Hayatımın en güzel günlerini anlatmaya nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Böyle söylediğimde abartıyormuşum gibi gelebilir, ama gerçekten çok seyahat etmiş, güzel hayatlar yaşayan dört kişi olarak hepimiz seyahat bittiğinde hem delice bir mutlulukla hem de içten bir kaygıyla “O kadar iyiydi ki, bundan daha iyisi galiba hiç bir zaman olamaz.” dedik.
Her şey instagram’da paylaştığım bir story ile başladı. Covid salgını sebebiyle seyahat konusunda elimizi korkak alıştırdığımız iki senenin sonrasında, yeni yıla yaklaşırken, “2022’de uzak bir yere seyahat etme planı olan kimse var mı?” diye sorduğum bir story ile…
Klişe Avrupa ülkeleri cevaplarının arasında bir adet cevap duruyordu: “Guatemala.” Farklı ülkelerde yaşadığımız için çok sık görüşmediğim ama o İstanbul’a her geldiğinde birlikte çok keyifli vakit geçirdiğim bir arkadaşımdı cevabı veren. Guatemala’nın haritada tam nerede olduğunu bilmiyordum bile, ama salgın sebebiyle seyahatlerimin yalnızca yakın ve bildiğim güvenli topraklar ekseninde döndüğü iki senenin ardından farklı ve uzak bir yere gitme fikrini gerçekten çok sevmiştim. Tereddütsüz “Ben de geliyorum.” diye mesaj attım.
Yüksek lisanstan tanıdığı, o bölgelerin prensi sayılır ve bizi gerçekten yaşatır dediği bir arkadaşı Guatemala’ya taşınıyormuş, onun yanına ziyarete gitmeyi planlıyormuş, nisan ya da eylül gibi.
Konu burada kapanabilir, öylesine bir sohbet olarak kalabilirdi. Neyse ki öyle olmadı. Biz nisanda Panama üzerinden Guatamala’ya uçacak şekilde biletlerimiz cebimizde başladık yeni yıla. Sonrasında ekip şekillendi. Bir whatsup grubu kurulup, planlar yapılmaya başlandı. O kadar motiveydim ki, ocak, şubat ve mart aylarında hiç bir işten gocunmadan haftada 60-65 saatlere vuracak uzunluklarda çalışıyordum. O kadar ki patronum böyle motive çalışacaksam, her çeyrek dönemin sonunda bana on gün izin verebileceğini açıkladı.
Ne beklemem gerektiğini bilmiyordum bu seyahatten, ama sonunda uzak ve hiç bilmediğim bir yerlere ayak basma fikri beni gerçekten heyecanlandırıyordu.
Gerçekten zaman hızla akıp geçti ve biz Hollanda’dan gelen arkadaşımla İstanbul havalimanında buluşarak upuzun Panama uçuşumuza başladık. Uzun zamandır görüşmemiştik, konuşacak çok konumuz vardı, bu yüzden uçuşun ilk on saatlik kısmını çok keyifle devirdik. Doğrudan Panama’ya ineceğimizi sanırken – çünkü uçak biletimiz o şekildeydi – Bogota’ya indiğimizde ilk şaşkınlığı yaşadık.
İlk istikametimiz Panama’ydı ve biz uçak biletimizin direkt bir uçuş olduğunu sanıyorduk. 14 saat kadar sonra Bogota’ya indiğimizde THY’nin bu rotasının bu şekilde olduğunu öğrendik. İstanbul’dan kalkıp Kolombiya’nın başkenti Bogota’ya iniyor, orada inecek yolcularla birlikte kabin ekibi değişiyor, sonra Panama’ya uçuyor, Panama’da kabin ekibi değişmeden inen ve binen yolcular oluyor, oradan İstanbul’a geri dönüyormuş. Dolmuş gibi. 🙂
Bogota’da uçaktan çıkmamıza izin verilmeden 1,5 saat bekleyip, tekrar Panama’ya yola çıkıp tam piste inişe geçtikten sonra, ani bir şekilde uçak tekrar kalktığında ve pilot bir önceki uçağın kanadına kuş girdiği için bizim inmemize izin verilmediğini açıkladığında yaklaşık 18 saattir aynı uçağın içindeydik. Daha önce hiç bu kadar uzun saat uçakta kalmamıştık, sersem gibiydik. Sonunda Panama’ya indiğimizde, valizlerimiz doğrudan Guatemala’ya gideceği için hemen havalimanından çıkıp güzel bir yemeğe oturabileceğimizi düşünüyorduk.
Pasaport kontrolünde “QR Code?” sorusu ile karşılaşıncaya kadar. İlk önce kendimizden çok emin biçimde aşı kartlarımızdaki QR kodu uzattık. Pasaport görevlisi inatla “QR Code” demeye devam ederek, neyin QR kodu olduğunu bize asla açıklamadığında o upuzun uçuş üzerine sinirlerimiz bozulmaya başladı. Online olarak doldurmamız gereken aşırı uzun bir formu doldurup, parmak izi verip, Türkiye’de ne iş yaptığım gibi soruları cevapladıktan sonra sınırı geçtiğimde, “Sanırım yalnız sınırı geçmedim, Panama vatandaşlığı başvurusu yaptım.” diye şakalaşıyordum.
Sonra yine bir gişe ile karşılaştık, bu sefer de asla İngilizce konuşulmadan bir form yüzümüze tutuluyordu. İstanbul’da uçağa bindiğimizden beri 24 saat geçmişti, artık tükenmiştik, bir an önce o havalimanından çıkmak istiyorduk.
O formu nereden bulabileceğimizi anlamaya çalışarak sağa sola bakınarak gezinirken, yan tarafta bir boşluk fark ettik, “Form arıyormuş gibi yaparak, gümrüğü pas geçip buradan yürüyüp geçsek mi?” bakışmamız yalnız beş saniye sürdü. Ve böylece Panama’ya gümrükten kaçak geçerek giriş yaptık.
Sonunda kapıya çıktığımızda kahkahalar atarak bir sigara yaktım. Arkamdan İspanyolca bağırarak gelen polis sebebiyle kalp krizi geçirmek üzereyken, yalnızca orada sigara içmenin yasak olduğunu söylediğini anladığımdaki rahatlamamı anlatmaya sanırım kelimeler yetmez.
İşte bizim maceramız böyle başladı.
“İstanbul / Panama – Hayatımın en güzel günlerine başlangıç olan en tuhaf uçak yolculuğu” üzerine bir yorum