Dedeağaç aslında havaların daha sıcak olduğu günler için ideal bir istikamet. Gündüzleri şehir merkezine oldukça yakın beach clubları, açık havada ferah sokak masalarından oluşan mekanları ve akşamları çok iyi yemekler için…
Dedeağaç’a da en son ekim ayında gitmiş, tam böyle günler geçirmiştim.
Brezilya‘dan döndükten sonra, ev kampı yaptığım dönemde, bitmek üzere olan Shengen vizemi de hızlıca yeniliyorum. Vize hakkında da bazen bana çok soru soruyorsunuz. Bu konuda basitçe şunu söyleyebilirim: Şimdiye kadar vize almakta hiç zorlanmadım ama hiç 1 yılın üzerinde süreli bir vizem de olmadı. Temel olarak kurallara hep uygun davranıyorum. Hangi ülkeden aldıysam vizemi, ilk önce oraya bir girip çıkıyorum.

Bu sefer de vizemi Yunanistan’dan aldığım için aklımda bir ara Atina’ya veya Selinalar’ın olduğu Kaminos gibi çok bilinmeyen ve henüz popüler olmayan yerlere gitmek var o günlerde aklımda. İşin rengi annemin “Duty free’lerde black friday indirimi oluyor mu?” sorusuyla değişiyor. “Hadi bu hafta sonu Dedeağaç’a gidip bakalım.” diyorum.

Uzun yıllar Adana’da kapı komşumuz olmuş Betül Teyzem de plana dahil oluyor ve biz hepimiz cuma günü Esenler Otogarı’nda buluşuyoruz. Ben Dedeağaç’a hep Arda Tur’un otobüsleri ile gidiyorum. Araba yerine otobüsü tercih etmemin üç sebebi var: Otobüste gayet güzel çalışan bir wifi var, haftaiçi gidiş araçları genelde oldukça boş oluyor ve çok rahat çalışabiliyorum. İkinci olarak, özel araçlar gümrükte uzun bir süre sıra beklerken otobüsler bu sırayı beklemeden çok daha hızlı geçiyor sınırdan. Üçüncüsü ve alışveriş yapmak için gidiyorsanız en önemlisi, bu sınırda otobüsler pek aranmıyor. (Deniz gümrüklerinde tam aksi durum söz konusu, adalara da arabayla gitmek daha avantajlı.)
Böylece biz cuma günü gümrükte minik şişe şaraplarımızı alıp şerefelerle cuma gününü başlatıyor ve şamata yaparak Dedeağaç’a ulaşıyoruz. Otobüsten inerken annemle Betül Teyze’nin muavin abi ile diyalogu aynen şu şekilde gerçekleşiyor:
– Oğlum, yarın gece dönüşte bizi tam buradan almadan gitmeyin olur mu?
– Tamam, ama boş gelmeyin.
– Amaaaan boş gelsek nolur, gümrükte doldururuz.

Akşam yemeği için Nisiotiko‘ya gidiyoruz. Nisiotiko, Dedeağaç’a gelmişken olmazsa olmaz bir adres, artık duymayan kalmamıştır. Gerçekten her şey müthiş lezzetli ve fiyat olarak İstanbul’a kıyasla hala çok uygun. En son ekim ayında geldiğimizde mekan çok kalabalık ve servis çok kötüydü. Böyle mevsimlerin en büyük avantajı bu – istediğimiz masada oturup, takır takır iyi bir servis eşliğinde çok daha keyifli bir Nisiotiko deneyimledik. Füme uskumru ve kabak kızartmasının en iyisi kesinlikle burada.

