Teos’tan haziranın ortasında İstanbul’a dönüyorum. Havaların hala tam ısınmamış olmasına şaşkınlıkla, geç gelen yazın geç biteceğini umut ederek, İstanbul’da açık hava etkinliklerin tadını çıkartmanın arzusuyla…
Gittiğimiz festivallerde kendi içimizde “otağı çadırı” diye adlandırdığımız bir alışkanlığımız var. Sahneye ve dans edilen alana uzak, ancak tercihen müziği duyan ve sahneyi gören bir nokta seçiyoruz. Bu noktanın minderli ve konforlu bir alan olması şart. Oraya bir havlu seriyor, bir çanta bırakıyor ve daha etkinlik başlamadan önce o noktayı işgal ediyoruz. Festival kaç gün sürüyorsa, buna her gün aynı noktada devam ediyoruz. Orası bizim ekipte dans etmekten yorulanın, biraz oturmak isteyenin, eşyalarını bırakmaya ihtiyaç duyanın noktası oluyor. Böylece herkes keyfine göre takılırken, arada sırada “otağı çadırı” olarak adlandırdığımız noktada kesişiyoruz. Ceketlerimiz, sigaralarımız, yedek kıyafetlerimiz gibi bütün eşyalarımız da böylece aynı noktada durduğundan herhangi bir şey kaybetmemeyi de başarıyoruz.

Isle of Escape Bodrum‘da da, arka taraftaki yataklardan birini otağı çadırımız yapmıştık, gecenin sonunda orada ne var ne yoksa kimin olduğuna bakmaksızın ve ayırmaksızın hepsini toplayıp eve götürüyorduk. Tabii bu, orada bizimle vakit geçiren kişilerin, bizimkilerin yanına bıraktıkları eşyalarını da onlardan önce festival alanından ayrılıyorsak alıp eve götürmemize sebep olabiliyor. Isle of Escape Bodrum’da da bunu yaşamış, festival arkadaşlarımızdan birinin kıyafetlerini de toplayıp eve götürmüştük. Sonrasında benim mobil hayatım, onun yoğun uçuş takvimi derken bir türlü kesişememiştik. İstanbul teras sezonumu, ona kıyafetlerini iade etme vesilesiyle açtım bu yaz. Galataport’un içinde Vakkorama’nın terasındaki Sail Loft‘ta buluştuk. En taze en hip mekanlarından biri şehrin. Çok güzel bir ortamı ve leziz kokteylleri var. Etkinlik takvimine göz atıp yolunuzu düşürmenizi tavsiye ederim.

Klein Garten, şehirdeki en sevdiğimiz teraslardan bir diğeri. Tuhaftır, Klein Garten’a biz hep gece yarısından sonra gitmişiz. Bondi’nin çaldığı gece, iş çıkışında gün batımı saatlerinde gittiğimizde, sanki daha önce yüzlerce kere geldiğim mekana değil, bambaşka bir yere gelmiş gibi hissettirdi bana. Ses perdeleri kapanmadan önce Haliç’e karşı gün batımını izledik ve ortamı ilk defa gün ışığıyla gördük. Yine de bence hala bu sene yapılan çiçekleri açılıp kapanan dev mantar kafa mekandaki en çarpıcı en muhteşem şey. Bir de margaritaları gerçekten lezzetli.

Şehirdeki en sevdiğimiz restoranlardan biri olan, açıldığı günden beri müdavimi olduğumuz Smelt&co da, yaz gelince terasta servise başlıyor. Balat’taki bu terasta, alkollü kombucha kokteylleri içerek, leziz yemekler yemek her zaman çok keyifli.


