Arjantin, Brezilya, Paraguay sınırında bir doğa harikası: Foz do iguaçu

Alıştığınızdan bambaşka bir kültürde olan ülkeye gitmenin en eğlenceli taraflarından birisi coğrafya, tarih ve genel kültür bilgilerinizin sürekli olarak sınanması. Bir de bizim gibi gözlem yapmayı seven, öğrenmeye aç ve meraklı insanlarsanız sürekli “Şimdi biz Güney yarımküredeyken kuzeye gittikçe hava ısınacak mı?” , “Bu ülkenin bu kadar değerli kaynakları varken hala fakir olmasının sebebi kaynaklardan gelen gelirin ülkeye dağılmaması mı, yoksa ülke nüfusunun aşırı çok olması mı?”, “Brezilya ile Japonya’nın arasında nasıl bir bağlantı var? Neden sürekli Japon kültürüne ilişkin şeylerle karşılaşıyoruz?” gibi sorular havalarda uçuşuyor, sürekli bir şeyler okuyup araştırıyoruz.

O yüzden de gün geçtikçe ülkeye dair her yönlü bilgimiz artmış oluyor. Diğer yandan biz gidip görmeden değil, gidip gezerken merak eden ve araştıranlardan olduğumuz için her gittiğimiz yere bütün sürprizlere açık ve tamamen bilinmeze gelmiş olarak ayak basıyoruz.

Foz’da da Brezilya’da her yerde olduğu gibi Selina‘da kalmak üzere rezervasyonumuzu yapmıştık. Sabahın 6:00’sında Foz Otogarı’na ayak basıyor, doğrudan Selina’ya gidip, valizlerimizden temiz kıyafetler alıp, tuvalette hızlıca üzerimizi değiştirip, saçımızı tarayıp görüntümüzü tazeledikten sonra valizlerimizi check-in saatine kadar resepsiyona bırakıyor ve Foz’u keşfetmek üzere kendimizi yeniden sokaklara vuruyoruz.

İlk istikametimiz Parque Das Aves. Burası Latin Amerika’nın en büyük kuş parkı, Atlantik Yağmur Ormanları’ndan 75 kadar çeşit kuşu burada görebiliyorsunuz. Burada kuşlar hayvanat bahçesi mantığıyla kafeslere kapatılmış durumda değil, gerçekten bir botanik bahçesi içinde özgür alanlarına sahipler.

Doğal yaşam ortamları bozulan kuşlara bunu yaşatmak amacıyla kurulmuş. Parktaki kuşların %54’ü kötü muamele ve hayvan kaçakçılığından kurtarılan kuşlar, %35’i de zaten bu parkta doğmuş. Biri Almanya’dan, biri Zimbabve’den bir ikilinin kurduğu bir park burası ve şu dünyada ne kadar muazzam ne kadar kutsal işler yapan insanlar var diye düşündürtüyor.

Muhteşem amacının dışında, içerideki kuşlar da muhteşem. Hani çizgi filmlerde izlediğimiz kuşlar var ya; benim bu güne kadar gördüğüm versiyonlarının hiç biri bu kadar gösterişli bu kadar parlak renkli değildi – onlar gerçek hayatta da varmış. Flamingoların gerçekten de bu kadar parlak pembe, kuşların o kadar parlak kırmızı olabileceğini, o dev gagalı kuşun gerçekten çizgi filmdekinin aynısı olduğunu ben bu parkta öğrendim. Bu parkta gezerken sanki “parlaklık, canlılık” ayarları patlatılmış bir video izliyor gibi hissediyorsunuz kendinizi.

Bir de kuşların dışında, Aslıpan’ın bayıldığı, benim her gördüğümde dehşete düştüğüm dev iguanalar ortalıkta kertenkele gibi geziyor; ki sonra bunlara Foz’un her yerinde rastladık – gündelik hayatın olağan bir parçası gibilerdi.

