Peki ya hayat bir dizi birbiriyle bağlantısız deneyimin toplamından ibaretse? Bir şeyin neden anlamlı bir biçimde başka bir şeyi takip etmesi gerekiyor?*
2025 yılının ilk ayında, daha o sene içinde yapacaklarımın listesini bile çıkartamamışken aldığım kanser teşhisi ve tedavisi ile geçen aylar zaman algımda büyük bir karmaşaya yol açmış durumda. Tedavi biter bitmez gittiğim Peru’da da zamanın gerçekten büküldüğü bir deneyim yaşıyorum. Dolayısıyla haziranın sonunda Peru’dan Türkiye’ye geri döndüğümde zaman algımda müthiş bir kayma var.
Çok uzun bir zaman dilimini hiç bir şey yapmadan geçirmiş gibi hissediyorum kendimi. Panik içindeyim, bir şeyleri telafi etmem gerekiyormuş gibi hissediyorum.

Bir de tamamen iyileşemediğimi öğrendiğim için bir hayal kırıklığı yaşıyorum. Böyle söyleyince kulağa biraz duygusuz geleceğini biliyorum; ama bu da bir gerçek, bu konunun sağlık boyutu kadar bir de başarısızlık hissi var.
Ben hep o her şeyi başaran çocuklardan oldum, her sene takdir belgesi alan, yüzmeye başladığında birincilik madalyaları taşıyan, en çok istediği üniversiteyi ve bölümü kazanan, istediği işlerde çalışan, bugüne kadar hayatta ne istiyorsa kotaran ve yapanlardan… Diğer insanlara kıyasla orantısız güç sayılabilecek bir hayat enerjim, ortalama üstü zekam bugüne kadar neye niyet ve heves ettiysem bana hep imkan sağladı. En iyisi olmadıysam da, hep istediğim neyse aldım ve yaptım.
Hayatımda ilk defa bir şeye zaman, enerji ve para – yani olabilecek her şeyi yatırmama rağmen– istediğim sonucu alamıyorum. Başarısızlık hissini hayatımda ilk defa kanser kadar ciddi bir konuda yaşamanın vurgunu var üzerimde. Hayatında hiçbir şeyi yarım yapmamış biri olarak, şimdi yarım bir iyileşme ile yaşamayı öğrenmem gerekiyor!
Buna ek olarak, Peru’daki açılımlarım sonrası içimde henüz yerli yerine oturtamadığım bir dönüşüm var. Canım bütün gün tavana bakarak içimde olup bitenleri gözlemleyerek günlükler tutmak istiyor ve fakat Peru’da olduğum süre boyunca sadece çok acil işlere baktığım için bir yığın iş var yapmam ve toparlamam gereken.
Benim hayatımda hep böyle olmuştur, hiç teker teker gelmez sınavlarım, mayın tarlasının ortasında bulurum kendimi hep bir anda. Yine öyle, bütün bunlar yetmezmiş gibi çalıştığım şirkette bir yönetim değişikliği var, yeni en üst düzey yönetici açık açık olmasa da uzaktan çalışma modelini desteklemediğini her fırsatta satır aralarında dile getirerek, her sabah 08:00’de uyandım mı diye kontrol etmek için aslında hiç de önemli olmayan bir şey soruyor. Peru’dan döndüğümde yeni CEO vekilinin defterinde ciddi toplantı notlarının arasına yazılmış “Avukat bugün yok.” , “Avukat hala dönmedi.” tarzındaki notlara gülmeye çalışsam da, bal gibi biliyorum kırmızı bayrak bu.
Fiziki olarak tamamen iyileşmemişken, Peru’da ruhumda ve zihnimde açtığım çekmecelerin içini elden geçirip yerleştirmek isterken, yapmam gereken dünya kadar şirket işi varken ve hayatımda bir zaman dilimini boşa harcamış gibi hissederken, bir de hayatımda en içime sinen konulardan biri olan işimde de bir değişimi yönetmem gerektiğiyle burun buruna geliyorum.

Üzerimdeki Peru aydınlanması da açıkçası işlerimi hiç kolaylaştırmıyor. Bütün samimiyetsizlikler, ego gösterileri gözüme hiç olmadığı kadar apaçık görünüyor. Herkes gözüme çok maskeli çok yapmacık görünüyor. Ayrıca insanlar en ufak bir çaba veya iletişim ortaya koymadan sürekli senden her konuda bir şeyler isteyip duruyorlar. Bunu hayatımda daha önce hiç bu kadar net fark etmemiştim ve genel olarak daha yumuşak tepkiler veren ben, bu dönemde hiçbir tepkimi yumuşatamıyorum.
Bütün temelleri sarsılmış, tesadüfen ayakta duran bir bina gibi hissediyorum kendimi. Bir de bu sırada vücudum sürekli olarak şişiyor. Önce çok uzun saatler uçtum belki ondandır diyorum; ama bir hafta sonra değil geçmek şişliğim giderek artıyor. Göbekli ve yanaklı bir kadına dönüşüyorum.

