Çalıştığım şirkette, katılımcı sayısı gittikçe artan, yine de şirketin toplam çalışan sayısı düşünülürse oldukça minik sayılabilecek bir grubun, “Mod Günü” diye bir etkinliği var. (Belki siz de benzer bir etkinliği uygulamak istersiniz diye, detaylarını da vereceğim.) Sırası gelen kişinin, çarşamba günü, saat 15:00 ile 15:30 arasında o sıralar dinlemekten hoşlandığı bir şarkıyı, mail üzerinden link atarak, grubun diğer üyeleri ile paylaşması gerekiyor. Unutması, erken veya geç paylaşım yapması halinde de, ekibin diğer üyelerine lezzetli bir yiyecek ısmarlıyor. Takvimine veya telefonuna hatırlatıcı koyduğunun tespiti halinde de yaptığı paylaşım sayılmıyor. Bu gruba ilk katıldığım günlerde, bir toplantı yüzünden gecikip, bir pazartesi Çeşme’den İstanbul’a otuz tane boyoz ve bir kilo İzmir tulumuyla dönmüşlüğüm var.
İş yoğunluğu ile yemek sevdası birleşince, grubun temel aktivitesinin şarkı paylaşmaktan ziyade, çiğ köfte, tiramisu, börek ve baklava yemeye dönüştüğünü de belirtmeliyim. 🙂
Yine bir gün, o haftaki Mod Günü cezalısının getirdiği leziz tatlıları yemek için masasının etrafına doluşmuşken, uçak bileti promosyonunlarını gündeme getirip, bir gurme turuna çıkmayı önermiştik. Daha önce Adana’ya da birlikte gittiğim kadro dışındakiler sırf yemek yemek için şehir değiştirmeye çok gönüllü olmadığından, biz çekirdek beş kişilik ekibimizle istikametimizi Şanlıurfa olarak belirlemiş, biletlerimizi almıştık.
Biz iki kız, cuma akşamından yola çıkacaktık. Çünkü Şanlıurfa’ya gitmişken, sıra gecesini de deneyimlemek istiyorduk; müdürlerimiz sadece yemek kısmıyla ilgilendikleri için cumartesi sabahı bize katılacaklardı.
Her zaman olduğu gibi, zaman, su gibi akıp geçti ve biz geçen cuma akşamüstü Şanlıurfa’ya doğru yola çıktık. Büyük beklentilerimiz yoktu, “Aman gideriz, biraz gezeriz, bol bol yemek yeriz. Havamız değişir.” diyorduk. Havalimanından otelimize nasıl gideceğimizi veya sıra gecesinde tam olarak neyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk.
Havataş ile şehir merkezine ulaştık (10 TL), şirket dedikodularını yaparken yükselen kikirdememiz yüzünden bizi otobüsten atarlar mı endişesine -boşuna- kapıldık, bize ayaküstü bütün hayat öyküsünü anlatma hevesinde olan Havataş şoförünü kibarca atlattık ve önceden rezervasyon yaptığımız Manici Otel‘e ulaştık.
Otel ödediğimiz ücrete karşılık beklediğimizden çok güzeldi. Lobisindeki eskitilmiş duvarlara, rengarenk koltuklara, Osmanlı padişahları konseptli kafeteryasına, her odasının kapısının farklı bir resimle süslenmiş olmasına bayıldık.
Bizi karşısında gören resepsiyon görevlisi ise şaşkındı. “Ben sizi bir çift olarak bekliyordum. O yüzden size çiftlere özel bir oda ayarlamıştım.” Kısa bir bakışmayla teyitleştikten sonra: “Ayarladığınız oda, diğerlerinden daha güzelse, aynı yatakta yatarız biz.”
Odamıza çıktığımızda, harika balkonumuz ve balkondan görünen Urfa Kalesi ile Balıklı Göl manzarası kesinlikle doğru tercih yaptığımızı gösteriyordu. Çift kişilik yatağın üzerindeki, bol payetli, abartılı yatak örtüsü ile kadife başlık ise, gay arkadaşlarımızın “O yatak örtüsünden çeyizime istiyorum.” esprisine konu olacak, bizim aramızda büyük esprilere yol açacak kadar evlere şenlikti.
Ertesi günkü kahvaltının da gayet lezzetli olduğunu, otel personelinin yakın zamanda İstanbul’da kaldığım lüks bir otelden çok daha ilgili ve kibar olduğunu ve otelin harika lokasyonunu da düşünürsek, Şanlıurfa konaklamanız için şiddetle tavsiye ederim Manici Otel’i.
Hızlıca üstümüzü değiştirdikten sonra, sıra gecesi için Yıldız Sarayı Konukevi’nin yolunu tuttuk. Yürüme mesafesindeydi ve müziği takip ederek yolu bulmak çok eğlenceliydi.
