Ürdün’deki ikinci günümüzde sabah erkenden kahvaltımızı yapıp, check-out saatinden oldukça erken Akabe’de kaldığımız otelden çıkıyor, otelin bize ayarladığı araca binerek Petra’ya doğru yola çıkıyoruz.
O kadar heyecanlıyım ki! Çünkü Petra yıllardır listemde ve aklımda olan bir adres. Ürdün’e gidelim, diye tutturmamın esas sebebi. Petra’ya gitmek, hayallerimden birinin gerçek olması demek.
Yol boyunca Berberi olan şoförümüzün açtığı müzikleri keyifle dinliyor, vakit geçmesi için ona aklıma takılan soruları soruyorum. “Akabe’den çıkarken niçin sınır geçtik? Hala aynı ülkedeyiz!” dediğimde, Akabe’nin serbest ticaret bölgesi olduğunu, bu yüzden giriş ve çıkışta gümrükten geçtiğimizi öğreniyorum.
Çorak dağlar ve topraklarla dolu yolları katederken, tarımcılığın gelişmesinin imkansız olduğunu kafaya takıyorum. “Bu ülkenin geçim kaynağı ne? Yalnız turizm olamaz herhalde?” diye soruyorum. Fosfatmış ve Kızıldeniz üzerinden ihracatı yapılıyormuş.
Petra’ya çok yaklaştığımızda King’s Road olarak anılan, tepeden aşağıları izleyebildiğimiz nefis manzaralı bir yola giriyoruz. Burada yerel üretimin desteklendiği bir mağazada mola veriyor şoförümüz. Kafamıza ipek şallar sarıyor, gözlerimize Berberi sürmeleri çekiyorlar. Oranın meşhur gümüş işi bilekliklerinden birer tane aldıktan sonra kendimi Ali Baba masalında gibi hissediyorum. “Açıl susam açıl.” diye şakalaşıyorum.
Kızıldeniz’in deniz turizmi ortamından uzaklaştığımız anda Ürdün bana aradığım ve arzuladığım Binbir Gece Masalları ruhunu sunmaya başlıyor.
Otelimize vardığımızda, valizlerimizi resepsiyona bırakıyor, hiç odamıza bile çıkmadan, doğrudan Petra’ya gidiyoruz.
Gişelerden 50 jod karşılığı biletimizi aldıktan sonra, oldukça sıradan müze girişi gibi bir alanı geçip, çorak bir yolda yürümeye başlıyoruz. (Bu noktada Jordan Pass ile ilgili bir bilgi vermek istiyorum: Jordan Pass aldığınızda, bizim Müze Kart gibi Petra’ya, Wadi Rum’a girişte ücret ödemiyorsunuz. Ancak ülkeye vizeyle giriş yapmayacaksanız, Jordan Pass almanız bir maliyet avantajı sağlamıyor. Dolayısıyla TC vatandaşlarının almasına gerek yok, AB vatandaşları için avantajlı bir şey.)
Yürüyerek yirmi dakika kadar süren yolda da bazı tapınaklar var, ancak öyle insanın aklını başından almıyorlar.
Yine de bu alanın garip ve gizemli bir enerjisi var. İçeri girdiğimiz andan itibaren, heyecanla ve coşkuyla doluyoruz.
Videolar çekip yolda yürürken, sürekli kadrajıma atın üzerindeki Berberiler girip, “Woow, I like you” gibisinden laflar atıyorlar, atlarını üzerimize sürüp dikkat çekmeye çalışıyorlar. Gülüp geçiyoruz. Daha o sırada Berberilerin başımıza ne belalar açacağında tamamen habersiziz.
Depremle oluşan ve daha sonra rüzgar ve su etkisiyle aşınarak bugünkü halini alan, kıpkırmızı kayaların üzerine sızan güneşle inanılmaz renk oyunları yapan kanyona girdiğimiz anda büyüleniyoruz.
Bir kilometre uzunluğundaki bu kanyonda yürümek o kadar keyifli ki! Burada çektiğimiz her fotoğraf çok güzel çıksa da, hissettirdiklerini yansıtmaya imkan yok. Ancak orada bulunulduğunda anlaşılabilenlerden…
Siq’in sonunda, Petra’nın sembolü haline gelmiş, El-Khazneh (Hazine) bir anda bütün heybetiyle karşınıza çıkıp nefesimizi kesiyor. Siq’in ne zaman biteceğini kestiremeden kıvrımların arasında yürürken, bir anda sona ermesi ve sona erdiği anda şu görüntünün karşınıza çıkması gerçekten inanılmaz.
Göçebe bir kabile olan Nebatiler, ticaret yollarını kontrol altına alarak büyük bir güç kazanmışlar. Millattan önce 400lü yıllarda başkent olarak Petra’yı inşaa etmiş ve krallıklarının merkezi yapmışlar.
