Her düştüğünde “Acımadı ki!” diyerek ayağa kalkıp koşmaya devam eden kadınlara selam olsun!

Özellikle benim kuşağımda (80-90’larda) doğmuş, güçlü ve eğitimli anneler tarafından yetiştirilmiş kadınlarda olağanüstü bir her şeyi halletme yeteneği var.

Bu yıllarda etrafta mutsuz evlilikler yaşayan ancak ekonomik özgürlüğü veya bir mesleği olmadığı için hiç haketmediği davranışlara maruz kalmaya devam eden kadınların sayısı çok fazlaydı. Annelerin genellikle ev hanımı olduğu, çok azının yüksek öğrenim gördüğü ve kocalarının eline baktıkları yıllardı.

Benim annem gibi yüksek öğrenim görmüş, çatır çatır kendi parasını kazanan ve kendi hayat tercihlerini sonuna kadar yaşayan kadınlar, kızlarına zengin koca bulmayı öğütleyen anneleri küçümser, kendi işlerinden arta kalan zamanlarda yorgun dahi olsa biz kızlarını dershanelerden, tenis derslerine, yabancı dil kurslarından, seyahatlere taşırlardı. Bizim onların daha üst versiyonu, daha bağımsız ve daha donanımlı versiyonu olmamız için gerçekten koşullarını hep zorladılar.

Diğer yandan, bunun aksi durumda olan çok fazla anne de, kendi yaşadıklarını kızları yaşamasın diye kızlarının bağımsız ve kendi ayakları üzerinde durabilen kadınlar olması için çok çaba harcadılar.

Bugün benim yaşlarımdaki yakın arkadaşlarımla, bambaşka şehirlerde yaşamış olsak, bambaşka aile tarzlarına sahip olsak da çok benzer anne profillerimiz olduğunu ve çok benzer tarzda yetiştirildiğimizi keşfediyoruz. Ekonomik koşullardaki rahatlıklarımıza rağmen asla şımartılmadık, asla başarısız olma şansımız yoktu; hep disiplinle, hem daha donanımlı olmak üzerine, hep her şeyle kendi başımıza baş etmek üzerine eğitilerek büyütüldük biz. En iyi üniversitelerde en zor bölümleri okuduk ve sonra hep kendimizi geliştirmeye devam ettik.

Gerçekten Amazon kadınlar olduk. Her şeyle başa çıkabilir, herkesle savaşabilirdik. Gerçekten böyle yetiştirilmiş kadınlara bakın, girdikleri yaptıkları her şeyde başarılı olan, hayatlarında yaşadıkları dramatik olayları bir aydan fazla konuşmayan, hep yürüyüp geçen kadınlar bunlar.

Ben bu açıdan kendimle de arkadaşlarımla da çok gurur duyuyorum ve bu açıdan annelerimize gerçekten minnettar olmamız gerektiğini düşünüyorum. Hayatımızdaki her şey defalarca yıkılsa dahi, defalarca yeniden kurabilecek yetenek, disiplin ve özgüvene sahibiz. Bu bizim süper gücümüz.

Diğer yandan burada bir sınır çizgisini kaybettik. Yardım istemeyi acizlik sandık, kendi bütün kırılgan yanlarımızı bastırdık, bir noktada dişil enerjimizi de kaybettik. Birilerinin bir şeyleri bizim için yapmasına hiç alan açmadık. Hatta bunu yapmaya çalışanları “beceriksiz” ve “yetersiz” bulduk, hep “Çekil sağa ya, ben hallederim.” dedik, “Teşekkür ederim yardıma ihtiyacım yok. Ben kendi başımın çaresine bakarım.”

Ben kilom kadar kutularla ev taşıdığımı da bilirim, bir koltuğun kılıfını değiştirmek için çekiçlerle filan koskoca koltuğu söküp geri taktığımı da… Çünkü konu ne olursa olsun herhangi bir şeyi kendi kendime yapamama fikrine tahammülüm yok!

Bu iş hayatında muazzam bir şey, “Başka bir insan evladı bunu yapıyorsa, ben de yaparım.” diye diye öğrendiklerim, bitirdiğim muazzam zor eğitimler, boyumu aşan işleri kotarmalarım bu sayede. Aynı şekilde krizlerde de çok işe yarıyor bu. Hayatında bozulan hiç bir düzen sana panik yaşatmıyor, sızlanmak yerine “Ben bundan daha iyisini yaparım.” diye kolları sıvıyor ve gerçekten de hep daha iyisini yapıyorsun.

