Bundan on yıl kadar önce… Los Angeles’tayım.
Work&travel programına kaydolmuş, üniveristedeki final sınavlarımız biter bitmez de tası tarağı toplayıp, dört kız Los Angeles’a gelmişiz. Gelişimizden iki ay kadar sonra, orada bir sürü arkadaş edinmişiz, beachlerin hepsini talan etmişiz, evimizde saten çarşaf takımları, margaritha bardakları ve hatta domates salçası ile Türk kahvesi bile mevcut olacak kadar yerleşik bir düzene geçmişiz.
Devasa bir roller-coaster parkı olan Six Flags’in merchendising departmanında çalışıyoruz. Canımız işe gitmek istemediğinde, soluğu bir plajda alıp, şirkete “call&sick” yapıyoruz. İzin kullanmakta hiç bir sorun yok, her akşam parti yapıyoruz, her hafta sonu da seyahatlere çıkıyoruz. Hiç bir yere gidemediysek Hollywood’da kahve içip alışveriş yapıyoruz. Türk yemeklerini özlediğimizde, sırf döner yemek için, arabamıza atlayıp San Diego’ya gidiyoruz. Zaten iş yerinde, herkesin girebilmek için yüzlerce dolar ödediği bütün roller-costerları sınırsız kullanma hakkına sahibiz. Sabahları kahve içmek yerine, en vurucu ‘ride’lara binip, bolca adrenalin salgılayarak ayılıyoruz.
Kendimize o kadar güzel bir hayat kurmuşuz ki, program bittikten sonra bile Türkiye’ye geri dönmek gibi bir niyetimiz yok. Üniversiteden mezun olup, çalışmaya başlayıp, daha güzel paralar kazandığımızda bile, Türkiye’de bu standartlarda bir hayat kuramayacağımızı düşünüyoruz.
Derken bir gün ben geçici bir görevlendirme ile normalde çalıştığım mağazadan bambaşka bir yere transfer ediliyorum, personel ihtiyacı nedeniyle. Hiç sevmiyorum orayı ve verilen işi, oradaki supervisor ile tartışıyoruz. Benden şikayetçi oluyor. Beni o gün eve yolluyorlar. Hayatımdaki ilk iş tecrübem de sandığımdan kısa sürecek sanırım, diyorum. Ama içim rahat. Param var, en kötüsü çalışmam, daha çok seyahat ederim, diye düşünüyorum.
Sonra bizi yollayan aracı ajans ve şirketten gelen telefonlar ile durumun ciddiyetini anlıyorum. Benim orada kalış vizem, Six Flags’teki işime bağlı. İş ile ilişkim biterse, vizem iptal oluyor. Vizem iptal olunca da, Türkiye’ye dönmek zorundayım. Başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor. Çünkü Meksika’ya, San Francisco’ya, Las Vegas’a, Grand Canyon’a gitmek istiyorum. Türkiye’ye dönmeye hazır değilim.
Daha 20 yaşındayım, ailemden binlerce kilometre uzaktayım, öncesinde başka hiç bir iş deneyimim olmamış. Çaresizim, ne yapmam gerektiği hakkında hiç bir fikrim yok. Başlıyorum hüngür hüngür ağlamaya, bir yandan ağlıyorum, bir yandan Türkiye’ye dönmek için eşyalarımı topluyorum. Bütün kıyafetlerimi topladıktan sonra, kitaplarımı toplarken elime bir kitap geçiyor. O sırada henüz çıkan ve en çok satanlar listesinde olduğu için aldığımız, henüz kapağını açmadığımız kitaplardan biri: Secret.
Arka kapağındaki yazılar o an sarılabileceğim tek umudum. Bir bira açıyorum, valizlerin arasına oturup kitabı okumaya başlıyorum. Ağlamam yavaş yavaş diniyor. Annemi arayıp durumu anlatıyorum, o bana çok mantıklı tavsiyeler veriyor. Sonra Secret’ı uygulamaya başlıyorum, “Olmasını dilediğin şey, gerçekleşmiş gibi davran.” diyor özetle. Topladığım valizi açıyorum, bütün kıyafetlerimi dolaba tekrar yerleştiriyorum. Kocaman valizlerimi dolabın üzerine koyup, bir sonraki haftasonu Las Vegas’a gitmek için küçük bir el çantası hazırlıyorum. Bikinimi giyiyorum, çantama biraları, dergilerimi ve güneş kremimi doldurup, evden çıkıp havuza gidiyorum.
Hikayenin sonuna gelirsek, asıl bağlı olduğum supervisor’ların olumlu görüşleri, çalıştığım süre boyunca gizli müşterilerden aldığım değerlendirmeler ve savunmam sonucunda, Six Flags’te çalışmaya devam ettim. O haftasonu gerçekten Las Vegas’a ve Grand Canyon’a gittik. Daha sonra Meksika’ya, San Francisco’ya da… Ve orada kaldığımız süre boyunca her akşam kızlarla oturup, “Secret seansları” yaptık.