El-Khazneh, Petra’daki en bozulmadan kalmış, en iyi korunmuş yapı. İnsan karşısında dururken, detaylarının çokluğu ve bunun insan eliyle nasıl yapılabilmiş olduğu karşısında büyük bir şaşkınlık yaşıyor.
Aynı zamanda, Petra’nın en curcunalı yeri. Meydanda develer, satıcılar, sürekli sizi bir yerlere götürmeyi, deveye, ata binmeyi teklif eden Berberiler ve onlarca turist var.
Ancak Petra bu yapıdan ibaret değil. Şair John William Burgon, burası için “Tarihin yarısı kadar yaşlı gül kırmızısı şehir” demiş, gerçekten de kıpkırmızı ve devasa bir krallık burası. Temiz su getirmek için yaptıkları kanallar -şu anda hiç su akmasa da-, en az kayaları oyarak yaptıkları evler ve tapınaklar kadar büyüleyici.
“Petra bir günde gezilebilir mi?” buraya gitmeden önce bizim aklımıza takılan en büyük soruydu. Bir günde 15 kilometre yol yürüyebilecek kadar enerjiniz varsa, güneşin altında yürüyebilecekseniz ve gerçekten sıcak havaya dayanıklıysanız, evet Petra’yı bir günde gezebilirsiniz. Ancak Petra’ya öğle saatlerinde varacaksanız, sürekli gölgede mola verip, sıcaktan yakınacaksanız ve yürümekten çok hoşlanmıyorsanız Petra için bir gün ayırmanız yeterli olmayacaktır.
İçeride içecek bir şey bulmak konusunda hiç bir sıkıntı yaşamıyorsunuz, önemli noktaların tamamında tuvaletler var. Ve hatta Crowne Plaza’nın işlettiği, wi-fi bulunan, açık büfe yemek eşliğinde şarap veya biranızı içebileceğiniz “Basin” isimli bir restorant bile bulunuyor.
Yalnızca çantalarınızı hafif, ellerinizi boş tutun ve sizi sıcaktan bunaltmayacak kıyafetler giyin yeter!
Biz sabah erkenden Petra’yı yürümeye başlayıp, öğlen bir saatlik yemek molası vermenin dışında, güneşten hiç yakınmadan ve hiç durmadan yürüyerek Petra’yı bir günde gezdik.
Yürümek size göre değilse, Berberi’lere belli ücretler ödeyerek at ve develerin üzerinde de buralarda gezinebilirsiniz.
Güneş azalmaya başladığında, kayaların rengi daha koyu bir kırmızıya dönmeye başlıyor ve ışık oyunları kırmızı sarı geçişleri yaratıyor. Bütün Petra, çok daha büyüleyici bir ortama dönüşüyor. O yüzden iki gün ayıracaksanız Petra’ya, ziyaretlerinizi öğleden sonra olacak biçimde kurgulamanızı tavsiye ederim.
Biz Petra turumuzu tamamlayıp, yeniden Al-Kzahneh’e döndüğümüzde, daha oranın kapanmasına birkaç saat olduğu için, “Sizi Petra’yı tepeden göreceğiniz bir noktaya çıkaralım mı?” diye sorup duran Berberiler’in teklifini oldukça cazip buluyoruz.
“Ne kadar sürecek? Bir de rahat tırmanabileceğimiz bir yer mi?” aklımıza takılan iki soru. “Yalnız on dakika, çok kolay çok kolay.” diyorlar. Nedense inanıyoruz.
Tam onların peşinden gitmeye başladığımız anda, etrafımızı bir erkek grubu çeviriyor, “Benle gel, senden para almam. Hiç göremeyeceğin yerleri gezdiririm.” diyenler oluyor. Bir anda onlarca erkeğin ortasında sağa sola çekiştirilir buluyoruz kendimizi. Yogitam ile birbirimize bakıp, “Bir at arabasına atlayıp uzaklaşalım mı?” diyoruz panikle.
Neyse ki bizi tepeye çıkarması konusunda anlaştığımız ve diğerlerinden yaşça biraz büyük olan Berberi, Arapça bir şeyler bağırarak, hepsini uzaklaştırıyor. Böylece ona biraz daha güveniyoruz ve peşinden tırmanmaya başlıyoruz.
Tırmanışın ilk on dakikası gerçekten, peş peşe dizilmiş kayaların üzerine çıkmaktan ibaret. Korkutucu veya aşırı zorlayıcı bir tarafı yok. Gün içinde “Büyük Tapınak”a kendi başımıza tırmanırken de bu şekilde bir yerden tırmanmıştık.
