecektir; ama çay bahçesinde şelalenin yanında oturup çay, gözleme ve sıkma ile kahvaltı etmek kesinlikle çok güzel.
Şelalenin yakınlarındaki Tarsu Alışveriş merkezinin içindeki Nike Outlet de aklınızın bir kenarında bulunsun. Valizime sığmadığı için aldıklarımdan yalnız bir ayakkabıyı İstanbul’a getirebildim; ama çok uygun fiyata şahane ayakkabılar aldım.
Alışverişle işim olmaz diyenler ise şehir merkezinde türbelerde gezip bolca dilek diledikten sonra, Tarsus’un meşhur lahmacun ve humus kombinasyonuna girişebilirler.
Tarsus’un meşhur lahmacunu oldukça minik, bardak ağızı boyutunda. Bu yüzden cips gibi yeniliyor. Humus ise gerçekten çok lezzetli.
Adanalılar’ın favori kebapçısının asla net olmaması gibi, burada da herkesin favori humusçusu farklı. Ama bir adres var ki, herkes iyi olduğunu kabul ediyor: Abacı İş Hanı’nın içindeki Kervan Humus.
Adana’ya yolunuz düşerse, Tarsus’a uğramayı da unutmayın!
Keşifle ve lezzetle kalın!
Bir adanalı olarak sanki ben yazmışcasına okudum bazı kelimeleri, zira hangi şehire gitsem kimseyi Adanalı olduğuma inandıramadım ve Adanayı gerçekten köy gibi sanmalarından da sıkılmadım değil, keyifli bir gezi yazısı olmuş, kaleminize sağlık 😊 Okurken ben de gezdim sayılır 😊
BeğenBeğen
Hehey, çok sevindim bu yoruma. 🙂 Kocaman sevgiler!
BeğenLiked by 1 kişi
Keyifle okudum. Adana’yı çok keyifli anlatmışsın. Yazılarının devamını dilerim, takipteyim.
BeğenLiked by 1 kişi
Çok teşekkür ederim. Sevgiler
BeğenLiked by 2 people