Florianopolis: Surf, Rock Müzik ve İstridye Adası

Brezilya’da otobüslerin gayet konforlu olduğunu keşfedince, genel seyahat planımızı bir gece otobüste yol yaparak geçirme sonraki gece otelde kalma şeklinde bir kurguya çeviriyoruz. Böylelikle aralarında iddialı uzun mesafeler olan görmek istediğimiz yerleri, yol sürelerini geceleri uykuya denk gelen kısımda geçirerek ardı ardına gezebiliyoruz.

Foz‘da doğaya doyduktan sonra, bu sefer farklı bir konsept için Florianopolis’e (veya Brezilyalıların deyişiyle Floripa’ya) yol alıyoruz. Böyle basitçe “yol alıyoruz” dediğimde kısa bir mesafeden bahsettiğimi düşünmeyin, Brezilya çok ama çok büyük. Ülkenin haritası üzerinde oldukça yakın altlı üstlü gibi görünen bu mesafe 936 km.

Bunu hiç araştırmamıştım ama ada diyince ben ufak bir yere gittiğimiz yanılgısına kapılmıştım. Floripa kocaman bir şehir kadar büyük.

Brezilya’nın geri kalanına kıyasla daha varlıklı bir kesimin yerleştiği bir bölge olduğunu da, apartmanların mimarisinden, arabalardan, genel profilden hemen anlıyorsunuz. Ve burada kendinizi gerçekten güvende hissediyorsunuz, Sao Paulo‘daki gibi evsizler yok sağda solda.

Selina’daki odamıza yerleştikten sonra, adanın popüler beach’lerinden Mole Beach‘e gidiyoruz. Yuvarlak dev kayaları, bembeyaz kumları ve gerçekten büyük dalgaların üzerindeki surf yapanlarla çok keyifli bir sahil burası.

Dalgaların çok büyük olmasının yanı sıra, etrafta kayalar da olduğu için yeni başlayanlara adanın iç kısmında surf eğitimleri verildiğini, burada sadece bu işi bilenlerin takıldığını sonradan öğreniyoruz.

Brezilya’ya adım attığımızdan beri festival, Sao Paulo kaosu, Foz’da doğa keşifleri, bütün bunlar arasındaki uzun seyahatler derken hiç durmamıştık. Brezilya’da devirdiğimiz oldukça hızlı bir haftadan sonra, ilk defa o gün, orada o sahilde duruyoruz. Kayalara vuran dalgaların sesini dinleyerek ve harika manzarayı izleyerek herhangi bir yere yetişme derdimiz olmadan uzun uzun oturuyoruz orada.

Sonra ormanın içinden geçen bir patikayı takip ediyoruz. Oldukça ıssız, incecik bir patika yol üzerinde epeyce yürüyoruz. Seyir terasları gibi turistik noktalarda durarak, adanın gastronomi merkezi olarak anılan bölgesine ulaşıyoruz. Benim listemde bir restoran var, O Timonerio. Oraya gitmek için tutturuyorum. İyi ki de tutturuyorum, çünkü sadece restoran değil, o restoranın bulunduğu bölge müthiş güzel.

Yediğimiz passionfruit soslu somondan, kızartma deniz ürünlerine kadar – özellikle de kalamarlar muazzamdı- her şeye mest oluyoruz. Orada içtiğim caipirinha o ana kadar Brezilya’da içtiklerimin en lezzetlisi ve en sertiydi.

Sonra Selina’da bol bol vakit geçiriyoruz. Güzel bir sosyal alanımız, havuzumuz, havuzun kenarında konforlu yataklarımız, etrafta surf suitini yarıya kadar sıyırmış güzel vücutlu çocuklar var. Bizim kaldığımız odada Youtube hesabını açık unutmuş bizden önceki misafirin sadece haber ve belgesel izlediğini fark edip, hemen Alizade ve Reymen’leri ardı ardına açıp, listelerine kaydedip ona güzel süprizler hazırlıyoruz. 🙂 Ojelerimizi tazeliyoruz, çorap ve iç çamaşırlarımızı yıkıyoruz, vücudumuzu nemlendiricilere boğup yatak keyfi yapıyor, uzun sakin kahvaltı ediyoruz.

Ertesi gün adanın diğer ucuna merkez olarak anılan tarafına gidiyoruz. Tam katedralin altında, canlı müzik eşliğinde antreman yapan bir capoeira grubuna denk geliyoruz. Dövüş figürüyle yapılan bu dansı izlemek gerçekten keyifli, orada uzun bir süre oturup onları izliyoruz.

