Mısır-1: Hurgada, Paradise Island, Beslenme Çantalı Veda

Mısır seyahatinden önceki dönem inanılmaz yoğun çalıştığım, uykusuz bir Maraş ziyareti devirdiğim, iş krizlerinin ardı ardına patlak verdiği bir dönem olduğu için, yola çıkmadan önce aceleyle bir valiz hazırlıyorum. Evden çıkarken yanıma aldığımdan emin olduğum tek şey de pasaportum.

Bu seyahatimin eşlikçisi Aslıpan ile de buluşup havalimanına doğru yola çıktığımız anda “Tamam işte, seninle buluştuk, pasaportum da burada. Geri kalan her şey hallolur.” diyorum. Gerçekten de öyle düşünüyorum.

Duty free’de makyajımı yapıp, Jack Daniels Lyncburg Lemonade’leri gömüyorum. Daha uçağa bile binmeden önce de muhteşem Armani kırmızı rujum dudağımda, içtiğim kokteyller midemde yere kapaklanıp, sonraki günlerde nasıl o kadar derin olduğunu bir türlü anlayamadığımız bir yara açıyorum bacağımda.

İstanbul’dan Hurgada’ya giden uçağa bindiğimizde saat 22:45 ve yalnızca o gece kalmak için bir otel rezervasyonumuz var. Bir sonraki gün nerede olacağımız, ne yapacağımız, nerede kalacağımız tamamen meçhul.

Aslıpan ile daha önce büyük bir iş projesinde birlikte çalıştık, ikimiz de birbirimizin sorun çözme yeteneğine ve iş bitiriciliğine güveniyoruz. Bu yüzden ikimizde de hem kendine, hem seyahat arkadaşına güvenmenin rahatlığı var; hiç bir şeyin belli olmaması bu yüzden hiç telaşa kapılmamıza sebep olan bir şey değil, “Yarını da yarın hallederiz.” diyoruz büyük bir rahatlıkla.

Ki şimdi seyahat bittikten sonra, şunu söyleyebilirim ki, iyi ki İstanbul’da rotamızı netleştirmeye kalkmamış ve esnek bırakmışız; çünkü İstanbul’da araştırmalarla erişebildiğimiz bilgiler aslında çok da doğru yönlendirme ve tavsiyeler değilmiş. Ayrıca Mısır, öyle tıkır tıkır işleyen bir ülke olmadığı için, plan yapmış olsak da, o planlar zaten İstanbul’da oturup kurguladığımız şekilde hayata geçemezmiş.

Gece yarısı Hurgada Havalimanı’na iniyoruz, Uber’den aracımızı çağırıp, o gece kalacağımız Sky View Suites Hotel‘e gidiyoruz. Bütün günü otelde geçirmek istiyorsanız, burası en güzel denize erişimi olan bölgesi değil Hurgada’nın, ancak biz gece çok geç vardığımız için ve ertesi gün marinadan adalara geçmeyi planladığımız için hem havalimanına, hem marinaya yakın olduğu için ideal bir seçenekti. Kocaman bir suit odada çok uygun bir fiyata kaldık ve otelde çalışan ekip çok tatlıydı. Tam bir fiyat performans oteli diyebilirim.

Geç bir saatte varıyoruz otele, oldukça sıcak olan havanın keyfini çıkarmak için balkonumuzda biraz keyif çatıyoruz, ben maillerimi kontrol ediyorum derken saat 4:00 oluyor. Sabah 7:00’ye alarmlarımızı kuruyoruz. Çünkü adalara giden turlar internetten gördüğümüz kadarıyla saat 8:00’de marinadan hareket ediyor, onları yakalama peşindeyiz.

Gerçekten de sabah saat 7:40’ta valizlerimizi resepsiyona teslim edip, otelden check-out’umuzu yapıp marinaya gitmek için uber çağırıyoruz. Uber bir türlü gelmiyor, saat 8:00 oluyor, “Telaş yapmanın alemi yok, illa ki bizi adaya götürecek bir tekne buluruz marinadan.” diyoruz oturup kahvaltı ediyoruz otelde, 08:30 gibi marinaya ulaşıyoruz.