İstanbul’a yedi tepesi ve her açıdan farklı manzarası ile teras mekanlarını çok yakıştırıyorum ben. Bu sene tam olması gerektiği gibi ardı ardına teras mekanları açılırken ve sayıları büyük bir hızla çoğalırken, İstanbul’da geçirdiğim zamanların çoğunu iş odaklı geçirdiğim ve sık sık seyahat ettiğim için, bunları keşfetmeye henüz fırsatım olmadı. En favorilerinizi benimle paylaşırsanız çok sevinirim, denenmiş sevilmiş bir liste üzerinden giderim. 🙂
Gündüzleri şirkette toplantılar ve yetişmesi gereken işler, akşamları teras gezmeleri derken, o hafta içinde inanılmaz yoruluyor ve cuma akşamı evde oturmaya karar veriyorum. Evde bilgisayarımın başında bol bol kahve tüketerek işlerimi temizlerken, bizim ekipten “Hadi buluşuyoruz.” mesajı geliyor. Onlarla olmak her zaman çok keyifli olduğu ve hiç yormadığı için, ne yapacağımızı ve nereye gideceğimizi bile sorgulamıyorum.

Aslıpan’dan “Her şeye hazırlıklı çık evden.” diye bir mesaj geliyor. Evden ayağımda terliklerimle çıkıyorum, ama söz dinleyerek minik bir çanta yapıyor, içine bikini, bir iki yazlık kıyafet, spor ayakkabı, yedek iç çamaşırı, bir şişe viski, göz altı maskesi, bir hırka, şirket bilgisayarım, şarj aletleri, kırmızı ruj, güneş gözlüğü ve parfüm atıyorum. Benim açımdan gerekirse bir hafta eve dönmeden takılmamı sağlayacak bir paket bu.
Bir saat sonra, İstanbul’da denizin ortasında elimizde bira kutularımız gün batımını izliyoruz. Sonra daha kalabalıklaşıyoruz, yeni insanlarla tanışıyoruz, çok dans ediyoruz, avaz avaz çok şarkı söylüyoruz, geceyi sabaha bağlıyor, yemekler yiyor, güzel sohbetler ediyor, sakin koylara demirleyip manzarayı izliyor, yüzüyor, yelken açıyoruz. Hava bir açıp bir kapatırken, güneşten yanmakla, üşüyerek battaniye altına girmeye kadar ısı değişirken, birileri evine gidip başkaları gelirken bir kaçımız orada sabit mevsimleri o teknede devirmiş ve uzun bir tatil yapmış gibi hissediyoruz. Bu sırada benim bir sabah gözümü teknede tek başıma açmam gibi maceralar da yaşanıyor. O hafta sonu Ritz’in terasında gitmeyi düşündüğüm parti böylece yalan oluyor. Aslıpan ile evlerimize dönüş yolundayken “Her şeye hazırlıklı gel.” derken bile aklımıza gelmeyecek şeyler yaşanmış olmasına kahkahalarla gülüyoruz.

Birlikte on gün kadar sonra Beyond Festival‘e gideceğimizi hatırlıyoruz sonra. Festival pazartesi günü başlıyor, ikimizin de festivalden hemen önceki hafta sonu İstanbul’da kalmasını gerektiren bir planı yok. Festivalin olduğu yer Fethiye Babadağ’da. Daha önce şahane bir düğün vesilesiyle Göcek’te tekne turu yapmış, geçen yaz Göcek’te bir festivale gitmiş, daha sonra çifte kumrular şeklinde Fethiye ve Kabak keşifleri yapmıştım.
Festivalden önce o civarlarda yeni bir keşif olabilecek nereye gidebiliriz diye göz ucuyla haritaya bakarken, Dalyan takılıyor gözüme. “Dalyan’a gidelim mi öncesinde?” diye soruyorum. Aslıpan hiç itiraz etmediği gibi, saniyesinde çıtayı yükseltiyor, “Olur hatta haftaya işlerimizi erken toparlayalım, cumadan yola çıkalım, başka yerlere de uğrarız.”
Yollardan ve maceralardan dönerken yenilerini planlayarak kalın!

“İstanbul: Şahane teraslar ve evden her şeye hazırlıklı çık komutları” üzerine 2 yorum