Ancak bir noktadan sonra o kayalar bitiyor. Hafif yatay düz duvarlar başlıyor. Ayağımdaki sandaletler, kayaların üzerindeki kumlarda kayıyor, bir kaç kere gerçekten aşağı yuvarlanmanın eşiğinden dönüyorum. Artık geri dönmek için çok geç olduğu ve yolun yarısını tırmandığımız için korkudan ölerek tırmanmaya devam ediyoruz.
Hayatımda bugüne kadar yaptığım en tehlikeli şey. Ayrıca burun ameliyatı sebebiyle darbeden korumak zorunda olduğum burnumla her an aşağı yuvarlanma tehlikesi altında olduğum bir yere tırmanmam net bir delilik!
Sonunda yukarı ulaştığımızda, gerçekten Petra’ya tepeden bakmak baş döndürücü. Hem çok güzel, hem en ufak bir yanlış harekette aşağıya yuvarlanma ihtimaliyle ürkütücü. İnanılmaz bir adrenalin!
Tepenin keyfini sürerken, Berberiler sürekli akşam ne yaptığımızı soruyor. Petra by Night etkinliğini turistik bir saçmalık olarak nitelendirip, gerçek Petra gecesi deneyimi için onlarla Little Petra’ya gelmek isteyip istemediğimizi soruyorlar. Çay ve sigara ikram ediyorlar, ürküp almıyoruz. Yine de çok tersleşmemeye çalışıyoruz, çünkü onların yardımı olmadan bu çıktığımız yerden inmemiz gerçekten imkansız!
Tekrar aşağı inme zamanımız geldiğinde, o kayalıklardan inmenin, tırmanmaktan çok daha zor ve tehlikeli olduğunu fark ediyoruz. “Farklı bir yol daha var isterseniz, daha uzun ama düz, doğrudan çıkışa gidiyor.” diyorlar.
Hava kararmak üzere, karanlıkta nereye gittiğini ve ne kadar süreceğini bilmediğimiz bir yolu onlarla kat etmek mi, yoksa bu dağı daha hızlı biçimde düşme ihtimali ile inmek mi daha tehlikesiz olur onu kestirmeye çalışıyoruz.
O dağı iniyoruz. Kayma tehlikeleri atlatarak, minik çığlıklar atarak, korkudan ölerek… İndiğimde bütün vücudum titriyor. Zorla birkaç adım atıp Siq’in içinde bir noktaya oturduğumuzda, en az yarım saat kadar kendime gelip kımıldayamıyorum. Üst bacaklarım inanılmaz kasılmış halde.
Yaptığımızın bir delilik olduğu konusunda hem fikiriz. Ancak aşağı sapasağlam inip, tehlikeyi atlattığımıza göre, bu maceraya atılmış olmaktan da çok mutluyuz.
Akşam otele geldiğimizde, intagram’dan bir hesap sürekli mesaj atıp iyi olup olmadığımızı soruyor. Petra’ya adım attığımızdan beri instagram’dan gelen tacizkar mesajlara alışkın olduğum için, ciddiye almıyorum. Ancak en sonunda, “Bakın gerçekten Berberiler tehlikeli. Biz bunun için turistleri uyaran bir ekibiz. Lütfen cevap verin.” diye bir mesaj gelince, girip hesabı inceliyorum.
Little Petra -bizi gece davet ettikleri yer- polisin giremediği bir alanmış. Genelde sigara ve çay ikram edip, turistleri uyuşturmaları olağan bir şeymiş -ki bize de ikram ettiler. Petra’ya dağların üzerinden, giriş ücreti ödemeden kaçak bir şekilde giriyorlarmış. Bu da muhtemelen bize daha düz ve daha uzun doğrudan çıkışa giden bir yol var, oradan gidebiliriz, dedikleri yerdi. Ne kadar ucuz atlattığımızın farkına varıyoruz. O yüzden giderseniz, bizim gibi maceraya atılmayın, diyebilirim. Petra’ya tepeden bakmak için, çok daha uzun, çok daha tehlikesiz bir yol daha var. Resmi rehberler eşliğinde bunu tercih edebilirsiniz.
Konaklamaya gelince, biz Mövenpick Petra‘da kaldık. Ürdün sınıları içinde konakladığımız en pahalı oteldi. Ve belirtmeliyim ki, oldukça vasat bir oteldi. Yine de Petra’nın tam karşısındaki konumu ile çok iyi bir seçimdi. Otellerin çoğunun, çok daha uzakta konumlandığı ve Petra’yı gezdikten sonra o yorgunlukla bir de otele ulaşma çabasının işkenceye dönüşebileceği konusunda uyarmalıyım.
Petra, dünyada mutlaka görülmesi gereken yerler listesi hazırlasam, kesinlikle ekleyeceklerimden biri olur.
Bir gün hepinizin yolunun buraya düşmesi dileklerimle…
Keyifle kalın!
“Dünyanın Yeni Yedi Harikası’ndan biri Petra!” üzerine 4 yorum