Adalara gitmek için genel olarak iki ayrı opsiyon var: Çeşitli aktiviteleri içeren tur tekneleri ve yalnızca gidiş-dönüş sağlayan zodyaklar. Tur tekneleri kişi başı 25 euro / zodyakla transfer kişi sayısından bağımsız 70 euro.

Aslıpan’ın deyişiyle “Bütün tuşlara birden basmışlar.” şeklinde bir tur teknesine biniyoruz (aktiviteler arasında camdan deniz altını izlemekten muza binmeye kadar yok yok çünkü), iyi ki de öyle yapıyoruz. Hem çok kalabalık değil, hem tertemiz, hem aktiviteler şaşırtıcı şekilde iyi, hem müthiş matrak bir mürettebatı var. Tur şirketinin adını hatırlamıyorum; ama sarı tekneler olarak bulabilirsiniz.

Tur teknesinin genel kitlesi bize kıyasla çok daha donuk Avrupalı ve Rus turistlerden oluşuyor. Programı büyük bir coşkuyla açıklayan personele alkışlarla ve cıvıltılı bir şekilde “Oleeey!” diye bağırarak bir tek biz tepki verdiğimiz için, o andan itibaren bütün açıklamalarını bize öpücükler yollayıp göz kırparak yapıyorlar. Zaten turun onuncu dakikasında teknenin içinde çantadan şarap çıkarıp içen, çalınan her şarkıyla dans eden, mürettebata kötü davranan herkese “Deli mi ne bu?” tepkisi vererek kınayan, her köşede fotoğraf çekilen bir ikili olarak bütün ekibi tavlamış ve otomatikman aslında var olmayan bir VIP seviyesine çıkmış durumdayız. O andan itibaren her şeyde öncelikli ve kayrılan iki kişiyiz.

İstanbul’da henüz havanın buz gibi olduğu günlerde, hiç üşümeden şahane mavilikte bir denizin üzerinde tekneyle yol yapmak bile bizim için harika bir etkinlik olabilecekken, teknenin alt kısmında, deniz seviyesinin altındaki camlardan denizin dibini izliyoruz. Dalmadan dalış yapmış gibiyiz, binlerce balık ve dev vatozlar görüyoruz.

“Mısır’a kadar gelmemize şimdiden değdi.” diyecek kadar mutluyuz o anda. Sonra Paradise Beach’e yaklaşıyoruz. Çok muazzam bir görüntü; sanki denizin ortasında çöl adası, öyle bembeyaz bir kum, önünde de fotoshoplanmış kadar mavi bir deniz.

Ve deniz gerçekten MUH-TE-ŞEM! Bembeyaz kumlar, şişe suyu kadar berrak bir su. Gerçekten Türkiye’ye bu kadar kısa bir uçuş mesafesinde böyle bir deniz beklemiyorduk.

Denizde saatler geçirdikten sonra şaşırtıcı derece güzel müzikler çalan barda takılıyoruz. Burada kokteylleri denerken de sonradan çok güldüğümüz bir an yaşıyoruz, bardan biri yanımıza gelip “Siz Müslüman mısınız?” diye soruyor. İçki içmemize bir laf edecek herhalde diye düşünerek, gerekirse kavga etmeye hazır bir biçimde “Evet.” diye cevaplıyoruz. Bir bardak bonus cin getirip ananas kokteyllerimizin içine eklediğinde, kahkahalarımızı durduramıyoruz.

O kadar keyifli vakit geçiriyoruz ki o beach’te, artık ayrılmamız gereken zaman geldiğinde biz saatin bile farkında değiliz.

Öğleden sonra dönüş yolculuğumuz şnorkelli dalış ve muza binme gibi aktiviteler içeriyor. Muz üzerinde turumuzu atarken, bizden başka kadınlar da var muzun üzerinde, bizi hiç zorlamadan düşürmeden turu bitiriyorlar. “Eee olur mu böyle? Hani aksiyon? Hadi düşürün bizi.” diyoruz biz ikimiz. Arkamızdaki Rus kadınlar “Hayır. Hayır!” diye feryat figan ederken, tabii ki bizim dediğimiz oluyor, oldukça sert bir dönüşle ve kahkahalarla düşüyoruz.

