We were all just humans drunk on the idea that love, only love, could heal our brokenness*

İlişkiler nasıl olmalı?
Tutkulu, heyecan verici, yakıcı ve yıkıcı mı?
Huzurlu, sadakat dolu, sakin mi?

a4405a8aa2b604007a0e414d8de18fc7

Son yıllarda film olarak büyük ses getiren Benjamin Button’un Tuhaf Hikayesi ve Muhteşem Gatsby romanlarının yazarı F. Scott Fitzgerald, edebiyatçıların asosyal ve içe kapanık olmasını değiştiren, tam aksine en büyük partilerin ve en havalı davetlerin en gözde konuklarından olan bir yazar. Yazdığı romanlardaki karakter ve olayların hepsi, gerçek hayatından parçalar içeriyor.

Yazarlık kariyerinin başlamasında – ve bazılarına göre mahvolmasında da- önemli bir rolü de büyük aşkı Zelda oynuyor.

zelda4

Scott, Alabama’da askerliğini yaparken, hakiminin kızı olan, oldukça varlıklı, huzurlu, sınırları belli bir hayat yaşayan Zelda ile tanışıyor. Zelda’nın bale gösterisinde… O yıllarda Zelda’nın hayatındaki tek gerçek aşk bale. “Balenin müziğinde ve hareketlerinde neşe, dram, tutku ve aşk vardı; yani hayattan arzuladığım her şey. Kostümler vardı, hikayeler, roller. Sayre’lerin en küçük kızından daha fazlası olma fırsatı vardı.” olarak anlatıyor bu dönemi.

Scott ile Zelda, birlikte uzun yürüyüşler yapıyorlar, danslara gidiyorlar, yemeğe çıkıyorlar, arada sırada da veranda da oturup cep şişelerinden içki içerek birbirlerine hikayeler anlatıyorlar ve “ancak gerçek bir kayıp ya da zorluk yaşamamış insanların gülebileceği gibi kahkahalarla gülüyorlar.”

Sonra savaş bitiyor, Scott, kitap yazıp para kazanıp Zelda’yı yanına alacağının vaadi ile New York’a taşınıyor. Zelda’nın ailesine göre yazarlık bir meslek değil, Scott ideal koca adayı kesinlikle değil. Zelda bekliyor, bekliyor. Scott bir türlü dikiş tutturamıyor.

“Çok yakında ne kadar sürer? Günler değildir. Haftalar ya da bir mevsim değildir. Sadece laf olsun diye söylenir, herhangi bir ölçüsü yoktur.”

b541c356367ae8b79b150345c2399f6a

Zelda’nın rest çekmesiyle Scott, beklenen romanını bitiriyor. Roman çok iyi yorumlar alıyor, büyük ses getiriyor. Zelda ile Scott, St. Patrick Kadetrali’nde evleniyorlar. Ve hayatların en görkemli sayfası açılıyor.

Jack Karouac’ın sevdiği bir deyişle “Incipit vita nuova”; yani “İşte böyle başlıyor yeni hayat!”

3cfeb936a793467424d4cdf748177b30.jpg

“Sabah oda servisinden meyve ve krema. Gün içinde alışveriş ve kuaför. Büyük bir otelin tepesinde akşam yemeği. Sonra birinci sınıf bir orkestranın müziği eşliğinde dans. Ve şampanya. Su gibi içiyorduk şampanyayı. Ve her fırsatta sevişiyorduk. Aktivitelerin arasında hız ve enerjiyle; zamanımız olduğunda ağır ağır tadını çıkararak. Geceleri dişlerimizi birlikte fırçalıyorduk. Tuvalette birbirimizle konuşuyorduk. Evlilik bize göreydi buna hiç şüphe yoktu.”

Gazeteler ve dergiler için, gerçekten kim olduğunun bir önemi olmadığını, insanlara istediklerini sandıkları şeyi verdikçe kesenin ağzını açacaklarını düşünüyorlar. Bu nedenle, partilerde her türlü aykırılığı yapıyorlar. Gösterişi ve eğlenmeyi seviyorlar. Gittikçe daha popüler bir çifte dönüşüyorlar. Birbirleri ile parlıyorlar.

Buraya kadar her kadının bir parçası olmak için yanıp tuttuştuğu bir aşk hikayesi.

tumblr_lta0uexZQQ1qlegq7o1_500.jpg

Sonra oradan oraya taşınmaya başlıyorlar. Aradan yıllar geçtikçe, Scott daha fazla içmeye başlıyor ve daha fazla üretememeye. Zelda, “Evlendiğim adama ne oldu?” diye düşünürken ve bütün zamanını bale ile yazmaya adarken, Scott “Hep çalışıp hiç oynamamak Zelda’yı sıkıcı bir eş yapıyor.” diye sitem ediyor.

Bir Fransız kasabasında yaşadıkları dönemde Zelda başka bir adama aşık oluyor.