Palacio Cruz e Sousa‘yı ve rengarenk binalarla dolu ana caddelerini geziyor, avare turistlik yapıyoruz. Buralarda kimonolar ve origami sanatlarından oluşan sergileri de görünce, ben yine Japonya ile Brezilya arasında nasıl bir bağlantı olduğuna takılıyorum. Sonra tarihi araştırmaya başlayınca öğreniyorum ki; 1940’lı yıllarda göçmen bir babadan doğan çocukların sayısı 3.276.000 civarındayken bunların en büyük kısmını (1.260.000 civarı) İtalyan göçmen babalar oluşturuyormuş ve Portekizlilerin bile sayısı bundan azmış. Sonra İtalya çeşitli sebeplerle buraya göçü yasaklamış ve aynı dönemler Japonya’da nüfus ve işsizliğin çok yüksek olduğu dönemmiş kırsal alanlarda yaşayan Japonlar buraya akın etmiş. Japonlar Brezilya’ya yerleşmiş ancak asimile olmayı uzun süre reddetmişler. Güncel sayılara göre hala böyle mi teyit edemedim ama Japonya dışındaki en büyük Japon nüfus Brezilya’daymış.

Genellikle gittiğim ülkelerde o ülkelerin mutfaklarından sapmamaya çalışırım. Yani örneğin Tayland’da İtalyan restoranına gitmeyi tercih etmem. Dolayısıyla Brezilya’da da Uzakdoğu mutfağı peşine düşmek gibi bir niyetim yoktu; fakat bu bilgilerden sonra deniz ürünlerinin bu kadar güzel olduğu bir ülkede, bir de bu kadar Japon kültürü varsa, sushi yemeyi de mutlaka yapılacaklar listemize ekliyorum.

Şehirde gezindikten sonra yorulunca yine Mercado’ya oturuyoruz. Bangır bangır çalan canlı bir rock müzik grubu var sahnede. Tuhaf bir şekilde rock müzik çok popüler Floripa’da. Bindiğimiz uber’lerin radyolarında, gittiğimiz mekanlarda her yerde eski rock müzikler çalıyordu. Hatta Selina’nın bile sosyal etkinlikleri canlı rock grupları şeklindeydi.

Kalabalık kocaman bir avlusu var Mercado’nun. Herkes iştahla biralarını ve taze deniz ürünlerini deviriyor. İstridyeler dev gibi burada ve ülkede yiyebileceğiniz en taze en iyi istridyenin de burada olduğu söyleniyor. (Benim için hala yediğim en iyi istridyeler San Francisco‘da.)

Brezilya’ya gelmeden önce, daha önce Brezilya’da uzun süre yaşamış eski arkadaşıma tavsiye sorduğumda, “I’d stick to Floripa.” demiş, sonra benzeri birkaç tavsiye daha sıralamıştı. Aynı şekilde Brezilya’da tanıştığımız herkes de Floripa’ya gideceğimizi duyduğunda çok mutlu olmuş, harika bir seçim yaptığımızı, bayılacağımızı filan söyleyerek çok heyecanlanmıştı. Bütün gezi rehberlerinde “cennet adası” gibi iddialı söylemler vardı.

Bana sorarsanız gerçekten doğası çok güzel bir ada evet, deniz ürünleri muazzam lezzetli ama Brezilya ruhu taşımıyor. Eğer surf özel bir ilgi alanınız değilse – o zaman ayrı çünkü inanılmaz dalgalı çok fazla dev plajları var – dünyanın her yerinde bir benzeri olan yazlık bir yer.

Bize o yorucu ve sürekli koşturmalı bir haftanın üzerine, seyahatimizin ikinci yarısına başlamadan önce acelesiz, avare, yavaş ve keyifli iki gün sağladığı için çok iyi geldi. Yine de o gün Mercado’da otururken keyifle yiyip içerken aynı şeyi düşünüyorduk ikimiz de: “Hadi gerçek Brezilya’ya, Rio’ya gidelim.”

Ve Mercado’da yemeğimizi yedikten sonra Uber’e atlayıp, Selina’dan valizlerimizi alıyor ve bütün o yolculuklarımız arasındaki en uzun otobüs yolculuğu maceramıza da böyle başlıyoruz. Önce Floripa’dan Sao Paulo’ya gidiyoruz -12 saatlik bir otobüs yolculuğuyla-, sonra oradan ikinci otobüsümüze binip 7 saatlik bir yolculukla Rio’ya ulaşıyoruz.

Merak ederek ve üşenmeden kalın!

Florianopolis: Surf, Rock Müzik ve İstridye Adası” üzerine 3 yorum

Yorum bırakın