Benim için uzun bir süredir hayatta şarj olma istasyonu aynı yer: Mitolojik tanrıların toprakları Teos. Bu kadar her şey üst üste gelince de, tası tarağı toplayıp Teos’a gidiyorum. Annem benim için her öğün aşırı sağlıklı ve besleyici yemekler hazırlarken terasta kapanıp şirket işlerini temizlemem çok daha pratik olur. Şirkette yeni yönetim ile yaşayabileceğim kaoslar için babam dünyanın en iyi danışmanı. Sağduyulu, zeki ve hamlelerle niyetleri herkesten çok önce okuyabiliyor. Ayrıca ben yazı kaçırmış gibi hissediyorum – sadece mayıs ve haziran geçti ama benim gibi bir yaz aşığı için yine de iki ayı yazsız, denizsiz, güneşlenmeden ve yüzmeden geçirmek bir sorun. En azından orada her fırsatta denize koşabilirim. Ayrıca oradaki denizin buz gibi suyunun ve yüzmenin de sürekli olarak şişen vücuduma iyi geleceğini umuyorum.
Gerçekten de Teos’ta geçirdiğim günlerde dengemi bulmaya başlıyorum. Vücudum sürekli olarak şişmeye devam etse de, en azından kaliteli ve sağlıklı beslendiğimden eminim.


Yığılmış işlerimi temizlemek dışında düşünüp organize etmem gereken hiç bir şey yok. Her fırsatta da sahile inip yüzüyorum ve güneşleniyorum. Akşamüstü drinklerimizi içerken de babamla kariyerimi, şirketteki konumumu, yeni yönetimi değerlendiriyoruz.
Normalde Teos’ta geçirdiğim zamanlarda ben hiç evden ve sahilden dışarı çıkmam. Olabilecek en güzel yemekler zaten bizim evin sofrasında yerini alır – denizin en güzeli zaten eve birkaç adım mesafede. Hiç öyle sağa sola gitme hevesim olmaz.

Fakat benim bütün tedavi sürecim boyunca, benim minicik evimin mutfağında benim değişen taleplerime göre sürekli müthiş yemekler çıkartarak benim kemoterapi sürecimi çok iyi atlatmamı sağlamış anneme bir jest yapmak ve onu güzel bir yemeğe götürmek istiyorum. Tam o dönemde de şansıma hemen komşu koyumudaki Hidden Bay’de Japon Meyhanesi etkinliği olduğunu fark ediyorum.

Laf olsun diye babama da soruyorum bize katılmak ister mi diye, ama tam beklediğim gibi, “Japon filan bana uzak olsun.” ön yargısı ile yaklaşıyor konuya. Böylece biz annemle baş başa komşumuz Hidden Bay’e ilk defa gidiyoruz.

Hidden Bay, dev bir alana kurulmuş çok iyi bir otel kompleksi. Diğer yandan ben deniz için çok daha iyi bir alanı olduğunu var saymıştım, öyle değil iskeleyle giriliyor sahili yok ve bizim sitenin halk tarafından kullanılabilen plajı bile oradaki denizden daha iyi.
Restoran alanına ise bayılıyorum, kocaman bir çim alanı var. Kokteylleri leziz.
Seferihisar Sığacık taraflarına gelenler hep benden tavsiye istiyor, her seferin “Hiç bir fikrim yok.” diyorum. Yaz boyunca her ay gittiğim yerde hiçbir mekan bilmemem herkese garip gelse de; en iyi yemekler bizim evin sofrasında, en iyi deniz evimizin önünde olduğu için orada geçirdiğim günlerde gerçekten hiç sağı solu keşfetme derdine düşmüyorum. Tam aksine, keşifle geçirdiğim günlerin yorgunluğunu attığım, yeniden şarj olduğum nokta orası.

Hidden Bay’e gidip kokteyl içmek verebileceğim ilk bölge tavsiyesi. Kokteyllerin bazı olarak bile oldukça kaliteli içkiler kullanıyorlar ve gerçekten leziz seçenekler var.


O günkü Japon Meyhanesi konsepti benim beklediğimden bile çok daha iyi. Giderken “Biraz havamız değişir.” diyerek gittiğimiz yerde, gerçekten çok ama çok lezzetli şeyler yiyoruz. Özellikle şu yukarıdaki enginar soka kreması pidenin tadı hala damağımda.
Season Seven, ağırlıklı olarak İstanbul’da, ama pop up olarak da başka şehirlerde etkinlikler yapıyor. Yakın zamanda da İstanbul’da bolca ramen etkinlikleri var.
Ben ramen konusunda, hala San Francisco’daki Mensho’yu tek geçerim. Çok ramen düşkünü olmasam da, San Francisco’ya her gidişimde orada yediğim ramen çıtayı o kadar yükseklerde bir yere koydu ki; Adana’dan başka yerde kebap yemem takıntıma bir yenisi de ramen için eklendi. Bu yüzden ramen etkiniklerini deneyimlemedim, tavsiye edemeyeceğim, ama Japon Meyhanesi’ni şiddetle tavsiye ederim.
Ayrıca bu son dönemlerde giderek artan pop-up etkinlikler konseptlerine ben bayılıyorum. Niyetiniz olduktan sonra keşifler her yerde!
* Sally Rooney’in Intermezzo kitabından bir cümle.
Lezzetle ve keşfederek kalın!
