Kış uykusundan uyanıyorum: Bütün tezatları öperek!

Aynı hatayı kaç kere üst üste tekrarlayabilir bir insan?

Kaç kare “Tamam ya, ben anladım artık, biliyorum ne yapacağımı.” diyebilir omuzları dik, kendisinden emin bir şekilde. Ve aradan aylar geçtikten sonra bir anda, yine kendisini aynı hatanın içinde bulabilir?

Kaç kere akışa kendisini kaptırıp veya kolaya kaçıp kendisi olmaktan vazgeçebilir?

Ben kaosum, karmaşayım, bir arada düşünülemeyecek farklı şeyleri aynı anda çok seviyorum, tezatlıklar içeriyorum ve bunların hepsiyle birlikte “ben”im.

Her ne kadar kendime aynı hatayı bir daha yapmamak için söz versem de, belli dönemlerde beni ben yapan bazı yanlarımı bastırıyorum, gizliyorum, yokmuşlar gibi yapıyorum. Çünkü daha düz olduğumda, anlaşılması daha kolay bir kadın oluyorum, daha kolay aidiyet çemberlerine dahil olabiliyorum, başkaları tarafından daha kolay benimseniyorum. Kendimi açıklama derdinden kurtuluyorum. Kolayıma geliyor.

Fakat bu kolaylığın bana ağır bir faturası oluyor: Hayat ışığımı ve enerjimi kaybediyorum.

Hayatımın farklı dönemlerinde, farklı şekillerde, aynı hatanın içinde buluyorum kendimi. Hokkabaz gibi yoğun bir iş ile çılgın bir sosyal hayatı müthiş bir şekilde idare ederken, toplantılardan çıkıp, partilere koşarken, ışık saçarken; bir adam ile tanışıyorum. Her şey kendiliğinden o kadar güzel bir biçimde akıyor ki, ben daha az yazmaya, daha az gezmeye, daha az dans etmeye başlıyorum. Bunlardan arttırdığım bütün zamanları o adama ayırıyorum. ‘Aman şimdi aklı bulunmasın.’ diye farklı adamlarla son derece dostane veya yalnızca masum flörtler içeren görüşmelere gitmemeye başlıyorum. Buna beni kimse zorlamıyor, ben yapıyorum.

Dışarıya, deneyimlere, maceralara hiç bir zaman tamamen olmasa da, kendi ölçülerime göre kendimi kapatıyorum. “Ah ne kadar güzel, ah ne kadar mutluyuz. Şimdi hiç onun içine kurt düşürmeyeyim, bu huzurumuzu bozmayayım.” dönemi… Gelgelelim ışığım sönmeye başlıyor. Çünkü benim bazen de telefonumu kapatıp ortadan kaybolmaya, aklımda bir şeyleri evirip çevirmeye, yazılar yazmaya veya şuursuzca alakasız bir planın peşinden koşmaya ihtiyacım var. Bunlardan da besleniyorum.

Hadi aynı hatanın lacivertine gelelim: Hiç bir sorumluluğum yok, seyahatler ediyorum, keşifler peşinde koşuyorum, harika yerlerde uyanıyor, müthiş insanlarla tanışıyor, “Hayat daha güzel olabilir mi?” diye düşünüyorum. Tam o lüks bohemin içindeyken, aslında topuklu ayakkabılar giyip toplantılara gitmeyi de çok seven beyaz yakalı kimliğimi bastırıyorum. Halbuki ben sabahlığımla harika bir otelde uyanıp, bütün günü akşamki partiye kadar hiç bir planım olmadan keyfime göre geçirmek kadar, inanılmaz bir zaman planlamasıyla dünya kadar iş halleden avukat hayatımı da seviyorum. Bir sürü kişiyi huzursuz eden, zorlayıcı projeler, sürpriz işler, acil müdahale gerektiren krizler benim hayat dinamiklerimden biri. Beni canlı, disiplinli ve organize tutuyor.

Ve son dönemde bunun bambaşka bir versiyonunu yeniden yaşadım. Covid’in yarattığı değişimlerin de payı vardır bunda elbette, ama ben geride kalan bir senemi tamamen işe adadım. Abartarak günde on beş saatleri bulan, cumartesi ve pazar günleri de çalışmayı içeren bir tempoyla çalışmaya başladım. Daha az okudum, daha az yazdım, hayatım hakkında daha az düşündüm, çok az sosyalleştim, hep çalıştım. Evet buna beni kimse zorlamadı, kendi isteğimle yaptım.

İşimi de çok seviyorum, sayısı her geçen gün artan şirketler benim fırlama, zeki, maceraperest oğullarım gibi. Her gün yepyeni projelere göz dikiyorlar, her gün yeni maceralara atılıyorlar, uğraşılıp çözülmesi gereken de bir sürü vaka yaratıyorlar. Güne başlarken, o gün karşıma neler getireceklerini asla bilmiyorum. Hayatımda daha önce hiç bir işim ile yaşamadığım öyle bir bağlantı hissediyorum ki, çoğu zaman ne yiyeceğimden, ne kadar uyuyacağımdan çok onları düşünüyorum. Bir nevi her zaman eleştirdiğim; tamamen çocuklarına adanmış, kendisini geri plana atmış, keyif aldığı şeylere hiç vakit ayırmayan annelerden birine dönüşmüş gibiyim. Elbette onlar için en iyisini istemeye ve yapmaya çalışmaya devam edeceğim, ancak kendimden bu kadar çok ödün vermeden.

Biliyorum ki her şeye karşı en iyi performansımı bu yanlarımın hiç birini bastırmadığımda, kendi içimde bir ateşkes kurabildiğimde gösteriyorum. En büyük iş krizlerinde makul bir sakinlikte kalıp, çok hızlı iş çıkartabilmemi, çalışırken tamamen işe odaklanmış kalabilmeyi, çok detaycı çalışabilmeyi, aşırı yoğun bir ajandam olan günlerde bile “Enerjinize bayılıyoruz.” cümlesini duyabilmeyi, hafta sonunu eğlenerek geçirmeme ve şarj olup dönmeme borçluyum. İlişkimde kaos yaratmayan bir kadın olmamı, işimde bol bol kaos ve karmaşa limitimi doldurmama; partilerde en çok dans eden en çok eğlenen kadın olmamı bunu her gün yapmamama…

Aslında birbiri ile alakasız görünen her şeyin tuhaf bir biçimde, büyük resimde çok önemli bir yeri var.

Hep çalıştığında daha iyi çalışmaya başlamıyorsun, daha tahammülsüz ve daha dikkatsiz oluyorsun. Profesyonel imajını zedeleyebilecek, insanların algı olarak yaptığın işe daha değersiz gözle bakmasına sebebiyet verebilecek alternatif uğraşıların, aslında işini daha iyi yapmanı sağlayan şeyler olabiliyor.

Bir cumartesi sabahı geç kahvaltı niyetine kalamar ve biradan oluşan menümü mideme indirirken, ruhum tasasızken, bir kere daha küllerimden doğuyorum. Veya güneş yüzümde yalnızca alnımı yakarken, kış uykusundan uyanıyorum.

Bir süredir hayatımda eğlence ve sürprizler biraz eksik kalmıştı. Artık biraz daha çok eğlenmenin, seyahat etmenin, sözleşme dışında bir şeyler üretmenin, fırlamalık yapmanın zamanı gelmedi mi?

Kendimizin aykırı yanlarından, tezatlarından vazgeçmeden, güzel hikayelerde görüşmek üzere!

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s