Sonraki yıllarda katıldığım eğitimlerden ve okuduklarımdan, “Secret”ın aslında çok içi boşaltılmış şekilde konuyu aktardığını kavradım ve Cem Yılmaz’ın esprilerine konu olduğu üzere çok yanlış anlaşıldığını da deneyimledim. Yine de benim için her şeyin başlangıcı o kitap oldu ve o günden sonra “enerji”ye gerçekten her zaman inandım. Hayatımda da muhteşem bir değişime yol açtı.
İnsanların sürekli “çok pozitifsin”, “süper bir enerjin var” gibi sözler söylemesi de sanırım bu yüzden. Aslında dürüst olmak gerekirse, her zaman çok pozitif değilim, aksine oldukça cadoloz ve katlanılmaz bir kadına dönüştüğüm zamanlar da oluyor. Ama bunu fark edebildiğim ilk anda kendime çeki düzen veriyorum. “Olayları ve durumları değiştiremezsiniz; ama onlara bakış açınızı değiştirebilirsiniz.” hayatta en sıkı bağlı olduğum felsefelerden biri.
Aradan geçen yıllarda “enerji”ye olan inancım hiç değişmese de, bu konulara ilgimin seviyesi sürekli değişti. Bazen çok okudum, yoga ve tantra derslerine saatlerimi adadım; bazen hayatın curcunalı akışına kaptırdım kendimi aylarca hiç ilgilenmedim. Benim bir konuda çok istikrarlı olmam için, arada bir “Hadi” diyen bir ele ihtiyacım var. Biliyorsunuz, benzer biçimde bir süredir hayatımda kararlar alıp, sürekli #dahaiyiben projesine başlamaya niyetlenip, inanılmaz bir gazla başlayıp, sonra bırakıyorum.
Sonunda, o tökezlediğimde “Hadi” diyecek eli buldum. Bir önceki yazıda da bahsettiğim, şirkette “oksijenim” olan iki harika kadınla, birbirimizden o kadar farklı bakış açısı ve karakterlere sahibiz ve garip bir biçimde birbirimize o kadar anlayış doluyuz ki; bazen ciddi konuşmalarla, bazen bir yaklaşım veya hareketimizi günler süren geyik konusu yaparak birbirimize ayna görevi görüyoruz. Yollarımız kesiştiğinden beri, hayatımızdaki pek çok konuyla ilgili büyük aydınlanmalar ve farkındalıklar yaşıyoruz.
Son icadımız da “Çekim Yasası Rejimi.” Bu aynen dolaptaki eski veya kullanmadığınız kıyafetleri atıp, yenilerine yer açmak gibi bir şey. Kurallar basit: Öncelikle kendinize sessiz bir saat ayırıyorsunuz, gözlerinizi kapatıyorsunuz ve hayatınıza girmiş bütün adamları gözünüzde canlandırıyorsunuz. Onlara teşekkür ediyorsunuz, onlardan özür diliyorsunuz. Seni seviyorum, diyorsunuz. Aynı şekilde onlara da bunları söyletiyorsunuz, sonra güzelce sarılıp vedalaşıyorsunuz. Anneniz, babanız, kız arkadaşınız, patronunuz kızgın olduğunuz kim varsa, bu listeye dahil ediyorsunuz.
Bütün vedalaşmaları tamamladıktan sonra, 21 gün boyunca, eskiden yaşamış olduğunuz bir ilişkiden, hayatınıza giren bir adamdan bahsetmek yok. Duygusal bir bağ içine girdiğiniz hiç kimsenin fotoğraflarına bakmak, sosyal medya hesabını kurcalamak, whatsup last seen’ini kovalamak da yok.
Çok basit dedim ama aslında değil.
Örneğin ben o vedalaşma hayali kısmında hiç bir zaman başlayıp da sona gelemedim. O kadar derin uykulara daldım ki bunu yapmaya çalışırken… Aslında fark etmediğim, fakat kendimi borçlu hissettiğim o kadar çok “teşekkür ederim” ve “özür dilerim.” taşıyormuşum ki! Tamamlayabilmek için üç kere denemem gerekti, hepsinin de sonunda deliksiz ağır uykulara daldım. Sonunda tamamlayabildiğimde tarifsiz hafif hissettim kendimi.
Diğer yandan hayatıma bugüne kadar girmiş her adamla paylaştıklarına müteşekkir olan ancak hiç birinin tekrar sevgilim olmasını dilemeyen bir kadın olarak, “Çok kolay bu benim için.” demiştim. Değilmiş. Bize birisi yaşadıklarını anlatırken, empati yapmak ve paylaşım göstermek sanarak, ne kadar çok eski yaşanmışlıklarımızdan bahsediyormuşuz aslında! Aynı şekilde, kendimizin bir davranış örneğini verirken, o kadar çok eski ilişki hikayesi anlatıyormuşuz ki!