Yemekli menünün fiyatı 50 TL (veya telefondaki adamın deyişiyle “kişi başı 50 milyon bacım”) Saat 19:30’da başlayıp 22:30’da bitiyor. İçeri ayakkabıyla giremiyorsunuz. Alkol servisi yapılmıyor.
Bence herkes tarafından deneyimlenmesi gereken bir şey Şanlıurfa’da sıra gecesi. Şahane türküler söyleniyor, halay çekiliyor, göbek atılıyor, sonra oturup alkolsüz efkarlanılıyor. Şehrin meşhur davulcusu, şahane takım elbiseli Kadir Abi, gecenin yarısında coşkuyla karşılanıyor. Davuluna su döküp, her vuruşunda bu suyu yukarı püskürterek şov yapıyor, gecenin sonunda da aynısını kolonya ile yapıp davulu yakıyor.
Biz iki kadın olarak katılımcı olduğumuz için, içeride olabilecek en güzel yere oturtulduk. Yanımızdaki minderlerde, içeri girdiklerinde gösterilen saygıya bakılırsa, şehrin önemli amcaları vardı. İçlerinden birinin sesi olağanüstü güzeldi, büyük talep üzerine bir kaç türkü de o söyledi. Ben halay çekmeyi bilmediğim için, şarkıcı abi bunu görev edinip, elimden tuttu ve ben adımları doğru atmayı başarana kadar beni eğitti.
Sırasıyla çorba, karışık et tabağı, çiğ köfte ve tatlı servis edildi. Hiç biri çok sıra dışı veya çok lezzetli değildi; ama ortam benim için çok sıra dışı ve keyifliydi.
Bir ara not olarak, “alkolsüz hayatta olmaz” diyenlerdenseniz, Manici Otel’de de sıra gecesi yapılıyor ve şehirdeki tek alkol servis edilen sıra gecesi buradaki. Ancak burası, şehir dışından misafir gelince onların götürüldüğü veya otelde kalanların tercih ettiği istikamet. Dolayısıyla, orada yaşayanların, olağan bir haftasonu etkinliği olarak gittiğini deneyimlemek istiyorsanız, istikametiniz Yıldız Sarayı; “turistik olsa olur, ama alkolsüz olmaz” diyenlerdenseniz Manici Otel olsun.
Gece Yıldız Sarayı’nın avlusunda birkaç bardak çay içip, yıllardır en alkolsüz cuma gecemi geçirdikten sonra, Şanlıurfa sokaklarında kaybolup, çarşıyı en ıssız, en kimseniz haliyle gezdik ve ertesi sabah ekibin geri kalanının uçağı kaçırmasıyla uyandık.
Yeni duruma uygun biçimde planlarımızı revize etmemiz gerekiyordu. Otel kahvaltısındaki leziz peynirli poğaçaları yiyerek, alternatiflerimizi değerlendirdik. Kahvaltıdan sonra, her türlü Şanlıurfa’nın olmazsa olmazı Balıklıgöl’e gidecektik. Sonra bizi götürecek birini bulabilirsek, Halfeti’yi görmeyi çok istiyorduk. Bulamazsak da, şehir merkezindeki diğer turistik noktaları gezip, bize tavsiye edilen yerlerde yemek yiyecektik.
Balıklıgöl hakkında bir çok efsane var. En yaygın olanı, hükümdar Nemrut tarafından, İbrahim Peygamber’ Urfa Kalesi’nin bulunduğu tepeden ateşe atılır. O düşerken, ateş suya, odunlar da balığa dönüşür. İçinde balıkların olduğu bu gölün adı, Halil-ür Rahman Gölü.
Nemrut’un kızı ise İbrahim’e aşıktır. (Kaynaklar, İbrahim’e inandığını yazıyor. Ama ben halk arasında sözlü olarak aktarılan aşk hikayesini daha çok sevdim.) Onun döktüğü göz yaşları ise, Aynzeliha Gölü’nü oluşturur. Sanıyorum kelime anlamı da, Zeliha’nın gözü oluyor.
Halil-ür Rahman Gölü’nün çok sakin, yatıştırıcı ve mistik bir ortamı var. Burada oturmak, çalan semavi müzikleri dinlemek gerçekten keyifli. Daha keyiflisi ise, Aynzeliha Gölü’nün kenarındaki çay bahçelerinden birinde oturup, menengiç kahvesi içmek.
Şanlıurfa için asıl sezon bahar; ama şimdi gitmenin en güzel tarafı ise, o çay bahçesinde oturan tek kişi olabilme şansı.
Daha önce bir kaç kere daha yazdım. Sıkılmadan tekrarlayacağım. Hasankeyf’i gezerken bunun farkına varmıştım ve Diyarbakır’a iş için gittiğimde, büyülenerek gezdiğim pek çok yerin, aradan bir sene geçtikten sonra yerle bir olması da teyit etti. Roma, bundan muhtemelen 100 sene sonra da Roma olarak kalacak. Ama Türkiye’deki harikaları görmek için -malesef- bu kadar çok zaman olmayabilir.
Keşfederek kalın!