Kişibaşı 25 euro’ya bekleyebileceğimizden çok daha harika bir gün geçirmiş olarak akşamüstü marinaya geri dönüyoruz. Hurgada, bir haftasonu için bile gidilebilecek bir istikamet. Ben burada birkaç gün geçiriyor olsaydım, bir gün bizim yaptığımız gibi bir tur yapar, diğer günlerde de zodyakla farklı adalara ve beach’lere gidip bütün günümü oralarda geçirirdim.

Hurgada Marina’yı çok övmüş herkes, ama tek bir tane çok matah mekan olmadığını söylemeliyim. Çok kötü mekan ismi seçimleri ve tuhaf dekorasyonlarla, bizim Türkiye’de yazlık yerlerde alıştığımız mekanlara kıyasla çok vasatlar. Yine de hafif yanmış burunlarımız, çok eğlendiğimiz bir gün üzerine orada oturmaktan keyif alıyoruz. Aslıpan bir nargile söylüyor kendine, ben patates kızartması ve Mısır’ın lokal biralarından birini.

Eeee, diyoruz, ne yapacağız?

Otelimizden check-out yapmış durumdayız, yalnızca üç saat uyku uyumuşuz ve o gece kalacak bir yerimiz yok.

O gece Kahire’ye uçmak bir seçenek olabilir, o gece de Hurgada’da kalıp sabah uçmak diğer ikinci seçenek. Tamamen fiyatlara bağlı karar veriyoruz; gece uçak bileti sabah uçak biletinden çok pahalı. O gece için yeniden bir gece önce kaldığımız otele rezervasyon yaptırıyoruz, zaten valizlerimiz de orada. Sabah oldukça erken bir saate de Kahire uçak biletimizi alıyoruz.

Marina’nın karşısında “müze” isimli bir hediyelik eşya dükkanı var, oradan biraz alışveriş yapıyoruz. Aklınızda bulunsun, sonra Mısır’da gezdiğimiz her yerden daha uygun fiyatlar ve daha çok seçenek vardı burada. Sonra bir uber’e binip, şehir merkezini arabadan izleyerek otelimize gidiyoruz.

Resepsiyondaki çocuk bizi coşkuyla karşılıyor, “Arkadaşlarım dün çok güzel iki kadının burada kaldığını ama check-out yaptıklarını söylemişti. Geri dönmeniz ne kadar güzel.”

Odamıza dönüyoruz, uzun sıcak bir duş alıp, erkenden uyuyoruz o gece. Sabah 4:00’te biz Uber’imizi beklerken, şef ve resepsiyondaki çocuk ellerinde iki tane poşetle geliyor, “Kahvaltılarınız hazır.” diyerek elimize tutuşturuyorlar. İçinde çok özenle paketlenmiş meyveler, sandiviçler, tatlılar var. Duygulanıp ağlamak üzereyiz – o sırada henüz bunun Mısır’da yaygın bir uygulama olduğunu bilmiyoruz. Mısır’da bütün oteller, bu yönde özel bir talep olmasına gerek olmaksızın, erken check-out yapan müşterilerine böyle bir beslenme çantası hazırlıyor. Havalimanları elinde beslenme çantalı turistlerle dolu oluyor. Daha önce hiç bir ülkede denk gelmediğim bir uygulama bu, bayıldım.

Havalimanında yüz kere pasaport gösterip, ıncık cıncık aranıp, daha önce hiç bir kontrolde gitmemiş bir sürü eşyamızı orada bırakmak zorunda kalarak ve bir sürü gereksiz form doldurarak Kahire uçağımıza biniyoruz. Uçak havalanmadan önce dua okunuyor, sonra beslenme çantalarımızı açıp kahvaltılarımızı ediyoruz.

Bugün itibarıyla Türk vatandaşları için kapı vizesi uygulaması başladı. Biz Hurgada biletimizi Dalaman bileti kadar ucuz bir fiyata almıştık. Vize değişikliği sonrası böyle kalmayacaktır, o yüzden şimdiden bir Hurgada bileti kapmanızı şiddetle tavsiye ederim.

Şahane denizlere giderek kalın!

Reklam

Mısır-1: Hurgada, Paradise Island, Beslenme Çantalı Veda” üzerine bir yorum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s