Yeni Trend: Taytlarla Öğle Rakısı

Maske takmaya alıştık artık, bir iki saat sonra içimize fenalık basmıyor. Yedek maske ve kolonya, cüzdan ve anahtar kadar çantamızdaki yerini sabitleyeli çok oldu.

Uzaktan çalışma ve çalışma saatleri konusunda bu kadar net bir fikir birliği ve standart bir uygulama yok. Bazı arkadaşlarım -özellikle uluslararası firmalarda çalışanlar- hala kesintisiz biçimde uzaktan çalışıyor. Bazı şirketlerde dönüşümlü bir uygulama başladı; bazı günler evden, bazı günler şirketten çalışma şeklinde. Bazı şirketlerde de vakaların sayısı biraz düşer düşmez sanki covid tamamen bitmiş veya uzaktan çalışmanın ne kadar verimli olabileceğini deneyimlemişiz gibi şirketten çalışmaya aynen geri dönüldü.

Bana telefon açan bazı kişiler “Şirkette misiniz?” diye soruyor. “Evden çalışıyorum.” diye cevapladığımda, açıkça bir şey söylemeselerde yadırgadıklarını seslerinin tınısından anlayabiliyorum. “Yapmayın ama! Her gün şirkete gelmenin ne kadar verimlilikten uzak ve eski model bir çalışma tarzı olduğunu hepimizin kabul etmiş olacağını umuyordum.” demek istiyorum. Kahvemden bir yudum alıp, susuyorum.

Ben haftanın bir kaç günü şirkete gidiyorum ve haftalık rutinimde en az iş çıkardığım günler bu şirkete gittiğim günler oluyor. Clubhouse’a dadanmamış ve konuşma ihtiyacını karşılayamamış herkes inanılmaz büyük bir sohbet etme ihtiyacı içinde çünkü. Diğer yandan evden çalışmanın da sağlıksız bir yanı var: Sürekli çalışıyorum.

Evden çalışmaya başladığımız ilk günlerde hevesle saldırdığımız her şeyden hevesimizi aldık. Yemek yapmaktan, yoga yapmaktan, canlı yayınlara katılmaktan… Haliyle mesaim bittikten sonra bilgisayarımı kapatıp başından kalksam da, bir iki saat sonra “Amaan yapacak çok daha cazip başka bir şey yok zaten.” diye düşünerek tekrar işe dönüyordum. Bu yüzden çalışma saatlerim uzadıkça uzadı, hafta içi – hafta sonu çizgim giderek silindi. Bunun yalnızca bana özgü olmadığını da net biçimde görebiliyordum, çünkü gecenin bir yarısı attığım maillere hemen cevap alıyor, “Demek ki herkes benim gibi.” diye düşünüyordum.

İstanbul sarı bölge olur olmaz ve mekanların açılır açılmaz, bir anda “Öğle rakısı mı içsek?” planları havalarda uçuşmaya başladı. Açıkçası, öğle rakısı benim hayatımda bu döneme kadar oldukça istisnai, çok keyiflenilen zamanlarda, çok arada sırada gerçekleşen bir şeydi. Güzel bir kahvaltı üzerine tek bir bloody mary içilirdi, sahil yürüyüşü sohbet çok keyifli olunca birayla taçlandırılırdı. Rakı masasına en erken 18:00’de akşam yemeği niyetiyle otururduk.

patlıcanlı künefe

Yeni düzende mekanlar 19:00’da kapandığından ve uzun zamandır görüşülmeyen kalabalık bir ekiple şehirde toplanılabilecek en iyi nokta rakı masasının etrafı olduğundan, cumartesi günü saat 12:00’de mahallemizin meyhanesi Ahali’de buluştuk. Şimdiye kadar defalarca gittiğimiz mekanı, ilk defa gündüz gözüyle gördük. Her gelen arkadaşımızı kocaman kucaklamalarla karşıladık. Masamız mezelerle donanırken, rakı kadehleri büyük bir hızla dolup boşalırken, o kadar keyifliydik ki!

Şaşkınlıkla şunu fark ettik; bugüne kadar orası veya diğer sevdiğimiz meyhaneler hep elimizin altında olan, gittiğimizde keyifli vakit geçirdiğimiz ancak orada olabildiğimiz için bu kadar da coşkulanmadığımız, otururken sürekli “Ne kadar güzel ya.” gibi cümleler kurmaya gerek duymadığımız yerlerdi. Zaten hayatımızın olağan bir parçasıydı bunlar. Genellikle içimizden birileri belli aralıklarla telefonlarına gömülürdü. Bu sefer, herkes oradaydı, herkes sohbetteydi, kahkahalar ve tespitler ardı ardına patlıyordu.

Belki de bazı şeyleri -imkan olsa da sürekli yapmamak lazım. Sürekli yapılan her şey sıradanlaşıyor, ne kadar güzel olursa olsun etkisini kaybediyor.

Diğer tuhaf olan bir şey de şuydu, öğle vaktinde Teşvikiye’de dolu olan mekanlar genellikle kahve mekanları olurdu. Meyhaneleri, barları o saatlerde daha önce hiç bu kadar dolu görmemiştik.

Rakı sofrasında bir 70’lik bir 35’lik devirip, üzerine Efendi’de 17 bira içtiğimizde ve after party için teleke uğrayıp eve geçtiğimizde saat daha 19:00’du. Bir arkadaşımız mahvolup bayıldığında ve o temizlenip uyutulduktan sonra ikinci eve geçip, kahvelerimizi yudumlamaya başladığımızda saat 22:00 bile olmamıştı.

Ertesi sabah hep birlikte uyanıp, kahvelerimizi içerken, bir kız arkadaşımız bizi arayıp “Dün gece ne oldu? Ben Efendi’den sonrasını kesinlikle hatırlamıyorum.” dediğinde kahkahalarla güldük. Uzun yıllardır çeşitli planlarda bir araya gelen, adabıyla içen, olaysız evlere dağılan bir ekiptik. Sabah rakısı bizi bitirmişti, resmen üniversitenin ilk yıllarına dönmüş gibiydik.

Evden çıktığımdan otuz saat sonra eve tekrar dönerken aklımdan geçen tek bir şey vardı: “Bunu çok özlemişim be!”

Daha üzerinden iki gün geçmeden “Eee, bu cumartesi gündüz rakısını nerede içiyoruz?” mesajları dönmeye başladı ve aradığımız pek çok mekan rezervasyon kabul edemediklerini, dolu olduklarını söyledi. Mekanlar muhtemelen yeniden kapanacak, o zamana kadar kesin olan bir şey var, gündüz rakısı en popüler etkinlik.

Diğer yandan, covid ile birlikte üzerimizde yapışan konforlu kıyafetlerin artık her yerde kabul görmesinden olağan üstü memnunum. Ben bugüne kadar evden arkadaşlarımla buluşmak için çıkarken, tayt giyip gittiğimi hiç hatırlamıyorum. Mini eteklerim ve elbiselerim, hızlı geçen bir geceden sonra, ertesi gün eve dönerken hep walk of shame hissi verirdi. Tayt, kazak ve maskeyle meyhaneye de, mahalle barına da gidebilmeyi, bunu kimsenin yadırgamamasını, aynı kıyafetle arkadaşımın salon koltuğunda uyuyup, ertesi gün marketten alışveriş yaparken de gayet ortama uyumlu görünmeyi çok konforlu buldum.

Taytlarınızla ve gündüz rakısı planlarıyla kalın!

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s