Her ikimize de acil çıkış opsiyonunu tanımak için seyahatimizin yalnızca Fethiye’deki iki gününü planlamıştım. Her şeyi birlikte yapacağımız iki koca günün ardından birbirimizden kaçma arzusu duymamız ihtimalini göz önünde bulundurmuştum – ne de olsa birlikte ilk defa seyahate çıkıyorduk ve ikimiz de kendi alanımıza ve zamanımıza düşkün tiplerdik.
Her bir dakikası birlikte geçmiş iki günün sonunda, ben kendi şezlongum yerine onun üzerinde yatarken, o benim saçımı okşarken, ben onun aşırı beyaz teniyle dalga geçip güneş kremini tazelerken, ikimiz de her anımızı ve alanımızı aşırı derecede paylaşmaktan oldukça keyifliydik.
Bir de onun turist olduğu bir kilometre uzaktan belliyken ve beni de kimse Türk’e benzetmezken, turist dokunulmazlığı ve özgürlüğü kapsamındaydık. Normal koşullar altında yargılayan bakışlara sebebiyet verecek her şeyin, turist olduğunda olağan kabul edildiğini fark ettim o günlerde. İki kız çılgınlar gibi dans etsek mutlaka birkaç eleştirel bakışı üzerimizde yakalarken, onunla ne yapsam olağan kabul ediliyordu. Sürekli öpüşmemiz, kucak kucağa takılmamız ve kikirdeşerek fingirdeşmemiz “cık cık” değil, aksine “ne kadar tatlılar” tepkileri alıyordu. Biz de bu özgürlüğün sınırlarını zevkle ve tutkuyla zorluyorduk. Benim ikinci bir gizli keyfim de, insanların hakkımızda yaptığı Türkçe yorumların hepsini anlayabiliyor olmam ama kimsenin bunu aklının ucuna bile getirmiyor olmasıydı. Dedikodunu dinlemek kadar eğlenceli bir şey olabilir mi?

Sea Me Beach‘teki gece sona ererken, dikkatimizi sonunda birbirimizden ayırıp o gece için kalacak bir yerimiz olmadığını hatırladık. En pratik yöntem, otelimizdeki kalışımızı bir gece daha uzatmak olacaktı. Ancak ikimiz için de hafta sonu sona erdiğinden ve oldukça yoğun bir pazartesi bizi beklediğinden, ertesi günün ortasında öğlen otelden çıkış yapıp işe ara verip yollara düşme seçeneği de bize uymuyordu. Bu yüzden nereye gideceksek geceden gitmeye karar verdik.
Fakat nereye gideceğimizi bilmiyorduk. Fethiye Kayaköy’ün içinde şahane bir airbnb evi beğendik, hiç bir referansı yoktu ve mesajlaşmanın akışı da hiç güven vermedi. Ölüdeniz’deki oteller arasında istediğimiz gibi bir şey bulamadık. Ya çok standart karakteristik özelliği olmayan yıldızlı otellerdi ya da inanılmaz zevksiz dekore edilmişlerdi. O sırada ne zamandır listemde olan Shambala geldi aklıma, gece yola çıkıp gitmek için biraz uzak bir noktaydı Kabak; ama sabah bizi sahile getiren taksici abiyi aradığımda gece 1:30 gibi bizi beach’ten alıp oraya götürmeyi kabul etti.

Bunun rahatlığıyla dans etmeye ve eğlenmeye devam ettik. Gece taksiye bindiğimiz anda acıktığımı fark ettim, önce sokaktaki köftecinin önünde durduk, arabaya üç ekmek arası aldık. Sonra “Birasız gitmiyor ya bu.” dedim, tekelin önünde durduk. Benimki yüzünde hem kocaman bir gülümseme, hem de inanılmaz bir şaşkın ifadeyle, bütün bunları taksiye almamızı izlerken; ben bir elimde kafam kadar yarım ekmek, diğer elimde bira kutusu “Aaaa abi, bir de otelden valizleri almamız lazım.” dedim. Taksici abi, “Biz bu gidişle sabaha anca varırız Kabak’a.” diye bana takılırken, sonunda bütün ihtiyaçlarımızı karşılamış olarak Kabak’a doğru yol almaya başladık.
Benimki benden çok daha mantıklı bir insan olarak “Bu saatte otele giriş yapabileceğimizden emin misin?” diye sordu. Hemen aradım, çok tatlı bir şekilde check-in saatlerinin çoktan bittiğini ama bize yardımcı olabileceklerini söylediler. Oh la la her şey halloldu, diye düşünerek kendimi güzel kolların arasına bıraktım. Taa ki asfalt yol bitinceye kadar!
Haritada Shambala’nın gösterdiği yere gitmek için asfalt yoldan çıkıp ormanın içinde bir toprak yola girdik. Taksici abi, “Doğru yere gittiğimize emin misiniz?” diye sordukça ben elimdeki navigasyonu doğru anladığımdan şüpheye düştüm. Aşırı yokuşlu ve ilkel patika yolda birkaç kere gittiğimiz yolları geri döndük, sonunda da toprağa saplanıp kaldık. Meğerse Shambala’nın gün içinde asfalt yola arazi arabaları ile servisleri varmış – ben bunu tabii ki bilmiyordum.
Taksici abi, benim gecenin bir yarısı Sea Me Beach’ten çıkıp ormanın ortasında bir yere gelen ve üstelik nereye gittiğini de tam olarak bilmeyen deli bir kadın olduğuma karar verip, benimkine el kol hareketleriyle ve sanki kelimeleri hecelerine ayırarak konuşursa onlar otomatikman İngilizce’ye tercüme oluyormuş gibi, “Bu manyak oğlum, sen nereden düştün bunun eline? Bak gel ben seni Fethiye’ye geri götüreyim. Burada valla bir şey yok.” derken, ben Shambala’yı aradım, arazi arabalarıyla gelip bizi kurtardılar.
Yorgunluk ve uykusuzluktan ölerek, zifiri karanlık olduğu için etrafı da pek göremeden, kahve veya bira ikram etme tekliflerini geri çevirip, kendimizi bir an önce odaya ve yatağa atma arzusu ile bungalovumuza gittik. Terasa adım attığımız anda kalakaldık. Tam karşımızda gökten denize doğru uzanan ışıl ışıl yıldızlar büyüleyici görünüyordu. Hiç odaya girmeden, valizlerimizi elimizden bırakıp terastaki koltuğa yan yana otururken sadece “Wooow!” diyebildik. O anı bütün seyahatimizdeki en iyi anlardan biri olarak sonrasında hep andık. Saatlerce yıldızları seyrettik, arada sırada gülümseyerek birbirimize ışıldayan gözlerle baktık, “Çok iyi değil mi?” diyip durduk.