İkinci durağımız Igazu Doğa Parkı oluyor, burası meşhur Igazu Şelaleri’nin de içinde bulunduğu dev bir alan. Zaten parkın içinde yürümüyorsunuz, girişten itibaren üstü açık bir otobüse biniyor, gezmek istediğiniz yere uygun durağında iniyorsunuz. Bizim ilk durağımız tabii ki şelaleler.

Şelaler dediysem bugüne kadar bildiğiniz ve gördüğünüz her şeyi unutun, insanın gözünün uzaktan tek bakışta bile tamamını görmeyeceği kadar geniş bir alanda yan yana dizili 275 adet şelaleden oluşuyor Igazu Şelaleri. Dakikada 9100 metreküplük su akıyor ve inanılmaz yüksekten dökülen bu sulardan suya çarptığında, o sertlikle bir kısmı yeniden yükseliyor ve şelalenin bir kilometre kadar yakınına geldiğinizde yağmur gibi üzerinize yağıyor. Igazu Şelaleleri Dünyanın Yeni 7 Harikasından biri olarak sayılıyor.

Bu Dünyanın Yeni 7 Harikası’ndan daha önce Ürdün’deki Petra‘yı, Roma’daki Kolezyum’u, Kahire’deki Piramit’i görmüştüm. Bu listede gördüğüm dördüncü harika oluyor. Beşincisi olarak da Rio’daki İsa Heykeli’ni göreceğimi biliyorum birkaç gün sonra.

Çok uzaktan gördüğünüzde bile “Hadi canım!! Bu nedir?” dedirten şelalerinin etrafında yürümeniz üç saat kadar sürüyor ve her bir adımınızda farklı ve bambaşka bir manzarayla karşılaşıyorsunuz.

Şelalelerin bir kısmı Brezilya, bir kısmı Arjantin sınırları içinde kalıyor ve iki tarafını birbirine bağlayan bir köprü var.

Şelalerin civarında, altında, şelalelerden fışkıran sulardan ıslanarak kaç saat geçiriyoruz bilmiyorum. Sonrasında oradaki bir restorana gidip, karnımızı doyuyor ve daha önce denemediğimiz bir lokal bira daha deniyoruz. Maceramızın ikinci kısmı için enerji toplamaya ihtiyacımız var, çünkü o şelalerin altına botla giren tura katılmayı planlıyoruz.

Bu sefer parkın başka bir ucuna otobüsümüzle gidiyor, oradan önce ormanın içinde giden minik bir trene sonra teleferiğe binerek, botların kalktığı alana ulaşıyoruz. Bu arada şunu söylemeliyim ki, bütün bunlar sırasında da o kadar bozulmamış ve muazzam bir doğanın içinden geçiyoruz ki; bunlar da başlı başına birer aktivite sayılabilir.

Sonra can yeleklerimizle botumuza biniyoruz ve macera başlıyor. En büyük şelaleyi geçtim, oldukça minik sayılabileceklerin değil altına girmek, yakınına bile gittiğiniz anda muazzam bir ses, muazzam şiddetli bir suyun altında kalıyorsunuz. Bir sis perdesi iniyor gözünüzün önüne, hiç bir şey göremez, hiç bir şey yapamaz, sadece avazınız çıktığı kadar bağırıyor buluyorsunuz kendinizi. Muazzam bir adrenalin, muazzam bir deneyim.

Geri döndüğümüzde üzerimizdeki yağmurluklara rağmen donumuza kadar ıslanmış bir haldeyiz, hatta Aslıpan’ın telefonu bizi o gün orada terk ediyor – ekranı tamamen kararak Brezilya seyahatimizin geri kalanında bir paket pirincin içinde bizimle birlikte geziyor. 🙂 Bütün bunlara rağmen, gördüklerimizden o kadar büyülenmiş ve o kadar mest bir haldeyiz ki, içtenlikle şükrediyoruz, bu hayatta bunu deneyimleyebilecek kadar şanslı olduğumuz için.