Ertesi sabah kahvaltı için tercihimizi Kerouac Cafe‘den yana yapıyoruz. Ben hiç bir zaman geleneksel serpme kahvaltı sevenlerden olmadım. Prosecco ve kahve eşliğinde, sosisli sandiviçler, nutellalı bun’larla dolu bir masa benim için her zaman daha ideal bir kahvaltı şekli. Çok güzel dekorasyonlu ve curcunalı bir ortamda böyle alternatif ve keyfili bir kahvaltı için güzel bir adres burası.
Sonra asıl misyonumuz için harekete geçiyoruz: Alışveriş. Deniz kıyısından güzel uzun bir yürüyüşle, şehir merkezinden 25 dakikalık yürüme mesafesinde ulaşılabilen Lidl markete gidiyoruz. Biliyorsunuzdur Lidl marketler, Avrupa’nın bim marketleri bir nevi, çok ucuz. Farkı şu, Brüksel pralinlerinden, İtalyan peynirlerine taze makarnalarına, oldukça geniş bir şarap seçkisinden, havalı soslara kadar Türkiye’de ithal ürün kategorisinde çok pahalıya satılan her şeyi burada çok ucuza alabiliyorsunuz. Ki oradan 5-10 euroya aldığım şarapların hepsi gerçekten çok lezzetli çıktı.

Doya doya alışverişimizi yapıp, bunları valizlere yerleştirdikten sonra, ana cadde olan Dimokratias Caddesi’ndeki barlarda takılıyoruz. Benim için bira içer gibi minik şişe prosecco içilebilen her şehir muazzam güzel zaten. ❤

Bir de aramızda bir türbe esprisi var Betül Teyzeyle. Bundan yıllar önce -şimdi baktım 2018 yılıymış- Zümi ve Berfe, benimle Adana’ya gelmişti ve bizde kalmışlardı. O zaman Betül Teyze bizi bol bol gezdirmiş, hep birlikte çok eğlenmiştik.
Betül Teyze oldukça cool ve havalı bir aileden gelen bir kadın olmasına rağmen, üç tane bekar kızı gezdirdiği bu tura meşhur Telli Baba Türbesi’ni de dahil etmişti. Biz güzel güzel dileklerimizi dilemiştik. Akşam barda otururken türbede dilediklerimizden bahsederken hiçbirimizin koca dilemediği ortaya çıkmıştı. 🙂 Paralar, kariyerler, seyahatler havalarda uçmuş, kimsenin dilekleri arasında bir koca yer almamıştı. Betül Teyze “Aaaa olmadı diyip, ertesi gün de bizi Tarsus’taki bütün dilek dilenebilecek yerlere götürmüştü. O günden beri gittiğimiz her yerde bir türbe veya dilek dilenebilecek bir şey varsa, mutlaka fotoğraf çekip Betül Teyze’ye atarız.
Bu Yunanistan seyahatinde de sürekli ben ona “Türbelere baktın mı? Bana kocayı nereden bulacağız?” diye takılıyorum, o da bana sürekli “Orospuluk yapma.” diyor, kikir kikir gülerek kadehlerimizi tokuşturuyoruz. Sonunda Dedeağaç’ın deniz fenerinin yanından geçerken, ben telefondan “Yalnız Kullar”ı açıp deniz fenerinin etrafında dans etmeye başlıyorum. Böylelikle türbe ritüelimizi de kahkahalarla yerine getirmiş oluyoruz.

Akşam yemeği için bu sefer tercihimiz Sarikas. Çok salaş ancak yemeklerinin lezzeti, porsiyonlarının büyüklüğü ve hesabın ucuzluğu ile gönlümüze taht kuran bir mekan oluyor. Ben özellikle deniz ürünlü arpa şehriye ile karidese bayıldım burada.

Yemekten sonra, hem Türk gümrüğünde, hem Yunan gümrüğünde alışverişlerimize devam ederek gece yolculuğu ile İstanbul’a dönüyoruz.

Hem müthiş bir alışveriş yapmış, hem leziz yemekler yemiş, hem de ortam değişikliğiyle bir kafa değişikliği de sağlamış olarak. Bundan sonra ayda bir olmasa da, iki ayda bir bu Dedeağaç çıkartmamızı düzenli biçimde yapmaya karar verdik. Biz bir gece kaldık bu gidişimizde, ama bir dahaki sefer sabah gidip alışveriş yapıp, akşam yemeği yedikten sonra gece otobüsüyle dönmeyi planlıyoruz.
Keyifle ve keyfinize eşlik edenlerden kendinizi esirgemeden kalın!

“Alışveriş ve Yemek İçin Hızlıca Komşuya Gidip Gelmek: Kışın Dedeağaç” üzerine bir yorum