Diğer yandan bunun sınırını bilmemek insanı yoran bir şey. Sürekli bir şey yapmak ve sürekli her şeyi de kendi başına yapmak zorunda hissediyorsun kendini.

Bu sene, hala çok yakın bir arkadaşım olarak görüştüğüm bir eski sevgilimle, abim dediğim başka bir yakın arkadaşım (ikisi de beni çok uzun yıllardır çok yakın tanırlar) konuşurken, benim hakkımda “Sezen çok güçlü bir duruş sergiliyor; ama aslında çok narin duygusal bir insan.” demişler.

Güçlü kadınlarız ya, eğitimleri diplomaları ardı ardına dizdik, savaşıyoruz ya; bana “narin” ve “duygusal” denilmiş olmasına bozuldum önce. Sonra bu bende muazzam bir aydınlatma yarattı.

Ben düştüğümde, canım acısa bile yüzüme gülümsemeyi yerleştirip, “Acımadı ki!” diyip yoluma devam etmeyi öğrenmiştim. Bunu o kadar çok yapmıştım ki, artık canımın acıyıp acımadığını bile farketmiyordum. Hem duygusal, hem fiziksel acı eşiğim çok yükselmişti. Hatta kendi acıma karşı umursamaz olmuştum.

Hani ayakkabı ayağını vurduğunda hemen mızmızlanmaya başlayan yardım isteyen kadınlar vardır ya; ben tam aksine ayağım parçalansa bile yoluna devam eden, sonra kan revan eve gelen kadınlardan oldum hep.

O zaman farkına vardım kendi başının çaresine her zaman bakabileceğini bilmek çok güzel bir şey. Gerekli olduğunda boyunu aşan işleri bile yapabileceğini bilmek muazzam bir özgüven ve güç sağlıyor. Diğer yandan şunun farkına varmak lazım: Yapabiliyor olman, her zaman yapman gerektiği anlamına gelmiyor.

Ben bu aydınlanmayla ilk defa bu sene içimdeki narin yanı kucakladım, bazen ona şımarıklık yapma hakkı tanıdım. Ufak ufak, arada sırada.

Gece sabaha kadar çalıştıktan sonra, sabah erkenden uzakta bir toplantıya kendimi zorlayarak gitmek yerine “Ben bunu yapamayacağım.” demeyi öğrendim. Erkek arkadaşım beni çok duygusal olmakla suçladığında, duygusal yanlarımı bastırıp geri adım atmak yerine, onlara sahip çıkmayı öğrendim. Yorulduğumda her şeye yetişmek zorunda olmadığımı, o gün yapılması şart bir şey yoksa kendime dinlenme hakkı vermeyi öğrendim.

Ve dünya yerinden oynamadı, ben başarısız olmadım, benim dışımda kimse de bu yaptıklarımı tuhaf karşılamadı.

Bir eğitime başlamıştım, almak zorunda olduğum bir eğitim değildi. Ancak öğrenme hızımı düşürmemek için sürekli yeni bir şeyler öğrenmeye takıntılı bir hale gelmiştim. Dün kendimi bunun için strese soktuğumu fark ettiğimde, kendi kendime “Bırak Sezen, devam etme eğitime.” dedim. Bir anda içimi korkunç bir başarısızlık hissi kapladı. Herhangi bir şeyi başaramamayı, yapamamayı kabul etmek benim için çok zor bir şey.

Sonra kendi kendime dedim ki: “Gerekirse yapabileceğini biliyorsun. Gerekirse günlerce uyumadan çalışır yine kotarırsın. Ama artık yeni bir kriterin var: Değer mi?

Eğitimlerini ve geçmiş iş deneyimlerini ballandıra ballandıra anlatanlara hep şaşırmışımdır – çok vasat eğitim ve iş deneyimlerini bile bu kadar övebildikleri için. Benim yarım kadar eğitimi ve iş deneyimi olmayanlar dakikalarca bunları anlatırken, ben hiç bunları anlatamazdım. Çünkü rekabetim başkasıyla değil kendimleydi ve bana göre hala yapabileceğim başarabileceğim çok şey vardı hala yeterli noktada değildim.