Shambala’da günlerce kaldık ve oraya tek kelimeyle bayıldık!
Shambala, ormanlık arazinin içinde birbirinden tamamen bağımsız bungalovlardan oluşan bir kompleks. Her bir bungalovun kendi kocaman terası var. İçleri de oldukça ferah ve geniş. Bir de, kahvaltı ve akşam yemeğinin servis edildiği restoran kısmı, bar ve havuz başı gibi ortak alanlar mevcut. Shambala’nın doğrudan denize kıyısı yok, şahane bir orman yolundan 15-20 dakikalık bir yürüyüşle sahile ulaşabiliyorsunuz.

Sabahları cibinlikli yatağımızın içinde uyanmayı, kahvaltıya gidip biraz sosyalleştikten sonra, bungalovumuza geri dönmeyi, terasta muazzam bir manzaraya karşı sabah sporumuzu yapmayı, sonra gün içinde keyfimize göre farklı alanlarda konumlanarak çalışmayı çok ama çok sevdik. Ben zoom toplantılarım varken, bungalovda ve sessiz alanda kalmayı tercih ediyordum. Onun dışında havuz başındaki kocaman yataklarda uzanarak çalışıyordum.

Benimki genellikle restoran alanındaki gölge masalarda takılmayı tercih ediyordu. Arada mola vermek veya serinlemek istediğimizde havuza atlıyorduk. Muazzam bir manzaraya karşı, keyfimize göre yer değişikliği yapabildiğimiz bir alanda, gerçekten çok iş bitirerek ve keyifle günü deviriyorduk. Ben o günlerde, iki kişinin kendi başına odaklanmış gerçekten çok çalışırken, arada birinin gelip diğerine sarılmasının, omuzlarına masaj yapmasının veya öpmesinin ne kadar keyifli olduğunu deneyimledim.
İkimizin de işi bittiğinde, ormanın içinden yürüyerek deniz kıyısına iniyorduk. Sahil bize cazip gelmediği için kaya tırmanışı yaparak, yarım saat kan ter içinde kayaların üzerinde zıplayarak bize özel koylar keşfediyorduk. Boncuklu Koyu bunlar arasında bizim favorimiz oldu.

İlk gün denizden çıktıktan sonra duşumuzu alıp, üzerimize şık kıyafetler geçirip akşam yemeğine oturduk. Sonraki günlerde bu konuda hiç bir değişiklik yapma kararı almamamıza rağmen, olağan bir akışla hippileştik. Denizde daha çok vakit geçirip akşam yemeğini ucu ucuna yakalamaya ve duş almadan yemeğe oturmaya başladık. Sonra şsampuanımız da bitti, saçımızı şampuanlamadan sadece suyun altında biraz durup hayatımıza devam ettik. Bu halimizle çok eğlendik.
Geceleri yıldızlara karşı sarmaş dolaş uzanıp, bolca Moderat dinleyerek taze meyvelerle hazırlanmış müthiş lezzetli kokteyller içtik.

Oda servisi gibi lüksler olmadan, doğanın ortasında müthiş bir konseptte deneyim tatili yapmak istiyorsanız Shambala’yı şiddetle tavsiye ederim. Haftasonları çok güzel partiler de oluyormuş burada; ama biz hafta içi kaldığımız için kendi partimizi kendimiz yaptık. Eski bir DJ’le gezmenin ve onun harika playlistlerinin keyfini sonuna kadar sürdüm.
Buraya birlikte gideceğiniz kişileri doğru seçmeniz de önemli. Birbirleri ile paylaşacak çok bir şeyi olmayan ve tek başına vakit geçiremeyen ve birlikte çok sıkılan çiftler de gördük burada. Bizim içinse, doğanın ortasında, hem dinlendiğimiz, hem çalıştığımız, hem de bol bol yürüyüp yüzerek spor yaptığımız ve keyifli pek çok anı paylaştığımız müthiş bir deneyim tatili oldu.
Etrafı detaylı gösteren bir video için şuraya göz atabilirsiniz.

Ayrılacağımız gün geldiğinde, “Birkaç gün daha mı burada kalsaydık acaba?” soruma, o “Bence biz buraya taşınıp, hep burada yaşayalım diye cevap verdi. Bungalovumuzdan sanki çok uzun süredir yaşadığımız bir evden taşınıyormuş gibi, Shambala ekibinden arkadaşlarımıza veda ediyormuş gibi hüzünle ayrıldık.
“Shambala – The Land of Wonders” üzerine 4 yorum