“İnsana zamanın dışındaymış hissi veren o Akdeniz günlerini birlikte geçirmiş, sıra dışı ve yanlış bir şeyler yapmanın heyecanını birlikte yaşamıştık ki, sırf bu bile cazip gelirdi bizim gibilere, yani risk severlere.”

Scott o yıl defterine “1000 parti, sıfır çalışma.” diye not düşüyor.

Bir kızları oluyor. Scott, evden ve Zelda’dan gittikçe uzaklaşırken, Zelda da gerçeklikten gittikçe uzaklaşıyor.

“Ben hayatımdaki her şeyi yarım yamalak veya kötü yapıyorum. Kendimi tam olarak adadığım ne vardı? Bu kadar hırslı ve başarılı kadınlarla çevriliyken, belki de artık yarım yamalaklığı bırakıp kayda değer bir şeyler yapmam gerektiğini söyleyen kafamdaki o küçük sesi duymazlıktan gelemiyorum: Bir katkıda bulun. Bir şey başar. Seç. Ol.”

Zelda, her gün sekiz dokuz saat boyunca bale çalışıyor, vücudunu zamana, yer çekimine ve metabolik ihtiyaçlara karşı zorluyor. Resim dersleri alıyor, bütün bunların arasında Scott ile oradan oraya taşınmaya devam ediyor. Afrika’ya bile gidiyor. Scott’tan ödünç aldığı yazma tekniği olan votka eşliğinde roman yazmaya başlıyor.

Zelda, Scott’u suçluyor: “Sen sırf bir yandan kendini alkole boğarken bir yandan da film yıldızlarının ve sarhoş arkadaşlarının -ki birisi Hemingway- peşinden koşabilesin ve yeni bir kitap yazıyormuş gibi yapabilesin diye okyanuslar aştım.”

Scott, Zelda’yı suçluyor: “Ben olmasaydım, yıllarını Alabama’nın bir yerlerinde harcayan, çörek ve reçel yiyerek şişmanlayan herhangi bir sosyete kadını olacaktın.”

523d4329cad01b1c0454bceba65f99e5.jpg

İkisi de haklı; ama haklı olmak kimseyi daha mutlu yapmıyor. Zelda’nın resim ve roman yazmadaki bütün çabaları başarısız fiyaskolarla sonuçlandıktan ve kocası kendisine İtalya’dan gelen baş balerinlik teklifine gitmesine izin vermedikten sonra, Zelda’ya şizofreni teşhisi konuluyor.

Birbirlerinden çok uzaktayken ve oldukça genç bir yaştalarken, Zelda kaldığı “Highland”de çıkan yangında; Scott kalp krizinden ölüyor. Bu büyük aşktan geriye, bize harika romanlar kalıyor.

Bu çarpıcı aşk hikayesini okumak isterseniz, Doğan Kitap’tan çıkan harika bir roman var:

Zelda Fitzgerald’ın Romanı – Therese Anne Fowler (448 sayfa)

IMG_5082.jpg

 

Ben bu aşk hikayesinden inanılmaz etkilendim. Hayatıma giren adamlarla hep sıra dışı hikayeler, seyahatler, maceralar yaşayarak ilişkilere başlayıp, sonra kendimi eğitim, iş gibi bir şeylere kaptırmam döngüsünü; bir süre sonra, benim adamları “Hiç bir şey yapmamakla”; adamların beni “Tanıdıkları eğlenceli kadın” olmamakla suçlamalarını ürpererek andım. Hep tutkulu, sıra dışı, macera dolu olandan yana tercih yapan içimdeki Zelda’yı keşfettim.

Ve ne ironiktir ki; hayatımın Scott’unu bulamadığım için çok mutlu oldum. Ayaklarımın yerden kesilmelerinin, kısa süreli heyecanlar olarak kalmış olmasına şükrettim. Her şeye bambaşka baktım. “Keşke”lerim “İyi ki”ye döndü.

Okuyarak, başka hayatları keşfederek kalın!

We were all just humans drunk on the idea that love, only love, could heal our brokenness*” üzerine bir yorum

  1. pelin dedi ki:

    Okurken düşündüm. Yorumunu kendinden parçalar katışını örnekler verişini görünce tüylerim diken diken oldu.bizim hayatlarımizda bu şekilde değil mi. Ihtiyaclar istekler. Bize gore insan neden evlenir ki bunlar olmadan? Büyük aşk ile evlendim. eglenceli mutlu gezmeli nerde akşam orda sabah yazanlar gibi bir hayatım var. İçimizdeki çocuğu öldürmemeliyiz. Her ne olursa olsun. Ozaman aslında biz ölüyoruz. Zehri belirleyen dozdur. Hayatımızda herseyden biraz olmalı yaşımiz kaç olursa olsun.

    Beğen

Yorum bırakın