Aslında hep başarılıydım -zaten aksi düşünülemez çünkü başarılı olmak üzerine yetiştirildim- ; ama yine de hep kendime bir şeyleri ispat çabası içindeydim. İlk defa bu sene, bugünlerde bunu aştığımı düşünüyorum.

Eğitim, mesleki deneyim, hayatla başa çıkma mücadelesi, daha çok seyahat etmek, daha çok ufkunu geliştirmek, yemek kültürüne daha hakim olmak gibi konularda gelişmenin ve keşfetmenin bir sonu yok elbette – yine de ben artık iyi bir noktaya ulaştığıma, bundan sonrasının keyfi eklemeler ve iyileştirmeler olacağına iknayım. Bir insanın başkasıyla kendini kıyaslayarak değil, kendi idealleri cephesinden bu noktaya gelmesi gerçekten çok keyifli bir şey.

Bugün patronum bir toplantıda benim için “Asıl eğitimi hukuk olmasına rağmen, kendisini o kadar hızlı geliştirdi ve bu işi o kadar güzel götürüyor ki. Tam bir kariyer gelişimi örneği.” dedi. Gurur duydum; ama şımarmadım. Sadece benim kendi kendime düşündüğüm bir şeyi, başka birinin teyit etmesine çok mutlu oldum.

Evet ben uykusuz biçimde günlerce çalışabilirim, fiziksel bir sürü acıda eşiğim yüksek, kendi başıma hayatımı idame ettirebilirim, aldığım eğitimlerin dışındaki alanlarda bile gerekirse günlerce gecelerde okuyup çalışarak bunları kotarabilirim ama bunları yapabiliyor olmam yapmam gerektiği anlamına gelmiyor. Ben bu sene bunun farkına vardım. Ve artık kendi kendime hep şunu soracağım: Değer mi?

Değerin ne olduğunu da tamamen kendim belirleyeceğim. Para kazandıracak olabilir, canım öyle istiyor olabilir, gelişmem gerektiğini düşündüğüm bir konudur veya beni mutlu edecektir o zaman değer. Ama benim için gerçekten bir değer sağlamıyorsa, artık durma ve yorulma hakkımı kullanacağım.

Ben artık bu kadar koşmamaya, bu kadar savaşmamaya karar verdim. Ben kendi kendimle ispat hesaplaşmalarımı bu sene kapattım.

Benim için artık biraz da kendi narin, bastırılmış yanlarımla yüzleşme, keyfimi dinleme, yapabiliyorum diye her şeyi yapmak zorunda hissetmeme, kırılan ama üzerine basa basa geçtiğim yanlarımı sevme zamanı. Üzerini çizdiğim iş listesi kadar, kendime ayırdığım zamanlarla da gurur duyma; biraz da hiç bir şey yapmama hakkımı kullanma zamanı…

O Amazon kadınlardan biriyseniz bu yazı size armağanım olsun. ❤ Bugüne kadar kırılan ama umursamadan üzerine basa basa geçip gittiğiniz yanlarınıza bugün sarılın, onları güzelce bir sarın.

Her düştüğünde “Acımadı ki!” diyerek ayağa kalkıp koşmaya devam eden kadınlara selam olsun!” üzerine 4 yorum

  1. Yağmue dedi ki:
    Yağmue adlı kullanıcının avatarı

    Sezencim yazılarını büyük bir zevkle okuyorum.Bu yazıyı tamda benim için yazmışsın daha iyi ifade edilemezdi.Bende hayatımın tam bu döneminde tam da böyle bir ikilemdeyken okudum yazını bunu senin kadar hızlı yaşayan birinden duymak güven bile verdi diyebilirim.Durmak iyi geliyor bazen dene seveceğine eminim.Sevgiler

    Beğen

    • Sezen dedi ki:
      Sezen adlı kullanıcının avatarı

      Bazen durup düşünmek, değiştirmek, denemek, ezbere yapılanları sorgulamak hep güzeldir ❤️ Ne tuhaf ve güzeldir ki, en kendi içime dönüp yazdıklarım aslında tam da bulması gerekenleri buluyor. En kocaman sevgiler 🤍

      Beğen

gulhan MAHI için bir cevap yazın Cevabı iptal et