Ve “Bir şelale için 13 saat yolculuk mu yapılır?” diyenleri anıp, “İyi ki yapmışız, yine olsa yine yaparız.” diyoruz.

Gün batımına yakın saatlerdeyiz, Marco Das Tres Fronteiras‘a gitmeye karar veriyoruz. Burası tam üç ülkenin kesişiminde bir turistik alan. Gece boyunca üç ülkenin de kültürünü, tarihini anlatan tiyatrolar ve dans showları sergileniyor. Müthiş yetenekli dansçıları izlerken, bir yandan da civardan lokal yemekleri ve içkileri alıp keyifli bir akşam geçirebiliyorsunuz. Beklentileri çok yükseltmeden, keyifli ve sakin bir akşam geçirmek için çok iyi bir seçenek.

Otelimize geri ancak geceye doğru dönüyoruz. En son Sao Paulo‘daki otel odamızdan çıkmamızın üzerine 36 saat kadar zaman geçirmiş durumdayız, bunun bir kısmı otobüs yolculuğumuzda, geri kalanı Foz’u keşfederek geçti. Uzun sıcak bir duş alarak kendimize geliyoruz. Şelale maceralarımızda ıslanan kıyafetlerimizi odanın çeşitli yerlerine asıyor ve kendimize bir sonraki gece için yine bir otobüs bileti alıyoruz. İnsanın keşfettikçe, bu kadar muazzam şeyler görüp deneyimledikçe daha fazlasını yapası geliyor.

O gece yatağımıza yattığımızda gözümüzün önünde rengarenk kuşlar, kulaklarımızda dev şelalerinin uğultusu var ve içimizde bir minnet duygusu kendimize, birbirimize, hayata, evrene… Bu kadar güzel şeyler deneyimlememizi ve görmemizi sağladıkları için.

Ertesi gün sabah erkenden uyanıyor, otelimizin harika avlusunda kahvaltımızı ediyor ve o günkü kano maceramız için yola çıkıyoruz. Keyifli bir orman yürüyüşü yaptıktan sonra, kanolarımızın olduğu alana geliyoruz. Ben prenseslik rolümü oynuyorum, güçlü ve atletik Paraguaylı çocuk hemen sinyali alıyor, ekipleri bölerken beni kendi kanosuna alıyor.

Aslıpan da güneydoğu Türkiye üzerine tezler yazmış, Türkiye’nin pek çok yerine çok hakim İtalyan bir çocukla aynı kanoya düşüyor.

Böylelikle ben canım istediğinde kürek çektiğim, canım istediğinde manzarayı izlediğim, Paraguaylı çocukla çok eğlenceli sohbetler ettiğim saatler geçiriyorum. Bu kano macerasının en eğlenceli tarafı kano yaptığımız nehrin bir tarafının Arjantin, diğer tarafının Brezilya olması. Sürekli iki ülke arasında zigzaglar çekip, bir Arjantin tarafında, bir Brezilya tarafında mola vermemize bayılıyorum.

Kano maceramızdan sonra Selina’ya geri dönüyoruz. Harika kış bahçesinde bilgisayarlarımızı açıp ofislerimizi kuruyoruz. Arada sırada leziz yemekler yiyerek, akşam otobüs saatimize kadar çalışıyoruz.

“Birisi benim son bir yıl içinde Mersis’e girdiğim yerlerin kayıtlarını çıkarsa dehşete kapılır.” diye düşünerek gülüyorum. Her şeyin ama her şeyin tamamen dijitale benim de tamamen göçebeye taşınacağım günlerin hayaliyle önce bütün işlerimi, sonra da sağdaki soldaki bütün eşyalarımı topluyorum.

Windows ekran koruyucusu olarak gördüğünüz harikaların peşinde kalın!

Arjantin, Brezilya, Paraguay sınırında bir doğa harikası: Foz do iguaçu” üzerine 3 yorum

Yorum bırakın