Rejimin 1. günü, sabah birbirimizi güzelce ikna ettik, bunu başarabileceğimize. Öğlene kadar harika gittik. Öğle molasında, yemekhanenin kapısında sigara içip, keyifle sohbet ederken ve kahkahalar atarken, biraz ilerimizde duran iki erkek yanımıza geldi. “Ne kadar enerjik ve keyiflisiniz böyle, ne güzel gülüyorsunuz.” diyerek bize katıldılar. Katıldıkları dakika, ne kadar çok çalıştıklarından, ne kadar yorgun olduklarından bahsederek yakınmaya başladılar. Ortamı yumuşatmak için “Bunları anlatırsan gülmeyiz ama.” dedim. Önce bir sessizlik oldu, ardından “Hadi abi, biz yemeğe girelim.” diyerek gittiler.
Onlar gittikten sonra, birbirimize birkaç saniye bakakaldık, sonra kahkahalar atmaya başladık. Muhteşem bir metafordu. Hayatımıza giren erkeklerin muhteşem özeti olan birkaç dakika yaşanmıştı. Biz gayet eğlenirken, keyfimiz yerindeyken, kimseye ihtiyaç duymuyorken, hayatımıza giriyorlardı, enerjimize kapılıyorlardı. Sonra o enerjiye uyum sağlayamıyorlardı. Bizse onları bırakıp gidemeyecek kadar duygusal olarak bağlanmış oluyorduk. Ya adamın bizi düşürmesine izin veriyorduk, cadaloz kadınlara dönüşüp, arıza çıkarmaya başlıyorduk; ya da adamı zorla yükseltme çabalarına giriyorduk. Bu kadar hızlı olmadığı için de farkına varamıyorduk olup bitenin. Bu metafor anını hep hatırlamaya karar verdik. “Bırak gitsin.” diyip, hayatımıza devam edebilmeliydik.
Yemek yedik, kahvelerimizi aldık, bahçede oturduk. Aradan bir saat geçtiğinde farkına vardık ki, bir saattir birbirimize geçmiş ilişkilerimizden örnekler anlatıyorduk. Rejim bozulmuştu!!
Ertesi gün – yine rejimin 1. günü – ve yine rejimi bozarız diye korkudan buluşmadık birbirimizle. “21 gün boyunca görüşmediler.” diye geyik yaptık whatsup üzerinden, toplantılara girdim, çıktım, hiç bir sosyal medyayı açıp bakmadım; ama daha önce stalkladığım Twitterman’in yaşı üzerine yaptığımız bir tahmine ithafen, şirketteki çok matrak kızlardan biri efsane bir istihbarat çalışması yaparak, hooop adamın doğum tarihini bularak karşıma dikildi. Aslında düşündüğümüzden çok gençti. “10 yıl fazla yaşamış çaktırmadan. Hızlı yaşayanları severim.” diye geyik yaptım. “Peki burç yorumun ne?” sorusu üstüne, “Yengeç mi?!! Dağılın gençler. Ben teraziyim, evde bir gün otursak, heyecanımız kayboldu diye ağlayabilirim.” diye geyiğe devam ettim.
Sonra rejimi hatırladım. Panikle sordum bizim kızlara “Ben kimseyi stalklamıyorsam, ama daha önce stalkladığım birinin bilgilerini bana başkaları getiriyorsa????!!!!” Hayır hayır hayırmış, izin vermemem gerekiyormuş.
Diyeceğim odur ki, hazır hala kışlık kazakların altındayken, kilo verme rejimlerine başlamamışken, çekim yasası rejimini bir deneyin. En az mis kokulu, ortasına kaşık batırılıp akışkan çikolatası ortaya çıkmış sufleden uzak durmak kadar zor olduğunu garanti edebilirim. Ama hayatınız için 36 bedene girmekten daha güzel bir şey yapmış olursunuz. Veya isterseniz, bekleyin, ben 21 günü tamamlayıp geliyorum. Daha bir sürü #dahaiyiben yazısıyla!
Hayatınızda yenilere yer açarak kalın!
ne tatlı bi insansınız yahu yazılarınızı okuduğumda enerjiniz sanki içinde bulunduğum odaya yayılıyo,çokça yaşayıp,çokça gülmeniz ve bize bi’sürü daha iyi ben yazıları yazmanız dileğiyle..Sevgiler! 🙂
BeğenBeğen
Ben universite bitirme yasiniza takildim ortalama 23 yaslarda bitmezmi .
BeğenBeğen